29. İYİKİ DOĞDUN UMAY...

1238 Words
UMAY'IN AĞZINDAN... Doğum günüme buruk uyanmanın hüznüyleydim. Evde hiç ses yoktu. Yatağımdan yavaşça kalkarak dünkü hızlı yaşamımın aksine gayet sakin ve durgun bir çizgide ilerledim. İnsanoğlunun günü gününe denk gelmiyor ne yazık ki... Yüzümü yıkadım, temiz elbiselerimi giyerek kahvaltı masasına indim. Herkes sofra başındaydı, babam ve annem hariç. Sanırım çarşıdaki işleri uzamıştı. "Hayırlı sabahlar." dedim. "Hayırlı sabahlar." diye karşılık verdi Yaman abim. Sofrada Gonca'da vardı. Abimin yanında, hediyelik eşya gibi oturmuş, tabağını çatallıyordu. Ödü kopuyordu biri ağzını açıp onu rezil edecek diye. "Ellerine sağlık Gonca bacım." dedi Orhan abim. "Afiyet olsun abi." "Gonca, şu ekmeği uzatsana." dedi Toprak abim de. Kimse benimle irtibata geçmiyordu. Herkes önündeki yemeğiyle oyalanıyor, tüm isteklerini Gonca'ya iletiyordu. Önümdeki tabağı ileri iterek "Size afiyet olsun." diyip kalktım. Ne iştah kalmıştı ne de yaşama hevesim. "Nereye Umay?" dedi Orhan abim. "Kendimi pek iyi hissetmiyorum. Yemek yemicem, odama gidiyorum." "Olmaz öyle şey! İyice zayıfladın kızım. Otur, yemeğini ye, sonra nereye gitmek istiyorsan gidersin." "İstemiyorum abi." "Umay otur dedim!" Neyse, bu da bir şeydi, en azından hâlâ beni düşünüyordu. Yerime geri oturarak kendimi hepten çektim. Çünkü az sonra abimin tabağımı alıp kendisinin dolduracağını biliyordum. Amacım tamamıyla nazlanmaktı. Ve tahminim tuttu. Abim hâlâ yemek yemediğimi görünce tabağı önümden alıp her çeşitten doldurmaya başladı. "Şundan da koydum mu tamamdır!" dedi böreğe uzanarak. "Heh!" Tabak önüme iniş yaptığında tüm yiyeceklerle göz göze gelmiş, empati yoluyla anlaşmaya çalışıyordum. Ben bunları yersem eğer ortadan ikiye çatlardım. "Hepsi bitecek duydun mu?" "Abi ben ne bilmişim bunları yemeyi?" "Bitecek dedim Umay! Suratın kaşık kadar kalmış." "Ama..." Parmaklarımın arasında duran çatalı alıp tabağımdaki peynire batırdı. "Aç ağzını!" dedi. Güldüm, o da hafiften güldü ama hemen kendini topladı. "Hadi aç Umay! Geline rezil ettin beni, aç ağzını." "Barışırsak açarım." dedim. "Şansını zorlama, ağzını aç!" Dudaklarımı araladım. Kazanma ihtimalim varken hepten kaybetmek istemiyordum. Bir annenin bebeğini yedirmesi gibi tabağım bitene kadar kendi elleriyle besledi beni. Çok hoşuma gitmişti. Aslında ilk yapışı değildi fakat içinde bulunduğumuz durum farklı olunca daha da cezbediyordu beni. Bayılıyordum üstüme titremelerine... Şimdilik tek ters olan durum, hâlâ doğum günüm hakkında ağızlarından kelime bile çıkartmamış olmalarıydı. Akıllarınca beni cezalandırıyorlardı yoksa adımın Umay olduğu kadar biliyorum ki hepsi de hatırlıyordu. "Sen de kalk kıza yardım etsene!" dedi Toprak abim. Herkes yemeğini bitirince Gonca sofrayı içeri taşımaya başlamıştı. Omuzlarımı silktim. "Bana ne!" dedim kollarım önümde bağlı. "Yeni gelin değil mi? İşinin adı ne, yapsın işte!" Aslında demek istediğim bu değildi. Doğum günlerimde kimse bana evde iş yaptırmaz, hepsi el birliğiyle kraliçe ilan