UMAY'IN AĞZINDAN...
"Buldum seni dimi Umay, karıcığım?"
Hayır! Burası benim gizli yerimdi. Beni bulmuş olamazdı, hayır!
Karanlığın ortasında sıkışıp kalmamak için yaktığım fener, elimin titremesiyle aydınlık etkisini kaybediyordu.
"Burdasın biliyorum! Karım, karıcığım benim! Nerdesin ama? Bak... Başımı yardın, ben hâlâ sana karım diyorum. Hadi, çık ortaya Umay!"
Geri geri giderken sırtım duvarla buluştuğunda korkum dizlerimin bağını çözdü. Olduğum yere çömeldim. Bu sefer bitmişti, hem de gerçekten bitmişti.
Eski kapının gıcırtı sesiyle iyice kabuğuma sindim.
"Hm... Işık yanıyor sanki içeride!" dedi.
Dalga geçiyordu benimle. Burada olduğumu biliyor, daha çok korkutmak için dalga geçiyordu.
Adım adım geliyordu, yaklaşıyordu.
"Umay..." dedi.
Gözlerimi sımsıkı yumdum. Kaçacak tek bir çıkış kapım yoktu. Sıkıştım bu dört duvar arasına.
Ve bir ışık vurdu gözüme. Tahminimce telefondan açılan fenerdi.
"Aa! Nerdeki bu kız? Yoksa burda yok mu?"
Bedenim zangır zangır titriyordu. Dişlerim birbirine vuruyor, sarı ışığı tutan ellerim yerinde sabit kalamıyordu. Sanki birisi kapanma tuşuma basmıştı.
"Kız! Yaşay misun Umay!"
Parmakları tenime temas eder etmez ürperti yayıldı her yerime.
"Hi!" diyerek açtım gözlerimi.
Nerden nereye Umay Koçyiğit? Bir zamanlar seni görünce kaçanlar vardı, şimdi ise sen kaçıyordun, hem de korkuyla...
"Korkma aşkım, korkma sevgilim! Ben geldim, kocan geldi."
Yanıma çömeldi. Işığı duvara tutarak gözümden çekti.
"Neden korkuyorsun?" dedi elleriyle saçlarımı okşayarak.
Ben ise ağlıyordum. Karanlık, İso, kurt ulumaları... Bütün korkularım bir arada, üstüme üstüme geliyordu.
"Gel buraya, gel! Merak etme, kızmayacağım sana."
Boynumun arkasından kavrayarak başımı göğsüne yasladı. Sanki kilitlenmiştim, hareket edemiyordum.
"Geçti, geçti güzelim."
Saçlarıma değen dudaklarıyla midemin hızlıca ağzıma çıktığını hissettim. Oysa bomboştu içi. Geceden bu yana tek lokma geçmemişti boğazımdan aşağıya.
"Korkmana gerek yok, ben buradayım!"
"Geri... Çık..." dedim zorla.
Ellerimle göğsünden itip benden uzaklaştırdım.
"BİR DAHA BANA DOKUNMA!" diye çığlık attım. Bu çığlık benim ciğerimden kopuyordu. Kaçamıyordum, resmen adamdan kaçamıyordum. Nereye gitsem karşıma dikiliyor, kâbus gibi üzerime çöküyordu.
"İstediğin kadar bağır!" dedi kollarını iki yana açarak.
"Bu ıssız yerde seni kimse bulamaz Umay! Artık kaçışın yok güzelim!"
Işığı kapattım, kenara koydum. Madem her şey bitmişti, direnmemin anlamı yoktu.
Ben de ayağa kalktım, karşısında dimdik durdum.
"Korkmuyorum senden!" dedim gözünün içine bakarak.
"SENDEN KORKMUYORUM! GEL, NE YAPACAKSAN YAP, BİTSİN BU İŞKENCE!"
Ben de açtım kollarımı iki yana. Yetti canıma artık. Madem sıkıştım, direnmeyecektim. Ne de olsa işi bitince sıkacaktım başıma.
"Sana hayranım Koçyiğit kızı!" dedi baştan aşağı bedenimi süzerek.
"BİTİR!" dedim gözlerimi sımsıkı yumup beklemeye geçerek.
Hiçbir bekleyiş böylesine sancılı olmamıştı.
Işık söndü, karanlığa karıştı her yer. Tıpkı benim gibi siyah çevreledi etrafı.
"Işıksız görelim işimizi." dedi.
Korkmuyorum dedim fakat çok korkuyordum. Az sonra burada yaşanacaklar benim için korku dolu anlardan ibaretti. Dağın başında kaçacak yerim yoktu. Çaresizce kendimi kollarına bırakıyordum.
"Heyecan var mı?" dediğinde tam dibimde olduğunu anladım.
Boğazımdan kaçan ürperti dolu "Hi..." sesiyle parmakları belimi doladı.
"Biliyor musun?" dedi nefesini yüzüme çarpıtarak.
"Herkesin gıpta ile baktığı, köydeki tüm erkeklerin elini uzatmaya çalıştığı kızdın sen. Herkese duvar ören Umay, bana kapılarını açınca kendimi çok şanslı hissettim. Demekki dedim, yakışıklısın İso. Umay bile sana baktıysa sahiden baya yakışıklısın."
Gözlerim hâlâ kapalıydı. Sessizce ağlıyor, bir an önce bitmesi için dua ediyordum.
"Herkes istedi, seni ben aldım. Şimdi ise kollarımın arasındasın. Erkek sineği dahi yan gözle kendine baktırmayan Umay, bana teslim oldu."
"Yap..." dedim yumruklarımı sıkarak.
"Afkurma da yap İso!"
"Peki..." dedi.
Dudakları yanağıma değdiğinde geriye çekilmeye çalışsam da izin vermedi.
Baş parmağı olduğunu tahmin ettiğim parmağı alt dudağımda gezindi.
"Öpebilir miyim, sonunda..." dedi.
Aradan geçen bir kaç saniyenin ardından bir sıcaklık hissettim dudaklarımda. Kusacaktım sanırım.
Biraz daha yaklaşıyordu. Dudakları ilk temasını etmişti ama konamamıştı.
Tam konacakken dışarıdan gelen silah sesiyle benden hızlıca ayrıldı.
"O ne?" dedi nefes nefese.
Kapalı gözlerimi geri açtım. Sanki bedenimi terk eden oksijen tekrardan vücuduma giriş yapmıştı.
"Haaaahhhhhh!" İçime çektiğim havayla yaşadığımı anladım yeniden.
"SAHİP ÇIKAMADIM! TEK KIZ KARDEŞİMİZDİ LAN O BİZİM! SAHİP ÇIKAMADIM ONA!"
A-Abi.... Toprak abimin sesiydi. Şükürler olsun, bulmuş beni. Abim bulmuş beni.
"ABİ!" diye bağırdığım sıra İso ağzımı kapattı.
"Sessiz ol!" dedi beni aşağıya çekerek.
Çırpınıyordum fakat işe yaramıyordu.
"Rahat dur Umay!" dedi.
Az öncekinin aksine özgüvenli sesinin yerini endişe almıştı. Köpek gibi korkardı Toprak abimden. Çünkü biliyordu ki yaşatmazdı onu.
"Sakın ses çıkarma! Az sonra giderler, çeneni kapalı tut!"
Ayaklarını üstüme dolamıştı. İkimizde soğuk zeminin üstünde oturuyorduk.
Işığı almam lazımdı. Alıp yakmam, abime işaret yollamam lazımdı yoksa geri giderdi.
Kıpırdadıkça İso'nun ayakları iyice bana dolanıyordu.
"Sana rahat dur diyorum dimi! Canını acıtmamı istemiyorsun uslu dur Umay!"
Ayaklarımı yerde sürterek kurtulmaya çalışıyordum fakat çok güçlüydü hayvan, asla tesir etmiyordu. Saniyelerle, hatta saliselerle yarışıyordum. Eğer ışığı yakamazsam çok kısa süre içerisinde abim gidecekti. Vakit kaybı yaşamadan beni bulmaya koyulacaktı ve ben burada, İso'nun kolları arasında ölecektim.
Ayağıma kadar gelen umudumu yollayamazdım.
Sol kolum boşluktaydı. Dirseğimi özel bölgesine denk getirirsem bana yaşam alanı oluşacaktı. Tüm gücümü toplayarak kolumu yapabildiğim kadarıyla havaya kaldırıp belirttiğim bölgeye vurdum.
"Aa!" diye bağırdı fakat içine içine. Can korkusuyla sesi bile bir taraflarına kaçmıştı.
Açılan boşlukla birlikte elini ısırdım. Ayakları gevşedi, hızlıca kalktım yanından.
Koştum, feneri aldım ve ışığını yakarak uzağa yerleştirdim.
Nefes nefeseydim.
"Ulan Umay!" dedi acı içinde.
"Bittin sen Umay!"
Lütfen gör abi! Abi lütfen gör!
"TOPRAK IŞIK, IŞIK YANIYOR!" sesini duyunca bedenim gevşedi.
Altay'da buradaydı. Artık kesin kurtulmuştum. Kahramanımlarım gelmişti...
"Altay!" dedi İso dişlerinin arasından.
"O şerefsizin sende hep gözü vardı, biliyordum!"
Ayağa kalktı, silahını çıkarttı belinden.
Ne yapacaktı? Korkuyla açtım gözlerimi.
"Madem buraya kadar geldiler, o zaman bizde onlara güzel bir karşılama yapalım dimi karıcığım?"
İlerledi, ışığı aldı ve elime verdi.
"Şimdi sen burada duracaksın, onlarda gelecek, seni bulacaklar. Tek bir kelam dahi etmeyeceksin Umay! Ağzından harf bile çıksa yemin ediyorum tekinizi sağ koymam burada!"
Nefesimi tuttum. Bayılmak üzere hissediyordum kendimi. Kurtuldum derken iyice batıyordum bataklığa.
"İso..." dedim ağlayarak.
"Yalvarıyorum, bak sana yalvarıyorum dokunma onlara! Tamam, bana ne istiyorsan yap ama bırak gitsinler!"
İkisinden birine, benim yüzümden zarar gelirse yaşayamazdım.
"Onu, benimle zıtlaşmadan önce düşünecektin Koçyiğit kızı! Şimdi burada duracaksın, onlarda gelecek!" dedi ve hızlıca çıktı evden.
Ben... Ben ne yapacaktım? Nasıl bir kapanın içinde kaldım? Nasıl bir pisliğin içindeydim?
Ellerim titriyordu, ışığı tutamıyordum. Vuracaktı! Birimizi vuracaktı. Abim ve Altay tuzağa doğru geliyorlardı ve ben hiçbir şey yapamıyordum.
"UMAY!" sesiyle titredim.
Abim gelmişti. 'Gelme!' diyemedim. Çenem bağlanmış, dilim lal olmuştu.
Elimde fenerle öylece bakıyordum abime.
"UMAY... ABİM... BULDUM ABİM... BULDUM SENİ GÜLÜM!"
Kapının önündeki İso'yu elinde silahla görünce iyice koptu bende bağlantılar. Ayakta zor durar hâle gelmiştim.
"TUZAK TOPRAK!"
Ve bir silah sesi, gerisi karanlık, gerisi boş, gerisi uğultu...
Çığlığımla beraber elimdeki fener yere düştü, kulaklarımı tıkadım. Biri vurulmuştu ama kim? Ben değildim.
Altay, abim... Hangisi vurulmuştu.
Açmaya korktuğum gözlerimi araladım, etrafa baktım fakat her yer karanlıktı.
"LAN!" sesini duydum. Abimdi.
Telefonunun fenerini açtı, doğrudan bana tuttu.
"BİRİ VURULDU! UMAY BİRİ VURULDU! SEN Mİ VURULDUN UMAY!"
Altay... Vurulan kişi Altay'dı.
"UMAY SEN Mİ VURULDUN?"
Abim dibimde, her yerime bakıyordu fakat vurulan ben değildim... Dondum kaldım öylece.
Beyaz ışığın aydınlattığı dört duvar arasında, yere uzanmış şekilde oturan Altay'a bakıyordum.
Hızla inip kalkan göğüs kafesi dikkatimi çekti. Sağ eli karnını tutuyor, üstüne baskı uyguluyordu.
'Altay vuruldu!' diyemedim. Ağzımı açıp da tek kelam edemedim.
'Ben vurdum ölmedi, şimdi de benim yüzümden vuruldu' diyemedim.
"Şükür... Şükür sen vurulmamışsın. Kim vuruldu lan o zaman?"
Arkasını dönen abim, Altay'ı görünce "****" küfür etti.
"LAN! ALTAY'I VURMUŞ!"
Yanına koştu, hemen çömeldi.
"Altay!" dedi korkuyla.
"İyi misin Altay?"
"İyiyim..." dedi Altay. Fakat sesi tam tersini söylüyordu.
Abim üstündeki t-shirtü çıkarıp yarasının üstüne koydu.
"Çok kanaman var! Umay! Umay hemen gitmemiz lazım!"
Benim hareket etmediğimi görünce kapıya koştu fakat açamadı. Kaldık burada...
Öylece kaldık hemde.
"AÇ! KAPIYI AÇ İSO! AÇ KAPIYI! YEMİN OLSUN SENİ ÖLDÜRECEĞİM!"
Bağırışlar boşa, çabalar boşa, çırpınışlar boşa... Burada kalmıştık. Eminimki İso ardına bile bakmadan kaçmıştır.
Yavaş yavaş Altay'ın yanına gittim ve donuk ifademle yanına oturdum. Gerçekten hiçbir şey hissetmiyordum. Sanki bütün duygularım çekilip alınmıştı bedenimden.
Elini tuttum, buz gibiydi.
"Özür dilerim..." dedim gözlerinin içine bakarak. Benim yüzümden ölüyordu.
"Ben... Ben böyle olsun istemezdim Altay." dedim.
"Senin... Senin hiçbir suçun... Hiçbir suçun yok... Yok Umay..." dedi.
Bütün suç benimdi. Eğer o ahıra girmeseydim, doğrudan baba evime geçseydim her şey farklı olacaktı.
Kanaması devam ediyordu. Böyle giderse yaklaşık yarım saate bayılırdı.
Elbisemin üstüne çektiğim gömleği çıkarıp yarasının üstüne bastırdım.
Abim ise hâlâ kapıyı zorluyordu.
"Şşhh!" dedi Altay.
Titreyen elini havaya kaldırıp gözlerimin altında varlığından bile haberdar olmadığım yaşlarımı sildi.
"Ağlama, kıyamam..." dedi.
"Benim yüzümden..." dedim.
Donukluğum yerini sel gibi yaşlara bıraktı. Ben artık yaşayan ölüden farksızdım.
"Cebimden telefonu al... Gonca'yı ara!" dedi nefes nefese.
Gözlerinden başka hiçbir yere bakamıyordum. Defalarca kez tekrar etti fakat ben yapamadım.
Abim geldi, o aldı telefonu. Gonca burayı biliyormuş. Hızlıca tarif ederek buraya çağırdı Gonca'yı. Gelişi yaklaşık yarım saat sürerdi. Buraya çıkması ise 5 dakika desek, resmen zamanla yarışıyorduk.
Altay'ın yanından ayrılmadım. Tampon yaparak kanını durdurmaya çalışıyordum.
Sık sık nefes alışverişini takip ederek yaşaması için dua ediyordum.
Abimin çabaları ise hız kesmeden devam ediyordu.
"Kızıl güneş..."
Altay'ın ağzından duyduğum kelimeyle ağlamaktan sızlayan gözlerimi karnından yüzüne çıkardım.
"Kızıl güneş..." dedi yeniden.
"Tıpkı... Tıpkı güneşin kızıl hâlini andırıyor saçların." dedi.
"Açıl! AÇIL DİYORUM SANA!"
Anlık abime baktım. Kapıyla verdiği savaş takdire şayandı. Tüm gücüyle zorluyordu fakat hiçbir faydası yoktu.
Gözlerimi tekrar Altay'a çevirdiğimde yeşillerini kapalı gördüm.
"Altay!" dedim korkuyla ama cevap vermedi.
"Altay..." dedim yeniden. Kolundan sarstım, dokundum, yüzünü okşadım ama yoktu, tepki yoktu...
Ağlayarak "ABİ!" diye bağırdım.
"ABİ, ALTAY!"
Durdu abim. Olduğumuz yere bomboş bir edayla bakıyordu.
"NE VAR?" dedi. Kendinden geçmiş gibiydi duruşu.
"ABİ, ALTAY..." dedim yeniden.
"SUS!"
Kapıya öyle bir tekme indirdi ki sesi tüm dağlara yayılmıştır.
İnip kalkan göğüs kafesi gittikçe yavaşlıyordu. Zaman aleyhimize işlerken benim de ayağa kalkmam gerektiğini anladım.
Camlar demir parmaklıklarla çevriliydi. Mümkün değilki bükelim, çıkış yolu açalım. Ev eskiydi fakat taşları çok sağlamdı. Kapı da eskiydi ama o da sağlamdı ne yazık ki. Kilit dışarıdan vurulmuştu.
Abim, Altay'ın yanına geçince kapının ardında beliren ben oldum.
Sakince düşünmeye başladım.
Gözümün tekini kapatıp tekiyle kilit deliğine baktım. Anahtar üstündeydi, süper! Kapının altı boşluktu. Eğer düzgün ve dikkatli hareketlerle anahtarı yere düşürebilirsem kapıyı açardım.
Ama ilk önce kağıt bulmam lazımdı.
Odanın içinde her yere baktım. Sonunda yakacak odunların arasında bulduğum kitabın yapraklarından iki tane kopardım. Bir de küçük dal parçası alarak hızlıca kapının önüne geçtim.
Kilidin içine yerleştirdiğim odunu çapalatmaya başladım.
"Hayde bismillah!" dedim.
Anahtar yerinden oynuyordu fakat pek işe yaramıyor gibiydi.
"Kardeşim... Kardeşim aç gözlerini..." diye ağlıyordu abim.
Kardeş mi? Düşman değil miydik biz? Neyse Umay, şimdi bunları düşünmenin zamanı değil.
"NERDE KALDI BU GONCA, UMAY!"
"BİLMİYORUM! KAPA ÇENENİ DE İŞİMİ YAPAYIM!" dedim.
Zaten ter bir yerlerimden çıkıyor, üstüme gelmesiyle uğraşamazdım. Kız da keyfinden salınmıyordu. Abisinin durumunu bildiği hâlde geç kaldıysa kesin bir sebebi vardır.
"Bismillahirrahmanirrahim!" dedim tekrardan.
Çabalarımla iyice yerinden oynayan anahtarın yere düşme sesiyle sevinç doldu içime.
Eğildim, kağıda baktım. Üstündeydi.
Yavaşça içeri çekerek elime aldım ve hızlıca açtım.
"ABİ!" diye bağırdım.
"Abi hayde açıldı kapı!"
Abim şaşırdı fakat bunun bile zaman kaybı olduğunu anladığı an Altay'ı sırtına alarak koşmaya başladı.
Feneri aldım bende, bir de yere saçılan telefonları topladım.
Işık tutmam lazımdı.
Yollar engebeli, arazi yürümeye elverişli değildi fakat ilerlemek zorundaydık.
"Az kaldı kardeşim! Dayan Altay!" diyordu abim.
Önlerindeydim. Abimin yolunu aydınlatmam lazımdı.
Umarım Gonca ile karşılaşırız, umarım...
Asfalta inmek üzereyken gördüğümüz far ışıklarıyla "GONCA!" diye bağırdım. Bu saatte ondan başkası olamazdı biliyorum.
Araba sert bir frenle durdu.
İçinden inen Ömer abiyle Gonca koşa koşa yanımıza geldi.
"Abi..." dedi Gonca ağlayarak.
"Önümü aç Gonca!" dedi abim.
"Abime ne oldu?"
"Önümü aç! Zamanla yarışıyoruz hayde aç önümü!"
Arabaya bindik, hastaneye doğru yol aldık.
Ömer abi doktorluk hünerlerini konuşturarak ilk müdahaleyi yapmış, kanamayı biraz da olsa durdurmuştu fakat hastaneye gitmesi gerekiyordu yoksa yaşaması çok düşüktü.
Gonca'da Ömer abiyi aldığı için geç kalmış meğersem.
Abim arabayı sürüyor, Gonca yanındaki koltukta oturuyor, ben de arkada Altay ve Ömer abiyleydim. Kafası dizlerimin üstündeydi.
Hastaneye varana kadar gözümdeki tüm yaşlar yüzüne düşmüştü. İyileşse de keşke yine gıcık etse beni...
•••
Hastaneye gelişimizin ardından tam tamına 2 saat geçmişti.
Altay çok riskli bir ameliyata alınmıştı. Her an, her şeye hazırlıklı olun diyorlardı.
Korkudan yerimden kıpırdayamıyor, Gonca'nın yüzüne bakamıyordum.
Ailelere yaklaşık 15 dakika önce haber verilmişti. Her iki düşman ailede buraya doğru yola çıkmıştı.
Ameliyathane kapısı açıldı, doktor dışarı çıktı.
Hepimiz aynı anda yanına gittik.
"Abim nasıl?" dedi Gonca.
"Ameliyat gayet başarılı geçti. Geçmiş olsun..."
Derin bir nefes aldım.
"Çok şükür..." dedi Gonca.
Hepimiz rahatladık. Şu iki saat ölümden beterdi bizim için.
Yerime geri oturunca abim de benim yanıma oturdu. Kolunu omzuma atarak beni kendine çekti.
"Gözümün bebeği..." dedi saçlarımdan öperek.
"Neden kıydın kızıl güllerimize Umay?"
Başımı göğsüne koydum, hıçkıra hıçkıra ağladım. Günlerdir neler yaşıyordum ben böyle...
"Abim..." dedi abimde ağlayarak.
"Abisinin gülü, güzel bacım benim. Özür dilerim Umay. Seni o itin inine ben attım, affet beni abim..."
Kollarımı sımsıkı sardım abime. Huzuru sonunda bulmuştum. Artık korkmama gerek yoktu çünkü abim yanımdaydı.
Biraz ağladık, sonra sakinledik. İçini dökmek her zaman iyileştiriyordu insanı.
"Mis kokulum..." dedi abim.
Kedi gibi hâlâ göğsünde yatıyordum.
Gözüm Gonca'ya takıldı. Kız saatlerdir tek başına kendi kendine teselli veriyordu.
Abimin yanına oturdu.
İkimiz de birbirimizden ayrıldık. Abim tam kalkmaya niyetleniyordu ki kolundan tuttum, engel oldum.
"Bana nasılsan, ona da öyle ol!" dedim onun duyacağı tonda.
Aşık gibi davran diyemezdim bu yüzden beni öne sürdüm.
Gözlerimin içine baktı. Karşıdaki düşman kızı olunca tereddüte düşüyordu.
"Hemen gelmezler. Yaklaşık 15 dakikaları daha var. Benim kendime kârım yok, sen teselli et." dedim.
Tereddütle baktı bana. Gözlerimle onayladığımı görünce yanında oturan Gonca'ya döndü.
"Şey..." dedi kafasını kaşıyarak.
"Üzülme Gonca, Altay çok güçlüdür. Bak, ameliyatta iyi geçmiş zaten. Bir kaç saate kalmaz uyanır abin."
Koluna vurdum abimin. Böyle teselli mi olurdu? Al kızı, çek göğsüne. Zaten aşık sana, niye uzak duruyorsun ki manyak herif?
"Ne?" dedi bana dönüp sessizce.
"Sarıl kıza!" dedim.
"Yuh! Saçmalama Umay!"
Yine vurdum koluna. "Hadi!" dedim.
Mecburiyetten yaptığını belli ediyordu bakışları. Abim, Gonca'ya aşık değildi. Kalbinde biri var mıydı bilmiyorum ama Gonca'nın da olmadığı kesindi.
"İstersen... Başını omzuma koyabilirsin." dedi.
Gonca kafasını kaldırıp abime bakınca güçlü duruşunu kaybetti ve yaşları yüzünü sırılsıklam etti. Abim robot, öylece bakıyordu kıza.
"Ay yeter!" dedim ve olaya el atarak ikisini de birbiriyle kavuşturdum.
Sevdiğinin kolları arasında olmanın rahatlığı ve huzuruyla daha fazla gevşeyen Gonca tamamen duygularına yenik düşerken, abim ise düşmanın kızı düşüncesiyle her iki eli de havada bekliyordu.
Geçtim öteki tarafı, kollarını birleştirdim. Gonca'nın beline doğru sardım her ikisini de.
"Az destek!" dedim.
Gözlerini kapatarak yavaşça saçlarını okşadı Gonca'nın.
"Abin iyi olacak..." dedi.
Yanlarından uzaklaşarak dışarıya çıktım. Temiz hava çektim içime. Öyle yorgundum ki gözlerim bana ihanet ederek uyumak istiyordu.
Sabahın erken saatleriyle soğuğun örtüşmesi beni üşütmüştü. Kollarım önümde bağlı, bankın üstünde oturuyordum.
Abimle Gonca yukarıdaydı.
Hastanenin içine giriş yapan arabalar Yıldırımlar'ın ayak sesleriydi. Hepsi de telaşla aşağı indi ama gözüm tek birisine takıldı. Zeliha'ya. Ne kadar şanslıydı... Onu seven, ona değer veren, mert, delikanlı, aslan gibi bir nişanlısı vardı. Her kız onun kadar şanslı olmuyordu. Tıpkı benim gibi...