bc

NÜFUS: 1

book_age12+
435
FOLLOW
1.1K
READ
time-travel
kickass heroine
comedy
bxg
another world
betrayal
disappearance
first love
novice
sacrifice
like
intro-logo
Blurb

Mayıs, her zaman ki

gibi sabah okul için kalktığında çevresinde garip şeyler döndüğünü fark eder. Bunun endişesiyle annesine ya da tanıdık herhangi birine ulaşmaya çalıştığında ise bu çabaları yetersiz kalır. Çünkü o artık dünyada tek başınadır.

Peki, insanlar nereye gitmişti?

Ya da Mayıs, neredeydi?

chap-preview
Free preview
KAFESTEN KUŞ
Alarmın sesiyle gözlerimi araladım. Okuldan nefret ediyordum. Kim, zamanın yarışından fazlasını boş beleş derslerle geçirmek ister ki? Yorganı üstümden bacaklarımla itekledim ve ayağa kalktım. "Anne!" diye bağırdım odasına karşı. Ses gelmiyordu. Markete gitmiş olacağını düşündüm. Koltuktaki yorganımı ve altıma serdiğim pikeyi katlayarak annem ile babamın odasına götürdüm. Yastığı da götürdüğümde koltuğu eski haline getirdim. Maalesef odam yoktu. Bu yüzden bu koltuk benim yatağım olmuştu. Kıyafetlerim de annemlerin odasında oluyordu. Fakir olmaktan nefret ediyorum. Hergün bunlarla uğraşmaktan da nefret ediyorum. Keşke ben de zengin olabilseydim. Mutsuzca kahvaltımı yaptım. Bir yandan zeytini yerken bir yandan da dışarısının neden bu kadar sessiz olduğunu düşündüm. Kaşlarımı çatarak dışarı çıktım. Kimse yoktu. Ses yoktu. Saat yediydi. Bu saat, genelde insanların işe gitme saati olurdu ve bu civarlar kalabalık olduğu için çok gürültülü olurdu. Sırf bu yüzden anneme ağlamıştım. Sessiz sakin bir yerde yaşamak istiyordum... Bir anda hızlanan kalbimle mahallemizin bakkalına koşturdum. Kapalıydı. "Neler oluyor?" Tekrardan eve girdim. Telefonumdan birilerini arıyordum ama kimse açmıyordu. Kalbim korkuyla çırpındı. Darbe mi olmuştu? Neden kimse yoktu? Neden sessizlik hakimdi? Instagrama girdim. Kimse paylaşım yapmamıştı. "Tamam...sakin olmalıyım." diye mırıldandım ve şeyma subaşının hesabına girdim. Paylaşım yapmamıştı. Dudaklarımla birlikte gözlerim kocaman açıldı. Her şeye tamamdım ama buna değil... "Ne bok oluyor lan?" dedim ve televizyonu açtım. Bomboştu. Kanallarda kimseler yoktu. Diğer yaptıklarım saatler içinde gerçekleşti. En nefret ettiğim okula bile gittim. Sessizlik...ölüm sessizliği ile karşılaştım. Belki zordu. Ama kabullenmiştim. Dünyanın nüfusu bire düşmüştü. Tüm dünyanın hem efendisi hem de kölesi olmuştum. Yapmam gereken şey ise hayatta kalmaktı. Peki ya, tek başına ne yapacaktım? Sikeyim. Ne bok yiyecektim? Biraz durdum ama sonrasında düşünmenin bir faydası olmayacağını anlayarak yürüyüşe çıktım. Geldiğim semte bakıp alayla güldüm. "Yuh! Kendimi satsam alamam, şu evlere bak." deyip bir tanesinin bahçesine girdim. Dört katlıydı ve kocaman bir bahçesi, bahçesinde de bir havuzu vardı. Nasıl girecektim ki? Sandalye ile göz göze geldiğimde sırıttım. Tahtadan oluşmuş sandalyeyi alarak cama vurduğumda kırıldı. Cam değil. Sandalye. Tip tip baktım. "Zenginlerin camı da sağlam olur tabii." diye mırıldandım ve yerde salıncağın demirini zorlukla söktüm. Tekrardan denedim. "Sabır! Kırılmaz cam mı taktırdın namussuz?! Gören sssı'de çalışıyor sanacak." Onuncu denememde cam paralara ayrıldı. Gülümseyerek içeri girdim. Şömine salonun ortasında duruyordu. "Bu benim nereden aklıma geliyor ya?" Daha fazla umursamadan üst kata çıktım ve ilk odaya girdim. Yatak odasıydı. Bizim ev kadardı. Komodine yürüyünce bir fotoğraf gördüm. "Lan gire gire bu kadının mı evine girmişim?" diye hayretle çemkirdim ve elimdeki banu alkanlı fotoğrafı yatağa fırlattım. Gerçekten Banu Alkan'ın odasındaydım. Hani şu, Kylie Jenner'in onu taklit ettiğini söyleyen kadın... Giyinme odasına girince gördüğüm kıyafetlerle dudağım büzüldü. "Banu Alkan..." diye mırıldandım ve pavyonlarda olan pembe tüylü şeyi elime aldım. Boynuma sararak aynanın karşısına geçince kahkaha attım. Pezevenk gömleği diye hitap edilen gömleği de üstüme geçirdiğimde kıkırdadım. Başımda da, akasya durağındaki sinan'ın çapkınlık yaparken taktığı şapka vardı. "Tırın tırın tırın." diye mırıldandım ve elimde hayali bir tespih varmış gibi salladım. Bir anda ciddileştim. "Ne yapıyorum ya?" Kaşlarımı çatarak elime kolye aldım. "Tırın tırın tırın." diyerek kolyeyi elimde çevirince güldüm. "Şimdi oldu." Sanırım dünyada tek başına olmak, o kadar da kötü değildi... Sırıtarak balkona çıktım. Aşağıya baktığımda gördüğüm havuza beraber alt dudağımı dişledim. Buradan atlasaydım en fazla ne olurdu ki? Geri geri gittim ve koşarak kendimi bıraktığımda saniyeler içinde pişman olmuştum bile. Kendimi havuzun derinliklerinde hissettiğimde yüksek yerden atlamanın verdiği sertlik tüm bedenimi yaktı. Yüzümü buruşturarak havuzun kenarına geldim. "Yaşıyorum lan!" dedim sevinçle havuzdan çıkarken. Yerdeki cam kırıklıklarına dikkat ederek içeriye girdim mutfağa geçerek buzdolabından portakal suyu aldım. Yeniden havuz başına oturdum. Aklıma arkadaşlarımın sözü geldi. 'Dünya senin etrafında dönmüyor.' Kahkaha atarak, "Dünya benim orospu çocukları!" diye bağırarak geriye yattım. "Öldürmeyen Allah öldürmüyor işte." dedim yeniden kendi kendime. Kimse yoktu. Tek başımaydım. "Ya da öldüm ve cennetteyim?" Yukarıdaki balkonda asılı pembe tüylü şeyi gördüm. "Cennette banu alkanın evinin ne işi var ya!" diye inledim. Dudaklarımı büzerek yatak odasına gittim. Üstüm başım sırılsıklam olduğu için yeni bir şeyler giymem lazımdı. "Tırın tırın neler var bakalım?" dedim kendi kendime gülerek. Başka kimse yoktu ya...mecbur kendimi güldürüyordum işte. "Ya Banucuğum bunlar ne?" dedim kıyafetlere bakarken. Leopar desenli çirkin çirkin şeyler..."aman kızım, sen de." dedim aynaya karşı. "İstersen çıplak gezersin. Kimsecikler yok. Ne namus bekçileri, ne şerefsizler, ne de tecavüzcü coşkuncular." Yine de rahat edemediğim için siyah bir elbise giydim. Bedenimden on kat büyüktü ama şimdilik idare edebilirdim. Tekrardan aynı hızlı aşağıya inip bir kağıt ve kalem buldum. Yapmam gereken bir şey vardı. Aslında en büyük hayalimdi. Dünyayı gezmek. 1- Araba bul. 2- Bu kadar :D Paraya ihtiyacım yoktu. İstediğim her şeyi yer, içer ve gezerdim. Bence kesinlikle tek başına olmak kötü değildi. Dünyanın tüm nimetlerinden ücretsiz yararlanabilirdim. Evin içinde gördüğüm anahtarı alıp dışarıya çıktım ve bastığımda ışıkları yanıp sönen lüks arabaya ilerledim. Mutluydum. Her şeyden habersiz... Lüks arabaya atladım. Nasıl kullanılacağını bilmiyordum ama otomotik vites olduğu için çok da bilmeye gerek yoktu. Sadece babamı birkaç kez kullanırken görmüştüm. Arabayı yavaşça çalıştırdım ve aynı hızla gitmeye başladım. Telefonumdan spotifye girerek serdar ortaç açtım. "Seni çöpe atacağım poşete yazık!" Aklıma eski sevgilim geldi. "Bir sigara yakacağım ateşe yazık!" "Dur dur dur..." dedim aklıma gelen fikirle. Aracı döndürerek gitmeye başladım. Nereye gireceğimi biliyordum yahu... Sakin. Durduğumuz evin önüne baktım. Normal bir apartman dairesiydi. Çelik kapıyı nasıl kıracaktım ki? Umursamazca omuz silktim. Bir yolu bulunurdu herhalde. Yok! Olmuyor. İki saattir buradayım ve eski sevgilimin evine gitmek üzereyim. Kapıyı kıramayınca ben de duvarı kırdım. Evet. Napalım, çelik kapı yapıp kağıt gibi duvar yapmasalardı. Elimde baltayı atarak saçlarımı savurdum. İlk önce odasına girdim. Duvarda gördüğüm fotoğraflarla ağzım aralandı. "Vay adi vay." diye mırıldandım. Fotoğrafta eski sevgilim vardı. Vardı varmasına da yanında dudaklarını vakumlayan kişi, Arkadaşımdı? "Ben de diyorum ki, Ceylin neden ondan ayrılmamı bu kadar istiyor?" Cıkladım. "Adi hoşaflar." Parmaklarımı çıtlattım. Dizilerde hep gördüğüm ama sonrasında toplamaya üşendiğim için yapmadığım bir şey vardı. Gelin size göstereyim. Elimdeki baltayla sinsice gülümsedim. Sonradan önümdeki kanepeye indirdim. Direkt içe göçtüğünde ofladım. "Hayır bak böyle olmayacak." dedim baltayla konuşarak. "Şöyle olacak." Cama vazo fırlattım ve cam parçalara ayrıldı. "Sonra böyle." diyerek mutfaktaki bardakları ve tabakları kırdım. Sonradan bilerek yapmamışım gibi dudaklarımı büzdüm ve "Pardon." dedim. Mutfaktan aldığım kibrit ve gazete parçasına baktım. Onun odasına girdim. Fotoğraflara orta parmağımı çıkartarak kibriti çaktım ve gazeteyle beraber yorganın üstüne attım. Gülümseyerek oradan ayrıldım. Diğer bir kibrit çöpünü perdeye fırlattım. Sonra diğerleri, diğerleri ve diğerleri... İçim rahatlamış bir halde ellerimi cebime koyarak apartmandan çıktığımda, arkamdaki ev alev almış, yanmaya başlamıştı... Şehrin en güzel alışveriş merkezlerinden birisindeydim. Şehrin tüm kalabalığını karşılayan bu lüks yer, tahmin edilebileceğinden daha sessizdi. Sanırım, artık alışmalıydım. Hemen kıyafet mağazasına girdim. Kan kırmızısı renginde bir gece kıyafeti görünce alt dudağımı ısırdım. Çok güzeldi. Fiyat etiketine bakınca dudaklarım uçukladı bir an. 3975,99Kr Bu resmen babamın bir buçuk aylık maaşıydı. Neyse. Artık o hayalini kurduğum, kıyafetlerin etiketine bakmadan alabileceğim günlere gelmiştim. Galiba, eksik dua ettim. Çünkü insanlığın yok olmasını, sadece kendimin kalması seçeneklerimin arasında yoktu. Üstümü değiştirerek aynaya baktım. Hoş durmuştu. Sonra bir tane daha denedim, bir tane daha, bir tane daha, bir tane daha... Toz pembe Bir elbise giyip dudaklarımı büzdüm. "Of Berkecan yaa," dedim kendimi gülmemek için zor tutarken. "Tırnağım kırıldı diyorum niye anlamıyorsun?" Ağzım yamuk konuşmaktan gerçektem yamulacaktı. Elimde sahteden bir kahve kupası tutuyormuş gibi yaptım. "Ya aşko, sabah starbucksdan kahve içmeden ayılamıyorum ben!" "Hah öyle mi bir daha görüşmeyelim o zaman berkcan! Ben de diğer berkcan ile görüşürüm." diyerek saçımı savurdum ve başka bir kıyafet girdim. Cennet mahallesindeki pembeye dönmüştüm. "Feratlar ve küpekler giremez." dedim elimi sallayarak. Kendimle eğleniyordum şu an... "Sizi bodruma göndereceğim?" Diğer tarafa geçip başka biriymiş gibi cevapladım. "Cidden mi pembe sultan!" Diğer tarafa geçtim. "Hee bizin alt kattaki bodrum boş." Diğer tarafa geçip hayal kırıklığı ile baktım. "Pembe abla ya!" "Sus kız!" Ağzımda olmayan çekirdeği yere fırlattım. "Tamam. Daha fazla delirmeden giyineyim. Acıktım zaten." dedim honırdanarak. En sonunda altıma beyaz şort, üstüme de ten rengi ve kırmızı çizgilerden oluşan bir tişört giydim. Saçlarımı savurarak şu yeşili, şu belediyenin dağıttığı gözlüğü başıma taktım. Ve kıyafet mağazından çıkarak yemek bölümüne giderken zevkle gülümsedim. Her şeyi yiyecektim. Her şeyi. Yemek bölümüne gitmeden evvel gördüğüm şeyle gözlerim kısıldı ve yavaş adımlarla oraya ilerledim. Nerede miydim? Elbette ki gratiste. İnternette gördüğüm bilmem kaç binlik liraya sahip olan makyaj malzemelerine bakarak dudaklarımı büzdüm. Kendi ten rengine uygun olan fondöteni seçtim ve yüzüme uyguladım. Kirpiklerimi kıvırdım, dudaklarıma kırmızı bir ruj sürdüm. "Dünyanın tüm ganimetleri ben de be!" dedim aynaya karşı. "Neredesin seni göremiyorum?" diye bağırdım mağazanın içinde. "Ah! Doğru. Yoksun ki." Omuzlarımı silktim. Ne zaman bir mağazaya girsem, sanki bir şey çalacakmışım gibi peşimde dolanan mağaza görevlisinden bahsediyorum. Oje reyonuna girdim. Bir oje nasıl 44 lira olabilirdi ya? Bu nasıl vicdansızlıktı? Beyaz renklisini elime aldım ve tırnaklarımı boyadım. Sonra bir makyaj çantasının içine temizleme mendili, bakım için gerekli malzemeleri koydum. Yani, dünya turuna çıkmadan önce buna ihtiyacım vardı? "Neyse ne. Acıktım ya." diyerek homurdandım ve yemek bölümüne girdim. Gördüğüm şeylerle ağzım sulanırken önümdeki iskendere baktım. O kadar güzel görünüyordu ki... Ağlayabilirdim. "Neyseki insanlar silinmiş." dedim ağzıma koca bir lokma atarken. "Eğer sen silinmiş olsaydın ne yapardım ben?" yoğurdu kaşıkladım. "Dünya insansız olabilir ama sensiz..." dehşete düşmüş gibi baktım. "Şensiz olamaz bebeğim." Nefessiz bir şekilde yemeğimi yiyip geriye yaslandım. Sıkılmıştım şimdi. Telefonumdan müzik listemi açtım ve masaya çıkarak bağıra bağıra şarkı söylemeye başladım. "Yüzünü görmek istemiyorum! Yoluma çıkmasan iyi edersin, sözlerim sana ağır mı geldi? Kalbini mi kırdım affedersiiiin?" "Benimki geliyor o da biliyor, kalbimi yerden yere vuruyor." Gözümün önüne gelen lahmacun ile dudaklarımı yaladım. Acıkmıştım. Direkt lahmacuncuya girdim. Aldığım dürümü yerken zevk almayarak somurttum. Haliyle soğumuştu ve güzel gelmiyordu. Halbuki iskender öyle miydi...O her haliyle mükemmeldi. Neyse artık, nimetti sonuçta. Yemezsem ayıp olurdu. Kesinlikle aç olduğum için, bilirsiniz ben kötü bir kız değilim. Hunharca önümdeki yemeğe saldırırken bir şey oldu. Elektrikler kesildi. Ve ben, gecenin üçünde önümü bile göremeyecek haldeyken donakaldım. Elektriklerin gitmesiyle birlikte korkuyla yutkundum ve telefonumun ışığını açarak ilerledim. Büyük camın önüne geldiğinde gördüğüm şeyle dudaklarım aralandı. Yıldızların görünmesine izin verilecek kadar ışıksızdı her yer. Şehrin tüm işığı sönmüştü, karanlığa hapsolmuştum. Siktir. Dünyada işler nasıl yürüyordu sanki...elektrik tesisindeki sorunları giderebilecek kişiler olmadığı için kesilmişti. Bir daha gelmeyecekti. Sabah sorun olmazdı ama geceleri korkudan öleceğimi biliyordum. Mızırdanarak alt kata indim ve yemek bölümüne girdim. Artık gitmem gerekiyordu. "Ya ananınki!" diye bağırarak ayağımı tuttum. "Senin burada ne işin var?!" diye çemkirdim peynir rayonuna karşı. "Serçe parmağım..." yüzümü buruşturdum. "Sizden az peynir almadım ben." dedim. "Zehir zıkkım olsun." Peynir reyonuyla mı kavga ettim ben? Her neyse. Alışveriş sepetini aşarak arkasına bastım ve kaykay sürer gibi kendimi ittim. İçine bir sürü yiyecek ve içecekleri doldurarak arabayı park ettiğim yere sürdüm. Bir an önce gitmeliydim. Artık yola koyulmanın vakti gelmişti... Arabayı çalıştırarak on lambaları açtığımda hala her yerin karanlık olduğunu görerek durdum. Ben kesin kaza yapardım. Sen git tüm dünyada yalnız kal ama yalnızlığın tadını çıkarama. Şaka gibi ama değilde. Arabayı şimdilik lüks semtteki bir villaya sürdüm. Geldiğim yer dört katlı bir evdi. Dudaklarımı büzerek bahçede bulduğum sopayla camına üç dört kez vurduğumda kırıldı. Sanırım böylece hem stresimi atıyordum hem de evlere girebiliyordum. Hiçbir şeye bakmadan üst kata çıkıp bir odaya girerek dolap kapaklarını açtım. Lan, her şey siyahtı. Kaşlarımı çatarak diğer dolaba geçtiğimde bir sürü siyah tişörtü gördüm. Korkarak gözlerimi yumup tek gözümü açarak duvara asılı çerçevenin yanına gittim. Lütfen söyleyin bana. Bu dünyadaki tüm siyah tişörtler kimde? Evet evet! Acun Ilıcalı. "Vallahi hep merak ediyordum." diyerek sinsice sırıttım ve çalışma masasındaki çekmeceyi açtım. "Sen koskaca Acunsun kardo. Ama hâlâ aynı şeyleri giyiyorsun." Gördüğü m şeylerle dudaklarım büzüldü. Bir saniye...burada kaç tane telefon vardı ya? "Kesin kırıp kırıp kullanıyordur namussuz." dedim ağlakça. Büyüdüğümde hayalim zengin olmaktı ama hep yatıyordum. Sonra da çalışanlara bakıp özeniyordum. Ben iflah olmam! Telefonu aldım ve duvara fırlattım. Gülümseyerek "Oh be!" dedim kırılan parçalarla. "Biraz kendimi zengin hissedeyim." Pamuk gibi yatağa attım kendimi. O kadar yumuşaktı ki...resmen içinden çıkmak istemiyordum. Yorgana sarıldım. "Actıktım ben ya." diyerek yataktan çıkmadan binbir zorlukla çantamı aldım. İçini açarak çıkardığım çiğköfteyle beraber dudaklarım sulanmıştı. Çok güzelsin... Nar ekşisi biraz yorgana döküldüğünde "Annem ağzıma sıçacak!" diye inledim. Temizlemeye çalışırken dediğim şeyle duraksadım. Annem yoktu. "Anne?" diye fısıldadım tekrardan. Boğazıma oturan yumru ile çiğköfteyi ittiğimde sanki her şey başıma üşüşmüştü... Ben ne yapacaktım? Elimi camdan çıkararak gözlerimi yumdum. Rüzgar yüzüme yüzüme doğru işliyordu ve bunu seviyordum. Sevdiğim bir şarkı radyoda çalıyordu. Siktir. Tabii ki şaka yapıyorum. Elektrik olmadığına göre internette yoktu. Ne de arabalardaki radyolar çalışıyordu. Somurtarak ilerliyordum. Daha Edirne'ye bile varmamıştım. "N'aber? bak, bende dert yok, tasa yok Mutluyum artık, bi' beynim yok Dikmişim ekrana gözlerimi Başka da bir ihtiyacım yok..." diye bağırdım. "Ayna, ayna hadi söyle, benden daha gamsızı var mı? Ayna, ayna hadi söyle, benden daha arsızı var mı?" arabayı durdurarak koltuğun üstüne çıktım. Şey. Üstü açık araba çalmıştım da. "Dünyanın sonuna doğmuşum. Ya da ölmüşüm de haberim yok." Koltuğun üzerinde zıplayarak kaputa çıktım. "İyi bilirdik derler elbet ardımdan!" bir anda kaputun içe göçmesiyle çığlık attım. Kaputun üstünden düşerek çimlere yuvarlandığımda acıyla inledim. Allah'ım! Omzum! "Şans sen bir kaşarsın." diye çığlık attım ve önüme gelen saçları iterek güneşe baktım. İyi bari. Biraz güneşlenirdim. Sınırı geçmenin şaşkınlığıyla arkama bakındım. Lan. Geçmiştim. Sonunda bunu başarabilmiştim! Yunanistan'daydım. Feres'te. Çok tatlı bir kafe gördüğümde arabayı durdurup indim. "Yaşıyorum ulan!" diye bağırdım ve kahkaha attım. "Param yok ama istediğim her şeyi yapabilirim, hatta dur." dedim ve mutfağa girdim. Gördüğüm bira şişesiyle beraber, "Felekten bir geceye hazır mıyız gençler???" diye bağırdım kimsenin olmadığını bile bile. "Dur dur, en pahalısı hangisiyse ilk onu denemem lazım." dedim ve fiyat listesine baktım. Yuh. Fiyatını söylemek dahi istemiyorum. Elime o şişeyi alarak içki bardaklarına doldurdum ve kafenin balkonuna çıktım. "Bizim yaşadığımız hayat, hayat mıydı be?" dedim kendi kendime. Tüm hayatımız boyunca yaşamak için çabalıyorduk ama ne tatile gidebiliyorduk ne de başımızı, parayı düşünmeden yastığa rahat koyabiliyorduk. Daha doğrusu annemler öyleydi. Bacaklarımı demire uzatıp başımı sandalyeye yasladım. "Acaba neredesiniz?" dedim içimi çekerek. "Sizi bulmalı mıyım?" Gözlerimi devirdim. "Aynen şu an buldun kardeşim. Bravo sana, sen süpermensin çünkü." diye dalga geçtim. "Ay çok acı be bu!" yüzümü buruşturdum. "Gerçekten zenginlerin damak tadı bile farklı, tövbe tövbe." başıma diktim. "Kaç kadeh kırıldı şu minnoş kalbimde?" diye mırıldandım ve kadehi aya doğru kaldırdım. Ay, tüm dünyanın ışıklarının olmaması sebebiyle parlıyordu, yıldızlar kendini gösteriyordu ve kaç yıllık hayatımda ilk kez böyle görmüştüm. Çok güzeldi. Aşırdığım atıştırmalıklardan ağzıma tıkıştırdım. "Acaba şu an rüyada olabilir miyim?" dedim ama kıkırdadım. "İşte buna kıçımla gülerim kanka." diğer tarafa baktım. "Rüyalar yedi saniye sürüyormuş salak. Bu, hiç de yedi saniyeye benzemiyor." Diğer taraftan baş parmağım ile onayladım. "Kendi alnını öpmek istiyorum ya!" dedim mırıldanarak. Diğer taraftan şarabı alıp ağzıma diktim. Gece uzun olacaktı. Umarım sarhoş olmazdım. "Sarhoş değilim değiliiiiim." dedim ve kıkırdayarak bir bardağı daha kafama diktim. Sarhoş olmak kim ben kim ya? Siz hiç sarhoş oldunuz mu? "Bu akşam ölürüm beni kimse tutamaz sen bile tutamazsın yıldızlar tutamaz!" dedim ve kendi etrafıma döndüm. "Bak kardeşim o starbuck tutacağı değil sleve o sleve." dedim kendi kendime. Sonradan kaşlarımı çatıp aynaya doğru parmağımı salladım. "Tutamaç diyeceğim lan tutamaç beni kimse tutamaç sen bile tutamaçsın yıldızlar tutamaç." kahkaha attım. Az sonra gözlerimden yaşlar gele gele yere yattım ve "Ay çok komiğim ya." dedim ve göz yaşlarımı sildim. Sandalyeye tutunarak ayağa kalkmaya çalışırken ayağım kaydı ve bir daha düştüm. Şaşkınlıkla "Aa düştüm." dedim ve popomu ovdum. "Seni hadsiz kaşo." dedim kaşlarımı çatarak ve sandalyeye elimle vurdum. "Seni döverim anlıyorsun değil mi beni?" cevap vermeyince cıkladım. "Bu devirde sandalye bile olsan edepsizsin demek." diyerek ayağa kalktım. Sandalyeye trip atıp omzumu çarparak yanından geçtim. Kasaya giderek masanın üstünden içeriye geçtim ve birkaç kez takılarak düştüm sonradan boncukları boynuma dolayarak dansözler gibi dans ettim. "Dansöz asena görse ağlayarak ayaklarına kapanırdı vallahi." dedim kıkırdayarak. Sonradan boncukları boynuma dolayarak intihar girişiminde bulundum. Öyle işte. "Coğrafyaya çalışmam gerektiğini beni tokatlaya tokatlaya öğretecektiniz." diye homurdanarak camı kırdım. Girdiğim kırtasiyede harita aramaya başlamıştım. "Aha buldum işte!" dedim ve dünya haritasını ardından avrupa haritasını arabaya koydum. "Gidelim koca kafalı." diyerek oyuncakçıdan yürüttüğüm ayının burnuna vurdum. "Sana isim bulmam lazım." diye homurdandım ve aklıma gelen fikirle gözlerim parladı. "Tamam buldum senin adın..." güldüm. "Pezo olsun." dedim yandan bir bakış atarak. Ayı bön bön bakıyordu. Tüylerini severek "Pezevenkten geliyor." Tam o sırada tümseği göremeyerek hızlı bir giriş yaptım. Kafamı tavana çarptığımda "Yarıldı." diye bağırarak durdum. Pezo yerde yatıyordu. "Doğruyu söyle sen mi yaptın?" deyip ağzına yaklaştım. Gözlerimi kısarak "Tamam Kezo olsun." dedim istemeye istemeye. İsmini de beğenmiyordu Pezo. "Kezbandan geliyor." ayıyı geri yerine koydum. "Ama onun anlamı iyi merak etme." tekrardan düşünce el hareketi çektim. "Bu ne tripler ya ne bu tripler ayısın sen!" diye çemkirerek. Arabayı tekrar çalıştırıp sürmeye başladım. "Bu arada ben acıktım sen de acıktın mı ayıcık?" diye sordum fısıldayarak. "Doymak bilmiyoruz ama biraz sabret." dedim kızgınlıkla. Hep acıkıyor hep. Müsait bir yerde durdum. Aa pardon. Zaten tüm dünya bana ait olduğu için her yer müsaitti değil mi? Arabanın kapısını sertçe kapattım ama sonra tırsarak açtım. "Küstün mü Pezocuğum?" diye sordum ve kucağıma aldım. Şimdi Pezo ile beraber yıllarca konu edindiğimiz ve edineceğimiz, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk'ün şehrini keşfedebilirdik. Selanik'i... Evin daha doğrusu müzenin kapısı gıcırdayarak açıldı. Şuan kendimi tam korku filmlerindeki salak kız gibi hissediyordum. Sanırım o film olsam, ilk ölen ben olurdum. Merdivenlerden çıktığımda yerde bir yemek masası, üstünde de kırmızı güller vardı. Karşılıklı iki sandalye duruyordu. Tebessüm ederek oturdum. "Vay bee." deyip iç çektim. Böyle tarihi yerler kendimi acayip acayip hissettiriyordu. "Dur, dökeem." diye sırıtarak şarap şişesini masaya koydum. Elbette elim boş gelmemiştim. Kırmızı şarabı bardağa dökerek, "Umarım zehirlenmem." diye mırıldandım ve dudaklarıma götürdüm. "Uu beğendim." sırıttım. "Zehirlenmeyeceğim ama büyük ihtimalle ölünün evinde içtiğim için çarpılacağım." diye mırıldandım. Çeneme doğru dökülen şarabı elimin tersiyle silip masadan kalktım ve üst kata çıktım. Duvarlarda yer yer asılı tablolar vardı. Bir yatak vardı. Üstüne doğru oturarak elimle çarşafı düzelttim. Uyumak istiyordum ama boşvererek sakin adımlarla evden çıktım. Çıktığım gibi derin bir nefes aldım. Gerilmiştim bir ölünün evinde, üstelik dünyada tek başımayken! Doğru ya. Ben dünyada tekim. Sürekli bunu kendime hatırlatacaktım. Bir anda koşmaya başlayıp çığlık attım. Ellerimi iki yana açarken hunharca koşuyordum, rüzgârı hissetmek hoşuma gidiyordu. "Lan!" ani frenle durdum. "Ha ha hassiktir." Ellerim boştu. Pezo... "Yettim annem!" diye bağırdım ve tekrardan yukarı koşmaya başladım. "Sakın kımıldama." Aynen kardeşim oyuncak ayı ayaklanacak. Evin önünde boynu bükük duruyordu. "Pezocuğum." diye mırıldanarak kucağıma aldım. "Üzüldün mü anneciğim? Tamam, senin için yemek yiyeceğim." Asla aç olduğum için değil. "Ayrıca ben bu ülkede çok sıkıldım. Başka yerlere mi gitsek?" Kulağımı ağzına yaklaştırdım. Sanırım deliriyordum. "Tamam, oraya gideriz." diye dudaklarımı büzdüm ve "İlk önce denizin tadını çıkaralım, ne dersin?" dedim. Bakkala girerek cips, çikolata ve adını bilmediğim daha birçok şeyi sepete koyarak, Pezomu da içine oturttum. Arkaya ayağımı koyup paten kayar gibi sürmeye başladım. "Aslında hava kararmadan bir eve girsek iyi olur. Vallahi kurtlar parçalar bizi." dedim azıcık da tırsıp. Gündüzleri çok güzeldi ama geceleri tam bir kabus. Hava karanlıktı, tamam onda sorun yoktu ama kimsenin olmadığını, tek başıma yaşadığımı bilmek korkamı sağlıyordu. Fenerlerimin pillerini kontrol ederken gördüğüm şeyle gözlerim kısıldı. "Güzel bir otele benziyor, hadi gidelim." diyerek sepeti oraya çekiştirdim. Elektrik olmadığı için kendi kendine açılan kapı, şansıma açık kalmıştı. Sırıtarak ilerlediğim sırada, üstüme kükreyerek atlayan şeyle çığlık attım. Hassiktir.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Renklerin İçinde

read
1.7K
bc

Mit'te Bir Gece

read
5.3K
bc

Kör Savaşçı

read
10.4K
bc

Kara Cennet Serisi II - Metanoia

read
1.7K
bc

Vekil Tanrıça

read
1.6K
bc

Zamansız Sevgi

read
1.9K
bc

(Kurt Adam Serisi)- Yeni Bir Dünya

read
13.0K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook