Giriş
Mete eve geldiğinde ders kitaplarını yatağa atıp hemen bilgisayarın başına geçerek istediği okulları araştırmaya başladı. Bir kaç üniversiteye bakmıştı ama tek istediği Columbia Üniversitesiydi. Biran önce okula kabul mektubu yazmak istiyordu ama önce ailesine haber vermeliydi. Biliyordu ki bu haber ailede iyi karşılanmayacaktı. Özellikle babasının bu habere sevinmesi imkansızdı.
Odasının kapısı açıldığında içeri Melis izin beklemeden girerken “abilerin en yakışıklısı ne yapıyormuş” dediğinde Mete hemen açık olan ekranı kapatmak istese de geç kaldı.
Melis koşarak yanına gelip “neye bakıyorsun sen” derken açık olan ekranı gördüğünde “yapma be abicik babam hayatta izin vermez biliyorsun” dedi.
Mete bilgisayar ekranını kapatıp “senelerdir onun sözünden bir kere çıkmadım Melis, bu sefer hayallerimi gerçekleştirmek istiyorum” dedi.
“Abicim ben seni anlıyorum sonuna kadar da arkandayım ama biliyorsun babamı. Ben senin hayal kurup sonra üzülmeni istemiyorum.”
Mete ayağa kalkıp kardeşine sarılırken “sen merak etme minik fare ben bir yolunu bulurum” dedi.
Melis de ona sarılırken “peki abi sen nasıl istiyorsan öyle yap ama sonra beni neden uyarmadın deme” dediğinde Mete kardeşinin burnuna vurarak “demem minik fare” dedikten sonra “sen anlat bakalım okul nasıldı” dedi.
Melis gelecek yıl liseye başlayacağı için heyecanlı ve sınav stresinde dolayı sinirliydi. Babasının baskısı Mete’nin üstünde daha fazla olsa da Melis’i de etkiliyordu. Erkek çocuğu olduğu için Mete’ye daha çok baskı yaparken, Melis’i de başarılı olmaya zorluyordu.
İki kardeş derslerden konuşup tartışırlarken anneleri içeri geldiğinde “ana kraliçem gelmiş” diyen Mete annesine doğru hareketlenerek ona sıkıca sarıldı. İki gündür bağlı olduğu derneğin bağış toplama organizasyonunda görev alan annesi şehir dışından yeni dönmüştü.
“Geldim ve siz iki yaramazı burada buldum” diyen Asuman Hanım bir kolunu oğlunun beline dolarken diğerini de açarak Melis’i koltuğunun altına çağırdı.
“Neler kaynatıyorsunuz böyle” dediğinde Melis abisine bakarken, Mete “hiç öyle derslerden konuşuyoruz” dedikten sonra duraklayarak “bir de hangi üniversiteye gideceğimden” dedi.
“Oğlum onun konuşulacak bir şeyi yok ki. Babanın gittiği üniversiteye gideceksin” diyen annesi akşam yemeğinde olacakların uyarısı gibiydi.
Annesinin sözleriyle iki kardeş anlamlı bir şekilde bakışırken, Melis “anne neden o üniversiteye gitmek zorunda ki” dediğinde, Asuman Hanım oğluna bakarak “istediğin başka Üniversite mi var” dedi.
Mete annesinin kolundan kurtulup bilgisayarına yönelerek az önce kapattığı sayfayı geri açtığında Asuman Hanım donup kalmıştı. “Ah” derken oğlunun umutlu gözlerine baktı. Onun gözlerinin içine bakarak umudunu söndürmek istemese de “babanın düşüncelerini biliyorsun oğlum” dedi.
Mete annesinin gözünden gözlerini kaçırırken ekrana bakarak “anne çok istiyorum” dediğinde annesi onun yanına gelip son zamanlarda epey uzayan oğlunun yanağını uzanarak öpüp “elimden geleni yapacağım tatlım ama lütfen ben babanla konuşmadan bu konuyu açma tamam mı?” dedi.
Mete sevinçle annesine bakarken, Melis “işte bu be ana kraliçe sen bir harikasın” dediğinde Asuman Hanım “durun bakalım hemen sevinmeyin babanızla daha konuşmadım” derken Melis ile Mete annelerinin iki tarafına geçmiş onu öpücüklere boğmuştu.
Aksam yemeğinde annesi dernekte yaptıklarını anlatırken hepsi dinliyor arada babası annesine sorular soruyordu. Asuman Hanım’ın sözcükleri bittiğinde Osman Bey, Mete’ye dönerek “derslerin nasıl gidiyor oğlum zorlanıyor musun?” dedi.
Mete kafasını iki yana sallayarak “hayır baba iyi gidiyor” dediğinde Osman Bey memnun bir şekilde gülümseyerek “aferin oğlum, benim gibi o üniversiteye en yüksek not ortalamasıyla gireceksin” dedi.
Mete tam itiraz etmek istercesine ağzını açmıştı ki Melis “benim de çok iyi gidiyor baba, abimin notlarını geçeceğimden emin olabilirsin” diyerek sırıttığında, Osman Bey “sakın abini geçebileceğini düşünme Melis, sen asla onunla denk olamazsın” dediğinde Melis’in gülen yüzü değişirken yerini sinirden kızarmış bir yüze bırakmıştı.
Asuman Hanım rahatsız olarak “Melis de gayet başarılı hayatım” dediğinde, Osman Bey “istediği kadar başarılı olsun” dedikten sonra Mete’nin omzuna elini atıp, güçle sıkarken “benim aslan oğlum tek varisim” dedi.
Osman Bey’in sözleri Melis’in kalbini derinden yaralarken “neden baba” dediğinde Osman Bey ona bakarak “ne, neden” dedi.
Melis sandalyesinden hızla kalktığında ahşabın yere sürtme sesi geniş salonda yankılanırken Asuman Hanım kızını uyarırcasına “Melis yapma” dediğinde Osman Bey karısına dönerek “ne yapacakmış” dedi.
Aynı anda Melis’in sözleri yankılanmıştı. “Neden bana bir hiçmişim gibi davranıyorsun baba” diye bağırdığında, Osman Bey “sesini alçalt küçük hanım” diye sakince konuşurken herkes bunun fırtına öncesi sessizlik olduğunu biliyordu.
Mete yerinden kalkıp Melis’in yanına giderek “hadi yerine geri otur kardeşim” dediğinde, Melis ona nemli gözlerle baktıktan sonra arkasını dönmüştü ki Osman Bey “yemeğini bitirmeden nereye gidiyorsun sen” diye bağırdı.
Melis daha fazla adım atamazken Mete hemen gidip kardeşini omuzlarından kavrayarak “hadi Melis uzatma, daha fazla sinirlenmeden geri otur” diye fısıldadı.
Melis ağlamak istercesine “abi” dediğinde “hadi minik fare ben yanındayım” dedi Mete, kardeşine güç vermek isteyerek.
Osman Bey “oturun artık şuraya” diye bağırdığında Mete, Melis’i omuzlarından geri çevirerek masaya yönlendirdi. Sandalyesini çekip Melis’in oturmasına yardım ettikten sonra yerine geçtiğinde babası “yarın ki maç için ne düşünüyorsun” dedi. Sanki az önceki yaşananlar hiç yaşanmamıştı.
Melis burnundan güler gibi bir ses çıkarttığında Osman Bey ona dönüp “Melis seni bir daha uyarmayacağım” dedikten sonra tekrar Mete’ye dönüp “kazanacağınızı umuyorum” dedi.
Umuyorum lafının altında küçük bir tehdit yatarken Mete “ben elimden geleni yapacağım baba” dedikten sonra önündeki etten bir parça keserek ağzına attı.
“Biliyorum oğlum. Futbol ne kadar takım işi olsa da kaptan sensin bunu sakın unutma.”
Mete artık patlamamak için kendini zor tutuyordu. Babasına yaranabilmek için derslerinin iyi olması yetmezdi. Aynı zamanda sporda da başarılı olması gerekirdi ki Mete o konuda doğuştan yetenekli olmasına seviniyordu. Dersleri çok fazla vaktini alırken futbol antrenmanlarına bazen katılamasa da formunu kaybetmiyordu.
“Kaptan ben olsam da takımın yenilmesinin suçunu bana yükleyemezsin.”
Mete’nin öfkeli karşı çıkan sesi masanın üstüne sessizliği getirirken, ani gelen darbeyi fark edemedi Mete. Sol tarafına aldığı darbeyle Mete sandalyesiyle birlikte düşerken Melis ile annesinin çığlık attığını duydu.
Babası “oturun yerinize” diye kükredikten sonra “kalk ve yemeğini ye” diye Mete’ye bağırdığında Mete yumruklarını sıksa da söyleneni yaptı. Dudağından kan sızarken sandalyesini kaldırıp yerine oturduğunda kafasını kaldırıp kardeşine ve annesine bakamıyordu. Masanın başında oturan babası yemeğine devam ederken Mete peçeteyle dudağından sızan kanı sildi.
“İki gün annenle evde yoktuk ve olana bak. Kızımı da oğlumu da tanıyamıyorum. Hangi cüretle bana sesinizi yükseltip karşı çıkmaya kalkarsınız ha.”
Asuman Hanım “Osman sakin olmalısın” dediğinde, eşinin sinirinden o da nasibini almıştı. “Sen hiç konuşma Asuman. Bütün bunların suçlusu sensin. Dernek, dernek gezeceğine oturup çocuklarına biraz saygıyı öğretseydin bunların hiçbiri olmazdı.”
Asuman Hanım öfkeyle eşine bakarken onun çocukların lafını vurgularcasına “çocuklarımız gayet saygılı ama babaları belki de hak etmiyordur” dediğinde Osman Bey öfkeden köpürmüştü.
Ama Asuman Hanım’ın söyleyecekleri bitmemişti. “Ben dernek dernek gezerken sen neredeydin. Bitmeyen iş toplantılarından fırsat bulup da çocuklarımızla ilgilenmeyen senken bana sakın laf söylemeye kalkma.”
Masaya inen kuvvetli yumrukla hepsi sıçrarken Osman Bey kontrollü ama öfkeyle dolu bir sesle “Asuman” diye soluduktan sonra başları önlerinde eğik Mete ile Melis’e bakarak “odanıza gidin” dedi.
Mete’nin sandalyeden kalkması uzun sürerken, Osman Bey “hemen” diye bağırdığında yerinden kalkmış hızla giden Melis’in arkasına takılmıştı.
Salondan çıktıklarında iki kardeş birbirine korkuyla bakarken içeriden “çocukların önünde benimle nasıl bu şekilde konuşursun sen” diye bağıran Osman Bey’in sesini duyduklarında Mete çıktığı kapıya doğru bir adım atarken, Melis onu kolundan merdivenlere çekerek “annem halleder abi” dedi.
Mete annesini yalnız bırakmak istemese de yapabileceği bir şeyin olmadığını biliyordu. Melis’in odasının bulunduğu katta ayrılırlarken Melis “annem onunla konuşmadan bir daha ağzını açmaya kalkma abicik” dediğinde Mete yemekte onun ne yaptığını anlamıştı.
Melis odasına doğru yönelirken kolundan tutup onu durdurarak “bir daha beni korumak için kendini öne atma” dediğinde, Melis ona dönüp gülümserken “ben ne yaparsam yapayım asla babamın gözünde değişmem abicik o yüzden benim için endişelenme” dedi.
Mete kafasını iki yana sallarken “yapma Melis, onun düşünceleri farklı olabilir ama yine de seni de önemsiyor biliyorsun” dediğinde Melis kıkırdayarak “evet önemsiyor, gittiğimiz davetlerde hanımefendi gibi davranıyor muyum? Ders notlarım ortalamanın üstünde mi? Arkadaşlarının çocuklarından daha iyi miyim?” dedikten sonra gözlerindeki acıyı saklama gereği duymayarak “onun tek önemsediği dışarıya nasıl göründüğümüz abi asıl bunu sen çok iyi biliyorsun” dedi.
Mete kardeşinin haklı olduğunu bildiğinden ağzını açamadı. Melis onun suskunluğuna karşı çıkmadan abisini yanağından öpüp “iyi geceler” dedikten sonra kendi odasına gitmişti.
Mete odasına çıktığında tüm katı kaplayan gereğinden fazla büyük odasına bakıp sesli bir nefes bıraktı. Babası onun tüm ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılıyordu ama bunun için şartlar vardı. Onun istediği gibi bir evlat olduğun sürece her istediğine ulaşabilirdin. Tabi bu isteklerinde babasının isteklerine ters düşmemesi gerekiyordu. Mete’nin şimdiye kadar çok fazla itirazı olmamıştı ama tek hayali yurt dışında okuyup biraz ayrı kalmaktı evden. Bu da babasının isteğinin tam tersiydi. Onun hayali Mete’yi kendi gittiği okula göndermek ve üniversitenin ilk yıllarından itibaren yanına alıp şirkette çalıştırmaktı. Ama Mete bunu istemiyordu. Evet, arada bir şirkete gittiğinde bazı konularda kafa patlatmayı seviyordu ama okulunu bitirdikten sonra kendi istediği bir işte çalışmayı istiyordu. Bu da imkansız bir hayal gibiydi.
Düşüncelerinin ağırlığı altında ezilirken aynaya doğru yaklaşıp babasının vurduğu yere baktı. Kurumuş kan lekeleri patlamış dudağının etrafını süslerken yarına iz kalacağı kesindi. Odanın diğer tarafındaki banyosuna ilerleyerek ecza dolabından pamuk ile alkol aldıktan sonra yarayı temizledi. Canı yandığında yüzünü buruştururken yarınki maça kadar geçmesini umut etti.
Ertesi günü maç zorlu geçse de karşı takımı yenmişlerdi. Soyunma odasında bunun coşkusu hakimken Mete doğru düzgün arkadaşlarının sevincine katılamadı. Duşta biraz fazla oyalanarak hepsinin gitmesini bekledikten sonra sesler kesildiğinde artık yalnız kaldığını düşünerek havlusunu beline dolayarak dışarı çıkmıştı.
Dolapların yanına geldiğinde arkadaşı Cenk’i görünce şaşırdı. “Herkes gitti sanıyordum” diyerek dolabına gidip üstünü giyinirken Cenk ses çıkarmadığında arkasını dönünce Cenk’in onu izlediğini gördü. O dönünce Cenk anında kafasını eğerken üstünü giyinen Mete yanına gidip oturarak “neyin var senin” dedi.
Cenk “önemli değil boş ver” diyerek ayağa kalkmaya çalıştığında, Mete onu kolundan tutup oturtarak “kaptanın olarak emrediyorum neyin var anlat” dedi gülerek.
Cenk onun dudağını işaret ederek “senin neyin var” dediğinde, Mete omuz silkerek “kapıya çarptım” dedi.
Cenk gülerken “kapının sağlam bir sağ kroşesi varmış kaptan” dediğinde Mete “konuyu değiştirmeye çalışma Cenk anlat” dedi.
Cenk gözlerini ondan kaçırırken “olmaz kaptan, ısrar etme” dedi sıkıntıyla.
Mete onun omzuna kolunu atarken “lan biz arkadaş değil miyiz? Neyin var anlat işte” dediğinde, Cenk “anlatırsam beni takımdan atarsın” dedi.
Mete şaşkınlıkla bir anda geri çekilirken “ne yaptın lan uyuşturucuya mı başladın” deyince Cenk “ne? Asla, saçmalama Mete” diye bağırdı.
“Ne yaptın o zaman oğlum” diyen Mete, Cenk’in bir anda dudağına yapışmasıyla neye uğradığını şaşırmıştı.
Mete onu itip hızla yerinden fırlarken, Cenk de yerinden fırlayarak “kahretsin, kahretsin” dedikten sonra “Mete ben” demişti ki daha fazla onun yüzüne bakamayarak soyunma odasını terk etti.
Mete ilk başta şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırırken, ne yapacağını şaşırsa da Cenk’in bu şekilde gitmesini istemediğinden peşinden koştu. Okulun bahçesinde onu yakaladığında Cenk kolunu çekerek “Mete bırak özür dilerim” dedi.
Mete etrafta hala öğrencilerin olduğunu görünce onu omzuna kolunu atarak “sakin ol dikkat çekiyoruz, şimdi benimle gel ve neler olduğunu bana açıkla. Yoksa o kafanı patlatırım” dedi.
Cenk ondan kurtulmaya çalışmaktan vazgeçerken Mete ile birlikte tekrar soyunma odasına dönmüşlerdi.
Mete, Cenk’i karşısına oturturken kendisi ayakta durup kollarını göğsünde kavuşturarak “seni dinliyorum Cenk” dedi.
“Lanet olsun neyini dinliyorsun. Açıkça belli değil mi? Senden hoşlanıyorum” dediğinde Mete bir adım geri kaçarken gülerek “sen kafayı yemişsin” dedi.
Cenk onun sözlerindeki alaydan dolayı incinirken “dalga geçmen için söylememiştim” dediğinde Mete karşısındaki arkadaşının gayet ciddi olduğunu anlamıştı.
Biraz dikleşip boğazını temizlerken “şey yani sen” deyip devamını getiremediğinde Cenk onun sözünü tamamlayarak “homoseksüelim” dedi.
Mete “siktir” derken onun kendisini izlediğini hatırlayarak arkadaşının yanına oturup “dostum bak, yani ben, ne diyeceğim bilemiyorum” dediğinde Cenk elini kaldırıp havada sallayarak “önemli değil, ben alıştım artık sadece bir an seni de öyle sandım ve işte sanırım senden hoşlandığım için öyle olmasını umut ettim” dedi.
Mete “dostum alakası yok” derken Cenk omuz silkerek “seni öptüğümde yüzündeki ifadeden bunu anladım merak etme” dedikten sonra Mete’ye bakıp “yine de ilk öpücüğünü almış olduğumu düşünüyorum” diyerek sırıttığında, Mete arkadaşının biraz rahatlamasıyla o da gülerek “hiçte bile” dedi.
“Hadi ama seni hiçbir kızla görmedim” diyen Cenk “biraz da o yüzden seni de kendim gibi sandım” diyerek onunla dalga geçerken Mete “kızlara ayıracak vaktim yok dostum biliyorsun, dersler ve takım yeterince vaktimi alıyor ama bu eğlenmediğim anlamına da gelmiyor” diyerek sırıttı.
Cenk “tamam ayrıntıya girip kalbimi kırma” diyerek güldüğünde Mete onun aksine ciddileşerek “peki bundan kimlerin haberi var” dedi.
Cenk de ciddileşirken “ailemin dışında bir tek sen biliyorsun” dediğinde Mete’nin gözleri irileşerek “ailenin haberi var mı?” dedi.
Cenk “ilk olarak onlara söyledim” dediğinde Mete bir an kendi babasına böyle bir şeyi söylediğini düşündü ve gerisini hayal etmek istemedi. Büyük ihtimal evlatlıktan reddedilirdi. Bu düşünceler aklındaki farklı düşüncelere sebep olurken, belki de evden çıkmanın bir yolunu bulmuştu. Babası homoseksüel bir çocuğu yanında kesinlikle tutmazdı.