ederdi beni. Abartmıyorum. Orhan abim yıllar öncesinden benim için aldığı tahtı bahçeye indirir, kahvaltıdan hemen sonra üstüne oturtarak Toprak abimi başıma dikerdi. Başlarda memnuniyetsiz tavırlarla yelpaze sallardı, sonra da işi dalgaya alarak benimle uğraşmaya çalışırdı. Ne zaman suyunu çıkartır, beni cin atıma bindirirdi, işte o zaman Orhan abim olaya el atardı. "İşini düzgün yap lan köle!" derdi ona. Keşke şimdi yine o taht burada, ben de üstünde olsaydım... "Etme bacım! Tamam etme, ben ederim!" "Senin karın, sen edeceksin tabii!" "Tamam kesin!" dedi Orhan abim. "Anca didişiyorsunuz! Bugün Umay'a kimse dokunmasın!" Toprak abime yandan zafer bakışı attım. Ne de olsa girdiğimiz muharebede son noktayı Orhan abim koyarak, benim ayrıcalığım olduğunu belirtmişti. "Oh! Bu evde de Umay olmak vardı!" dedi sandalyesine yaslanarak. "İstiyorsan cinsiyetini değiştirelim abicim!" dedi Orhan abim kollarını masanın üstüne koyarak. "Yaşın geç değil, hemen adapte olursun. Artık karınla aynı kıyafetleri paylaşır, çocuğu da sen doğurursun." Küçük bir kahkaha kaçtı ağzımdan. "Ha ha! Aman ne komik espri! Ben gidiyorum!" "Git git! Karının dibinden ayrılma!" "Abi!" dedi Toprak abim. "Umay'la küssün diye benimle uğraşma! Barışın artık, beni rahat bırak!" Gonca'da sessizce muhabbetimize şahitlik edip alttan alttan gülmeyi ihmal etmiyordu. Onun o masum yüzünde gördüğüm küçük bir tebessüm bile bütün acılarımı unutturuyordu bana. Gonca çok yaralıydı. Yaralarını birlikte saracaktık fakat şimdilik onu abimle baş başa bırakıp ikisi arasındaki yüzleşmenin gerçekleşmesini beklemem lazımdı. "Onu ben alırım Gonca." dedi abim masadan kalkarak. Oh! Bize gelince de kendi çayını bile doldurmaz beyefendi! Gerçekten bu erkekler evlenince huy değiştiriyormuş. Acaba Orhan abim de yapıyordu muydu ev işi? "Bulaşıkları Umay yıkar! Seninle konuşmam gereken konu var." "Ben hiçbir şey yıkamam! Orhan abimi duymadın herhalde." "Kavga etmeyin tamam! Yaman yıkar!" dedi Orhan abim. "Ne!" dedi Yaman abim. "Ha yani yine kabak benim başımı patladı! İyi ki bir şehirde yaşıyoruz he, siz de iyice beni modernleştirdiniz!" "Ellerinden öper abiciğim! Umay sen de derhal odana çıkıyorsun." Hayda! Ben niye şimdi odama çıkıyordum ki? Anlamadan abimi kızdıracak küstahlık mı yapmıştım acaba? "Neden?" dedim. "Cezalısın Umay! Madem evden kaçmayı biliyorsun, O zaman ben de seni odaya kilitlerim!" "Saçmalama abi istiyorsan!" dedim sitem ederek. Tamam bundan önce de çok kavgamız olmuş, arada küskünlükler yaşamıştık ama abimin huyu değildir beni odalara kilitlemek. Şimdi ne değişti de bedenimi 4 duvar arasında hapis etmeye çalışıyordu? "Ben ne dediysem o Umay! Kalk odana git!" "Of!" dedim masadan kalkarak. Küçük çocuklar gibi ayaklarımı yere vura vura odama çıktım, kapımı da kilitledim. Kendime söz vermiştim, bugün hiçbir güç ve kuvvet beni bu odadan dışarı adım dahi attıramazdı. İster yemeğe çağırsınlar, ister baskın yapsınlar! Hadi görelim bakalım kim daha inat Orhan bey! Odamın camı arka bahçeye açılıyordu. Ön taraftaki