Beşiktaş

1040 Words
Aysima, Zafir’in arkasından yürürken elini burnuna götürdü. Kurumuş kana dokunduğunda yüzünü buruşturdu. “Ucuz yırttık…” diye fısıldadı. Irmak, kıza daha da sokulup tedirgin bir sesle konuştu: “İnşallah dediğin gibidir. Ama içimde çok kötü bir his var.” Aysima alaycı bir tebessümle yanıtladı: “Başımıza ne geldiği belli değil, üstüne silahlı adamlar tarafından kuşatıldık, yediğimiz laflar da cabası. Bir zahmet kötü bir his olsun içinde, canım.” Zafir, arkasını dönmeden homurdandı: “Çene çalmayın da yürüyün!” Irmak gözlerini devirdi, fısıltıyla söylendi: “Bu da her şeye muhalefet…” Aysima ona öyle bir bakış attı ki Irmak parmaklarıyla ağzına hayali bir fermuar çekmek zorunda kaldı. Biraz ileride Zafir, onlara iki uzun erkek kabanı ve iki ipek mendil verdi. Yüz ifadesinde, bunlar buna bile değmez der gibi küçümseyen bir ifade vardı. Aysima bu tavırdan hiç hoşlanmasa da, bir an önce buradan kurtulmak istediği için ses etmeden kabanı giydi. Mendili alıp kuruyan kanını silerken usulca, “Teşekkür ederiz. En kısa zamanda yıkayıp iade ederiz.” dedi. Cevap beklemeden Irmak’ın kolundan tutup sürüklemeye başladı. Zafir’in kükreyen sesi arkadan geldi: “Nereye?!” Aysima gözlerini kapatıp dişlerini kenetledi. Bunlar kesin dalga geçiyor ya da sabrını sınamak için oynuyordu... Yine de sabırla arkasına döndü. Tek kaşını havaya kaldırıp kısa bir yanıt verdi: “Eve.” Hâlâ Irmak’ın kolunu bırakmamıştı ve sinirden farkında olmadan canını yakacak kadar sıkıyordu. Irmak ise dişini alt dudağına geçirip acıdan kıvranmamak için kendini kasıyordu. “Eve oradan mı gideceksiniz?” dedi Zafir. Sol eliyle tam tersi istikameti gösterdi. “Çıkış buradan.” Aysima, adamın gösterdiği yöne alık alık baktı, ardından başını salladı. “Haa… Anladım.” dedi. Sonra Zafir’e hafif bir gülümseme gönderip, “Teşekkür ederim.” dedi ve doğru yöne yürümeye başladı. Tabii bu sırada Irmak’ın kolunu neredeyse koparacak kadar sıktığından bihaberdi. Demir kapı ağır bir gıcırtıyla ardına kadar açıldı. Zafir önden çıktı, ardından kızlar adımlarını dışarı attılar. Limanın içinden dışarı çıkınca karşılarında bambaşka bir manzara belirdi. Dar sokaklar, üst üste yığılmış eski apartmanlar, paslı yangın merdivenleri, her köşede tütün ve mazot kokusu… Neon ışıkları yanıp sönüyor, sokak lambalarının çoğu ya kırık ya da tamamen sönmüş haldeydi. Aysima, yüzüne aldırmaz bir ifade takındı. Başını dik tuttu, sanki hiçbir şeyden korkmuyormuş gibi görünmek için çabalıyordu. Oysa içi kaynayan bir kazan gibiydi. Irmak ise aksine, her detayı gözleriyle süzüyordu. Köşede sigara içen adamların kollarındaki dövmeleri, duvarlara sprey boyayla çizilmiş sembolleri, üzerlerinden hızla geçen motosikletleri, hepsini tek tek belleğine kazıyordu. Adımları ürkekti ama zihni çoktan çalışmaya başlamıştı: Burası neresi? Hangi çetenin bölgesi? Soğuk rüzgâr elbiselerinin arasında acımasızca dolaşıyor, kabanların bile koruyamadığı bir ürperti yayıyordu bedenlerine. Çevredeki yabancılar, iki genç kadına merakla değil, tehditkâr bir bakışla bakıyordu. Irmak, dudaklarının arasından belli belirsiz fısıldadı: “Burası… kesinlikle bizim bildiğimiz bir şehir değil.” Aysima, çenesini kaldırdı. “Olsun. Yine de çıkış yolunu bulacağız.” Sokakta yürürken Aysima ile Irmak birbirlerine bakıp aynı anda durdular. Ne tabela vardı ne de tanıdık bir işaret. Her köşe daha da yabancı, daha da kasvetli görünüyordu. Irmak, önlerinden geçen orta yaşlı bir adama çekinerek seslendi: “Affedersiniz… Beşiktaş’a hangi yönden gidebiliriz acaba?” Adam önce iki kıza tuhaf bir bakış attı, sonra kahkaha atmadığına şükreder gibi alaycı bir şekilde kaşlarını çattı. “Neresi?” diye sordu, kelimeyi uzatarak. Aysima bir an dondu, Irmak’a bakıp yeniden adama döndü. “Beşiktaş… İstanbul’da hani. Sahil yolu…” Adam başını yana eğdi, sanki akıllarını yitirmişler gibi baktı. “İstanbul da neresi? İlk defa duyuyorum.” Irmak’ın yüzü allak bullak oldu. Birkaç saniye gözlerini kırpıştırdı, sonra fısıltıyla Aysima’ya döndü: “Aysima… galiba biz… gerçekten… başka bir yerdeyiz.” Aysima’nın kalbi hızla çarpmaya başladı. Yutkundu, adamın gözlerine dikildi: “Peki burası neresi?” Adam kısa bir kahkaha attı, sonra gayet doğal bir ses tonuyla yanıtladı: “Körfezkaran’dasınız. Başka neresi olacak?” O an iki kızın yüzünden bütün kan çekildi. Körfezkaran… Bu kelime, daha ilk kez duyulmuş olmasına rağmen, içlerine soğuk bir taş gibi oturmuştu. Aysima dişlerini sıkarak sinirle konuştu: “Amca, gece gece dalga geçecek bizden başka adam bulamadın mı? Bak soğuktan zaten iliğime kemiğime kadar donuyorum. Uzatma artık… Nereden binip Beşiktaş’a gideriz?” Yaşlı adam, kadının sert çıkışı karşısında dudaklarını birbirine bastırdı. Çatık kaşlarının altından kıza baktı. Yaşlı olmasa çoktan bedenlerini süzen gözlerini oyup atardı; ama yılların getirdiği suskunluk onu dilini tutmaya mecbur bırakıyordu. Bir anlık sessizlik çöktü. Sokaktan geçen motosikletin uğultusu uzaklaştığında, adam burnundan sert bir nefes verdi. “Kızım… size söylüyorum ya, İstanbul diye bir yer yok. Beşiktaş diye bir yer hiç yok.” Irmak’ın nefesi boğazına düğümlendi. Aysima’nın gözleri büyüdü, ama yine de inatla çenesini kaldırıp dikleşti. “O zaman burası neresi?” dedi, sesi bu defa daha sert çıktı. Yaşlı adam başını hafif yana eğdi, omuz silkti. “Körfezkaran.” dedi, gayet doğal bir tonda. “Şu an ayak bastığınız yer, Körfezkaran.” " Hadi amca hadi sağ ol git yoluna." diyen Aysima, Irmak'ı yanına alarak adamdan uzaklaştı. Hemen çantasını açıp içini karıştırmaya başladı. Ortalama boylarda siyah parıltılı bir çantaydı. Diğerini Irmak'a uzatıp, " Sen de bak." dedi. Irmak da çantayı alıp kurcalamaya başladı. Önce cüzdanı açtı. Kimliği inceledi. Aynıydı, ana adından baba adına kadar. Ve birkaç kart ile para da vardı. Cüzdanı çantaya atıp, içindeki telefonu aldı. Parmak izini okutup kilidini açtı. Rehbere girdiğinde "Annem" yazısını görünce içi titredi. Annesinin ölümü aklına düşünce ciğeri yandı. Manyak herif üzerine araba sürmeden önce annesinin ölümünü haber almış, eve koşuyordu. Hızlıca galeriye girip resimlere baktı. Birkaç kedi ile resimleri vardı. Kaydırdıkça kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Gözlerinden akan yaşlar ise yanaklarını ıslatıyor, sert rüzgar ise anında kurutuyordu. Annesi ile fotoğrafına denk gelince daha çok ağlamaya başladı. Ve o sırada çalan telefonda "Annem" yazısını görünce gözleri şokla aralandı. Annesi öldüyse nasıl arayabiliyordu? Titreyen elleriyle telefonu cevapladı. " Anne." derken sesi bile titredi. " Kızım nerede kaldınız?" diye soran kadının sesiyle rahat bir nefes aldı. Gözlerini kapatıp başını geriye attı. Soğuk cildini çiziyor, acıtıyordu ama umurunda değildi. " Anne, küçük bir kaza geçirdik. Kaybolduk da. Ama merak etme iyiyim. Endişelenme. Sadece eve gelen yolu bulmam gerek o kadar." Kadın endişeyle, " Nerdesiniz, ne kazası kızım?" diye yakınırken, " Endişelenme dedim ya… İyiyim dedim ya… Anne, merak etme. Bir taksi bulunca en fazla bir saate Beşiktaş’tayım." dedi. Sonra sağına soluna bakındı. Irmak ise hâlâ kendi telefonunu kurcalıyordu. " Beşiktaş neresi kızım? Ne diyorsun sen, anlamıyorum. Bana konum at, seni almaya geliyorum." diyen kadınla kaşlarını çattı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD