Elimin altındaki siyah üzerine kırmızı kabartmayla Rossino yazılmış kartvizit bana zenginlik ve lüksü çağrıştırıyor, altta yazan adres bile başlı başına bu işin bana göre olmadığını anlatmaya yetiyordu ama eğer bu işe kabul edilirsem ki buna pek imkan vermiyordum ihtiyacım olan parayı kazanacağım garantiydi. Bir an gözlerimi kapatıp bu iş sayesinde geçen gün dergide görüp beğendiğim o topuklu ayakkabıları, iki aydır bozuk olan bilgisayarımın yerine yeni bir tanesini sırf kazanacağım bahşişlerle bile hemen alabileceğimi hayal ettim. Uzun zamandan sonra ilk defa iyi şeyler için hayal kurabiliyordum.
Belki de bugün benim şansımın döndüğü o gündü. Esrarengiz yabancının yanına oturmam ve onun bana uzattığı yardım eli dönen talihimin başlangıcı olabilirdi. Ya da ben o kadar çaresiz bir durumdaydım ki bu kadarı bile başlı başına benim ne kadar saf olduğumu gösteriyordu.
Kahvem soğumadan kalan son iki yudumu da hızla içtim ve okula yetişmek için son dakikalarımı da hayal dünyama kaptırmadan kalkıp kafeden ayrıldım.
Juilliard Sanat Akademisi, Amerika'nın en prestijli sanat okullarından biri hatta en iyisiydi. Yıllık 100.000 $ 'ı bulan okul ücretini sorunsuzca ödememi sağlayan bursumla gurur duyuyordum ama nerdeyse ilk okul yıllarımdan itibaren kendimi baleye ve onun getirdiği katı kurallarla örülü hayatıma adamıştım. Dans derslerinden kalan tüm zamanımı daha iyi olmak için ekstra dans egzersizleri yaparak geçiriyordum. Özel hayatım yoktu; yaşamak için ihtiyacım olan parayı da eski işim sayesinde elde ediyordum; bu da benim tüm boş vaktimi alıyordu. Yine de daha iyi olmak için daha çok çalışmam gerekiyordu.
Annem ve babam boşandıktan sonra annemle yaşamaya devam etmiş, babamla da bir süre sonra tüm bağlarımı yeni karısı yüzünden kopartmak zorunda kalmıştım. Ama annem hep yanımdaydı ve bana destek oluyordu ama üç yıl önce onu kanser hastalığı yüzünden kaybettiğimden beri kendi ayaklarım üzerinde durmaya çabalıyordum. Hiç bir şey kolay değildi ama başta annemin benim için düşlediği sonradan da benim hayat gayem olan geleceği yaşayabilmek için pes etmeden çalışıyordum. Ve bu güne dek de gayet iyi gidiyordum. Ta ki bir gece Ediie'yle ipler kopana dek. Son bir aydır, kendini hem ruhen hem de fiziken çok yıpranmış hissediyordum.
Şimdi bunları düşünme zamanı değildi. Silkindim ve kendimi okulun kapısından içeri girer girmez Franke'nin uzun sarı saçlarını savurarak yanıma kadar gelmesini bir film sahnesini izler gibi izlerken buldum. Bu kız kesinlikle bir aktris olmak için doğmuştu. Benden beş santim kadar kısa olmasına rağmen ki gayet uzundu oldukça gösterişli durmasının yanında babasından aldığı Slav genleri onu ince ve alımlı bir kız yapıyordu. Okuldaki en iyi arkadaşlarımdan biriydi ama geçtiğimiz ayda hem en iyi arkadaşım ve hem de nihayet ev arkadaşım olmuştu. Benden kaldığım oda için şimdilik kira parası almasa da yakında kendimi onun evinde kalan bir yancı olarak hissedeceğimi biliyordum. Aklım o anda çantamın içinde duran kartvizite ve onu bana veren gizemli adama kaymıştı. Ve o adam ne demişti bana, "Yarın, burada ol!" Etkileyici bir sesi ve ilginç bir vurgusu vardı kelimelere.
"Selam, güzellik!"
Neşeli sesi beni düşüncelerimden arındırırken Franke çoktan yanaklarımdan tıpkı bir Avrupalı gibi öpmüştü. Bu davranışında Fransız annesinin payı büyüktü.
" Selam!"
"İş ilanlarıyla savaşında bugün kim galip geldi?" diye sordu muzipçe. Biliyordum ki aylarca işe girmesem benimle nazik arkadaşlığı gibi diğer her şeyini de hiç sorgulamadan paylaşırdı.
"Sanırım bugün ben öndeyim," diyerek onu şaşırtmayı başardım. Dediğim karşısında kaşları merakla havalandı.
"İstediğin gibi bir iş mi buldun yoksa!" diyerek olduğu yerde bir balerine yakışırcasına zarifçe sıçradı.
"Aslında pek emin değilim. Çok ilginç bir şey oldu. Biraz önce kafede otururken biri bana kartını verdi; iş teklifinde bulundu yani sanırım öyle birşey."
Sevimli ve bir o kadar da çekici yüzünde merak vardı.
"Nasıl yani, Laila? Hep böyle üstü kapalı konuşup beni merakta bırakmaktan zevk aldığını düşünüyorum. Adam derken? Nasıl bir işten bahsediyorsun?"
"Rossino adı sana ne ifade ediyor?" diye sordum hemen.
"Rossino mu?" diye sorarken kaşları manasını okuyamadığım bir biçimde havalanmıştı. Aynı zamanda çarpık bir gülümseme yerleştirdiği dudaklarından da ne anlam çıkarmalıydım emin olamadım.
"Aynen bir adam ki kim olduğu hakkında hiç bir fikrim yok ama bana üzerinde Rossino yazan bir kartvizit verip iş için oraya yani restauranta gitmemi söyledi."
"Aman Tanrım! İnanamıyorum hatta şok geçiriyorum..."
Verdiği tepki kahkahalarla gülmeme sebep oldu.
"Bence biraz sakin olsan iyi edersin. Annen ne diyordu: Fazla mimik yok kızlar! Erken yaşlanmanızı istemeyiz!"
Ben kendi kendime gülerken onun da gözlerinin kısılmasını ve ardından imayla dudaklarının büzülmesine izliyordum.
"Alt tarafı bir restaurant ya da tamam kabul; lüks bir restaurant belli ki. Hatta benim hiç bir zaman gidemeyeceğim kadar lüks diyelim ama orada işe girip girmeyeceğim bile belli değil."
"Sana o kartı veren uzun boylu, yakışıklı bir adam olamaz değil mi?" diye sordu gözlerini heyecanla açıp beni süzerken.
Bir an o adamla karşılaştığımız anı hatırlamaya çalıştım. Adamın uzun boylu olduğu kesindi ama yakışıklı mıydı anlayamamıştım. Yüzünü görebileceğim kadar süre ona bakmaya fırsatım olmamıştı. Ya da olmuştu da ben mi değerlendirmemiştim acaba?
"Yüzüne bakamadım. Kafasında bir beyzbol şapkası vardı ve sadece kısa bir an yan yana oturduk," dedim.
"Sana inanamıyorum," diye hüsran dolu sesle söylediğim gerçekten de şaşırtıcı bir şeymiş gibi ağzını açıp kapattı.
"Yakışıklı olsa ne olacaktı ki?"
"Mario Rossino olma ihtimalini düşündüm de bir an. Yani eğer oysa ne kadar şanslı olduğunu düşünüp seni kıskanmayı planlıyordum. Ama sen erkeklere karşı o kadar körsün ki önünde bir Yunan Tanrısı dikilse pardon çekilir misiniz diye izin isteyip yanından öylece geçip gidersin," dedi.
Mario Rossino adı bana hiç bir şey ifade etmiyordu ama Franke'ye bakılırsa yakışıklı hatta standart üstü bir adamdan bahsettiği anlaşılıyordu. Keşke ona daha dikkatli baksaydım diye geçirdim içimden. Gerçi yakışıklı olsaydı da bir şey değişmezdi.
"Aslında anlamıyorum. Neden durup dururken bana kartını verdi ki? Yani seninle ve iş için arayan adamla konuşmamı duydu ama yine de düşününce saçma geliyor."
"Kesinlikle oraya gitmelisin! Bence bu senin için harika bir fırsat," derken çoktan koluma girmiş beni dans sınıfına sürüklemeye başlamıştı.
"Paraya ihtiyacı olan biri için pek fazla seçme şansım yok," diyebildim karşılığında.
"Öyle bir yerde işe girmek için çok iyi bir referansının olması gerekir. Bence sen çoktan o işi kapmışsın, bebeğim," deyip kocaman sırıttı.
Keşke diye geçirdim içimden. Mario ya da başka biri fark etmezdi; o adamın bana gerçek bir şans sunduğu kesindi.
Instagram adresim;
seda.meydan