yaşamdan tamamen habersiz olarak küçücük odamda günümü tamamlamak üzere duruyordum. Saat akşam 8'e yaklaşıyordu. Çok sıkılmıştım ama inat değil mi, kesinlikle çıkmayacaktım. Üstelik beni yemeğe bile çağırmamışlarken gururum buna asla izin vermezdi. Açlıktan ölsem de kilidi çevirirsem şerefsizim! Siz hem benim doğum günümü kutlamayın, hem de Gonca'nın varlığıyla kız kardeşinizi unutun! Oh ya, ne güzel hayat. Beril yengem Orhan abimi alır, Gonca, abilerimin hepsini alır, Yaman abiminkide gelip topyekûn alır! Sonra da Umay'ın adı kıskanç olur dimi? Arada mutlu çıkan sesler geliyordu kapının ardından. Hayatımda ilk kez kendimi böyle yalnız ve kimsesiz hissetmiştim. Abimler vardı ama yok, annemle babam vardı ama yok... Kimdim ben? Koçyiğitler'in göz bebeği Umay Koçyiğit değil miydim? Evet, öyleydim ama bundan 1 hafta öncesine kadar... Artık herkesin geriye attığı, kimsenin yüzüne bile bakmadığı, açlığa terk edilen kız çocuğuydum... Yatağın üstüne oturup dizlerimi karnıma çekerek içli içli ağladım. Sabahtan beri tuttum, tuttum da ne oldu sanki? Yanıma gelip nasılsın diyen mi oldu? Nefessiz kalacak dereceye ulaşmıştı ağlamamın boyutu. Üstümdeki t-shirtüm sırılsıklam olmuş, yerde acımın izi oluşmuştu. "Ah Umay... Uğruna canını feda edeceklerin seni feda ediyorlar..." dediğim an kapım çaldı. Ağlamamı kesip "NE VAR?" diye bağırdım. İşleri düşmüş olmalıydı ya da buradan da göndereceklerdi beni. Saatlerce süren tekliğim üstüne kapıma kadar gelmeleri başka fikir çağrıştırmıyordu beynimde. "Hala..." sesini duyunca yumuşadım. Göktuğ'du gelen kişi. Hızla ayağa kalkarak banyoda yüzümü yıkayıp kapıyı açtım. "Efendim halacığım?" dedim. "Sen... Ağladın mı hala?" Nasıl da anlıyor o minik kalbiyle. Çocuk bile beni ağlarken görmediğinden garipsiyordu. "Yok..." dedim. Ayak dibine çökerek saçlarını okşadım. Hayatta koşulsuz seveceğim tek kişimdi. İlk göz ağrım, kalbimin sahibiydi Göktuğ... "Sen neden geldin?" "Aşağı gelsene hala." "Olmaz halacığım." "Lütfen hala!" "Göktuğ olmaz." Küçük elleriyle gözlerimin altını sildi. "Seni kim üzdü hala? Sen hiç ağlamazdın." "Kimse üzmedi paşam. Hadi gel, benim odamda konuşalım." Ayağa kalkıp elinden çektim fakat gelmedi. "Hala!" dedi ayağını yere vurarak. Küçük sıpaya bak sen! Halasına horozlanıyor. "Hemen şimdi aşağı iniyoruz!" Karşı çıkamıyordum. O küçük bedeni beni odamdan çıkarıp merdivenlere sürüklerken mecbur kuyruk misali takıldım peşine. "Hadi hala, çabuk ol biraz." "Koşma aşkım, yavaş." dedim. Hem Göktuğ'un haline gülüyor, hem de etrafa göz gezdiriyordum. Her yer kapkaranlıktı. Sanki kimse yoktu evde. "Bahçeye çıkalım!" "Peki aşkım..." dedim yine gülerek. Ve bahçeye adımımı atar atmaz her iki yanımdan patlayan konfetilerle karanlığa gömülü bahçenin ışıkları açıldı. "İYİKİ DOĞDUN UMAY!" *** YAZARDAN... Kapının dışında, sevdiğine hep uzaklardan bakmaya mahkûm olan o kişi de "İyiki doğdun sevgilim..." dedi. Aşk bir oyundu. Bu oyunun içinde kendini bulmakta vardı, kaybolmakta...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD