SONRASI?

1139 Words
O sabah, çok mutlu uyanmıştım. Rojin'i tanımadan önceki son güzel saatlerimdi. O sabahın akşamı hayatımın dönüm noktasının geleceğini, Rojin'in her şeyi alt üst edeceğini ve beni çetin bir karar almak zorunda bırakacağını kim bilebilirdi? Elimde olsa, o gün Güneş doğmasın diye gerekirse dünyanın eksenini en çetrefilli geometrik döngüye yerleştirirdim. Benim Güneş'im kollarımdayken, başka bir Güneş veya yıldıza ihtiyacım yoktu ki... Rojin'den en çok da bu yüzden nefret ettim. Benim parıl parıl parlayan Güneş'imi benden aldı. O akşam aldığım karar ne olursa olsun, her halükarda karanlığa mahkum kalacaktım. Ya Güneş'imin ateşinde yanarak ya da Güneş'imi söndürerek... Bir gece önce Güneş ilk defa bana tamamiyle teslim olmuş, benim kadınım olmuştu. Heyecanı... Buz gibi olan o minicik ellerinden, titreyen dudaklarından, dolan gözlerinden bilen belli olurken, kollarımda masumiyetin portresine dönüşüyordu adeta. O sabah ben, bambaşka bir Zafer olarak uyanmıştım. Kararlıydım, Güneş'e soyadımı verecektim artık. Geçirdiğimiz geceden sonra da bana bu yakışırdı. Uyandığımda Güneş yanımda yoktu. Aradığımda da açmadı. Kendisine mesaj atıp gusül almaya, duşa girdim. Banyo kuruydu. Yani Güneş yıkanmadan çıkmıştı. Kendisi için iyice endişelendim. Belki de pişman olmuştu. Bir an önce abdestimi alıp banyodan çıktım ve Güneş'imi tekrar aradım. Bu defa açmıştı ama sesi soğuk gelmişti. O an için bana öyle gelebileceğine yordum. Ortada bir soğukluk için hiçbir sebep yoktu sonuçta. Eve kargo geleceği için apar topar gittiğini, annesinin köyden turşu ve pestil gönderdiğini söyledi. Bir kahve içip evden çıktım. Şubeye giderken simit, peynir aldım. Hüsnü abinin demlediği çayla beraber afiyetle yerdim. Hani derler ya "Allah ağız tadı versin." diye. Gerçekten o sabah heves ettiğim simit, peynir ve çay bile burnumdan gelecekti. Bizim şubeye girdiğimde herkes bana bir garip bakıyordu. Başta anlayamadım ve bana öyle geldiğini düşündüm. "Günaydın Saffet." dedim ekibimdeki polis memurlarından birine. "Günaydın amirim." dedi. Üstünde kopya çekerken öğretmenine yakalanmış ilkokul öğrencisi tedirginliği vardı. Odama girdiğimde il emniyet müdürüyle karşılaştım. "Günaydın, hoşgeldiniz." dedim ama şaşkınlığımı da gizleyememiştim. Davayla ilgili önemli bir gelişme olduğunu düşünmüştüm ve doğru çıkmıştı. Rojin'in sahneye girdiği ve hayatımın perdesini kapattığı an, işte o andı. Duyduklarımı sindirmeye çalıştım ama yenir yutulur cinsten değildi. En zayıf noktamdan vurulmuştum. Ya silahımı, rozetimi yani şerefimi ve namusumu bırakıp istifamı verecektim ya da bana verilen görevi gerçekleştirecektim. Polislik başka hiçbir mesleğe benzemiyordu. Yeri geldiğinde en merhametli olan bizler yeri geldiğinde en zalim de olabiliyorduk. Ne yaşadığım, neye üzüldüğüm, nasıl kıvrandığım kimsenin umrunda değildi. Yaşadığım bütün bu yıkıma rağmen hiçbir şey olmamış gibi görevimi yapmam ve şubedeki nobetimi devredene kadar sadece görevime odaklanmam gerekiyordu. Benim için o gün en kolay olan şey, üstümdeki acıyan onca bakışa rağmen, kesinlike şubede kalmaktı. Çünkü nöbetim bittiğinde Rojin'le yüzleşecektim ve bu çok ağırdı. Güneş'imi benden almışlardı. Başarılı bir polis memuru hatta bir kahraman olacaktım ben o akşam ama artık nefes alan bir et yığınından başka bir şey olamayacaktım. Ya da mutluluğum uğruna sadece mesleğime değil, vatanıma da ihanet edecektim. Yok, hayır. Ben vatan haini olamazdım. Mesaimin bitmesine dakikalar kalmıştı. Masamdaki kurşunlarla oynuyor ve sonrasını düşünüyordum. Her yolu, her ihtimali değerlendirmem gerekiyordu. Hata kaldıracak bir durumda değildim. Artık kararsızlığın doruklarındayken, karşımdaki Atatürk portresiyle göz göze geldim. Ata'mın mavi gözleri direkt olarak benim gözlerime bakıyordu. Vatanına tutkun her vatandaş gibi benim de önderim, ışığım, yol gösterenim oydu. Sadece orduda görevli bir askerken, padişah fermanıyla hakkında idam kararı çıktığı hâlde, korkusuzca Anadolu halkını örgütleyip, o yoklukta, bütün imkansızlıkların içinde, köylüsü, kasabalısı, kadını, erkeği, çocuğu, âlimi, kamiliyle beraber, omuz omuza bu vatanı, bayrağımızı, asırlardır ezan sesiyle inleyen toparlaklarımızı kurtarmamış mıydı? Bizlere emanet etmemiş miydi bu toprakları? Onun emaneti olsun olmasın, vatan toprağı mukaddes değil miydi? Can pahasına korunmaz mıydı? Bu soruları tek tek cevapladığımda bana artık yapacak pek bir şey kalmıyordu. Hiç bitmesini istemediğim nöbetim bitti. Her ne kadar kararımı vermiş olursam olayım, eyleme dökmek zor geliyordu. Eve gidemiyordum, ayaklarım geri geri gidiyordu. Balıkçılar çarşısına sapıp, oradaki meyhanelerden birinde iki tek atmayı düşündüm önce. Ama görev başında sayılırdım ve görev başındayken içemezdim. Yolda bir teneke kutu gördüm ve ona tekmeyi savurup "Allah kahretsin!" diye bağırdım. Erkekliğime dokunuyordu bütün bu olanlar. Ben öfkeyle sadece yaralı bir hayvan gibi bağırırken, insanlar bana bakıyordu ama umurumda değildi. Çevremi biraz korkuttuğumu farkettim. Üniformalı ve belinde silahı olan bir memur, sokak ortasında neredeyse cinnet geçiriyordu. Ben o sabah annemin karnından yeniden doğmuş gibi uyanmıştım. Hayatımda hiç olmadığım kadar mutluydum. Ben o akşam sevdiğim kadına, gece tamamiyle bana teslim olmuş, benim olmuş kadınıma evlenme teklifi edecektim. Benim en uzun gecemin en güzel sabahını aydınlatan Güneş'imle ömrümü birleştirecektim ama Rojin benim Güneş'imi söndürmüştü. Artık Güneş görsem bile günyüzü görmeyecektim. Bir gece önce, Güneş'ime onu sevdiğimi yeteri kadar söyleyip söylemediğimi düşündüm. Böyle olacağını bilsem, ona sadece içimden hâlâ dolup taşmakta olan sevgimi haykırır, ağzımdan başka da bir söz çıkmasına izin vermezdim. Ah ulan Rojin! Kader kadar kahpesin sen de! Hayatımızda bir kere sevmeye niyetlendik be! Bu kadar mı layık değiliz sevdaya yani? Herkese her şey reva da, bir damla sevda salt bize mi layık değildi hani? Ben de diyorum bu kadar temiz kalmış kız, böyle bir sevda ne sevap işledim de benim payıma düştü? Sanki böylesini bana yar ederlermiş gibi. Vatan meselesi başka mesele... Gururum engel olsa, çiğnerdim. Vatan demek, şeref demek... Namus demek... Ama ben Rojin'e asıl, Güneş'imi benden aldığı için bilendim. Yolda telefonum çaldı. O arıyordu. Acı bir tebessüm belirdi yüzümde, bu kadın beni hangi yüzle arıyordu? Rengimi belli etmemeye özen göstererek telefonu açtım. Kısa bir konuşmadan sonra yola koyuldum. Beni evde bekliyormuş... Eve sanki her şey normalmiş gibi girdim. Sabah eteklerim zil çalarak çıktığım eve, dünya başıma yıkılmış bir şekilde girdim. Sofrayı kurmuş... Hepsi en sevdiğim yemeklerdi... Bir de rakı vardı masada. Görev başındayım, içer miyim hiç? "Neyi kutluyoruz?" diye sordum. Resmen bıçak içerdeydi de, çeviriyordum. Hayatımın sonuna kadar bitmeyecek bir gecenin başlangıcını kutluyorduk, ne olacak? "Her anımız özel olabilir. Nefes aldığımız, hayattan çaldığımız her anı kutlamalıyız." dedi. Bak bak... Laflara bak... Bir de ironi yapıyordu. Rengi atmış gibiydi, tedirgin miydi o? Tabii ya... Her şeyden haberi olmalıydı. Temkinli olup, doğru zamanı kollamakla birlikte, elimi çabuk tutmalıydım. Zira benden önce davranabilirdi. "Sen otur, ben ekmeği unutmuşum." dedi. Masada ekmeklik bir şey yoktu. Sarmalar, içli köfteler, börekler, kısırlar... Hangi birini ekmekle yiyecektik ki? İşte bu an, bir işaretti. Kapıya yönelip, tam çıkacağı sırada birden bana döndüğünde elindeki silahı bana doğrultmuştu. Ama beklemediği şey, bana arkasını döndüğü anda çoktan emanetime davranmış olmamdı. "Demek kararını verdin..." dediği sırada gözleri mi dolmuştu yoksa bana mı öyle geliyordu? "Gördüğüme göre sen de..." dedim. "Ben mecburum." dedi. "Asıl ben mecburum, sen benim Güneş'imi söndürdün." dedim. Bunu duyduğu esnada dudaklarından kaçan hıçkırığa engel olamamıştı. "Zafer, ben seni gerçekten çok sevdim. Eğer zamanı geriye alabilseydim, eğer dokuz ay öncesine dönebilseydim..." dediğinde "Benim kalbim Güneş'ten başkasına kapalı. Dokuz ay öncesine gidebilsek sen bu günüme Güneş'imi verebilecek miydin?" diye lafını kestim. "Hadi sevdamdan geçtim... Vatanıma nasıl ihanet edeyim ben, Rojin?" diye sordum. Son söylediğimle, gözlerini pişmanlıkla yumdu bir an için. Bağırmıyordum bile... O kadar değersizdi karşımdaki... İkimiz de silahlarımızı birbirimize doğrulmuştuk ve göz göze bakıyorduk. Sonra bir el silah sesi çınladı evimin duvarlarında. Ya sonrası?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD