Bir Yalan Bin Gerçeği Sorgulatır

464 Words
“Bir yalana denk gelmesin insan, sonra binlerce doğruyu sorgulamak zorunda kalıyor.” Ben Havin Mahperi. Yıllar önce, daha doğmadan babasız kalmış bir kız çocuğuydum. Kalbimdeki o eksikliği annemle tamamlamıştım. O, hem annem hem babam olmuştu. Sığındığım liman, iyileşemediğim yaralarımın üstünü örten pamuk ellerdi. Ama yaklaşık bir buçuk ay önce… Hayatımın en değerli varlığını da kaybettim. Annem. Hayat, beni hep eksik bırakmayı marifet saymış gibiydi. Tamamlanmamı engelliyor, hep bir şeyleri yarım bırakıyordu. Fakat bu seferki eksiklik… dayanılır gibi değildi. Ben güçlü kalmaya çalıştıkça yere seriliyordum. Ayakta kalmak, nefes almak, yürümek bile büyük bir çabaydı. Annemin ölümünün ardından omuzlarıma binen yük, kalbimde açılan sonsuz bir sızıyla birleşti. Ne kadar güçlü olmaya çalışırsam çalışayım, içimde bir yer her geçen gün daha çok boşalıyordu. Ve yetmedi… Hayatımın aşkı dediğim adam, bu en karanlık günlerimde elimden tutmak yerine arkamdan bıçakladı. Beni aldattı. İşte o zaman yıkıldım. Her gün ölmek istiyor, bu acıdan kurtulmak için dua ediyordum. Ruhumda artık hiçbir renk kalmamıştı. Gözümdeki ışıltı, dudaklarımdaki gülümseme çoktan solmuştu. 26 yaşında olmama rağmen, içimdeki neşe ve yaşama sevinci yıllar öncesinden kaçıp gitmişti. ⸻ O gün… Annemin mezarının başında diz çöküp ağlarken, sanki kalbim de toprağa gömülüyordu. Yağmur başlamıştı. Gökyüzü de benimle birlikte ağlıyordu. Kalkmak istedim, başaramadım. Sırtımı mezar taşına yaslayıp hıçkıra hıçkıra ağladım. Yanaklarımı ıslatan sadece yağmur değildi. Bir süre sonra içim ürperdi. Mezarlıktan çıkmak üzereyken fark ettim ki… etrafım sarılmış. Arabama ulaşmaya çalışırken, karanlıkta beni takip eden silüetleri fark ettim. Hızla arabama bindim, tüm kapıları kilitledim. Titreyen ellerimle telefonumu bulmaya çalıştım ama bulamıyordum. Arabanın içi zifiri karanlıktı. Tam o anda, cama tıklayan bir adamın siluetiyle irkildim. Elim ayağım birbirine dolandı. Kafamı kaldırdım, göz göze geldik. Gözlerindeki pis sırıtışı unutamıyorum. “Bizi uğraştırmadan aşağı in küçük kız. Ne kadar kaçarsan kaç, seni almadan buradan gitmeyeceğiz,” dedi. Sonra kahkaha attı. O kahkahada kötülüğün yankısı vardı. Titreyen ellerimle çantamı karıştırırken parmaklarım telefona değdi. Gözüm kapalı aradım o ismi: Efken. “Lütfen aç, lütfen Efken…” dedim titrek sesimle. Telefon açıldı ama daha ağzımı açamadan o tanıdık ama tanımak istemediğim ses konuştu: “Ahh benim masum ama salak sevgilim… Yolun sonuna geldin. Fazla direnip yorma adamlarımı, tamam mı?” Telefon yüzüme kapandı. O an anladım… artık kimseye güvenemezdim. Arabanın iç ışığını yaktım, koltuğu yavaşça geri çekip çantamı boynuma astım. Sessizce kapıyı açıp mezarlığın taş duvarına yöneldim. Kaçmalıydım. Ve koştum. Koştum ama peşimdeki ayak sesleri hızlandıkça ben daha da hızlandım. Bir mezarın yanından fırlayan taşlara takıldım, dizlerim kan içinde kaldı ama durmadım. Sonunda… Bir duvara ulaştım. Tırmandım. Bütün gücümle, can havliyle yukarı çektim kendimi. Ama… Bir el. Bacağıma yapışan bir el beni aşağıya çekiyordu. O an göz göze geldik. Onun suratına tüm öfkemle ayağımı savurdum. “Beni bırakın lan! Ölmeyeceğim! Sizin için geri döneceğim ve işte o zaman gebermemek için bana dua edeceksiniz!” diye bağırdım. Ve o an… karanlık bir boşluğa savruldum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD