30. DUYGULAR KARIŞIK...

1414 Words
UMAY'IN AĞZINDAN... Gözlerimdeki parıltı karanlık havayı aydınlatmaya yetiyordu. Kutlamışlardı... Doğum günümü kutlamışlardı. O yüzden odamdan hiç çıkmamak üzere talimat almıştım. Sırf daha rahat sürpriz yapabilmek için beni yalnız bırakmışlar. İlk kez herkesin gözlerinin önünde hıçkıra hıçkıra ağladım. Böyle sürprizlere çok alışıktım, ailem tarafından şımartılan bir kızdım ama durumlar farklıydı. Her yer savaş alanı, ortalık yangın yeriyken tüm zorlukları benim için ardında bırakan Koçyiğit ailesi akıtmıştı değerli yaşlarımı... "KİZ NİYE AĞLAYSUN?" dedi annem. "Küçük bebeğimiz biraz bize kırıldı sanırım ana!" dedi Orhan abim. Kırgınlığım büyüktü fakat sevgimin önüne geçemediğinden affediyordum sizi... Koştum, doğrudan abime sarıldım. Beni öyle bir göğsüne yasladı ki ömrümü orada geçirmek, bir daha hiç ayrılmamak istedim. "Benim küçük kızım..." dedi fısıltıyla. Babamdan sonra gelen babaydı bu evde. Kimin başı sıkışsa ilk onu arardı. Orhan diyince akan sular bile durulurdu hepimizde. Duygularını pek fazla belli etmezdi ama ölümüne severdi hepimizi, bizde onu... "Abim..." dedim kollarımla bedenini iyice sıkarak. "Canım abim benim..." "Aa ama bu ne ya? Tek abin Orhan mı?" dedi Yaman abim. Babam aldı her birini, topladı ikimizin yanında... Aile her şeydi benim için. Tüm önceliklerimi kenara atar, yine de tekinin sözünü çiğnemezdim. Hele etraf düşman doluyken tek güven duyacağım aileme sırtımı dönemezdim... Muhteşem sürprizin içinde ahenkle dans ediyordum. Her bir detayıyla özenle uğraşılmış, bahçe aydınlık hâle bürünmüştü. Masanın üstünde masmavi, gökyüzündeki bulutları çağrıştıran, koskocaman pasta vardı. Yanlarına eklenen bulut detaylarıyla içimdeki özgürlük ruhunu çağrıştırıyordu. Yan tarafında sarılan sarmalar, yapılan börekler, poğaçalar, el yapımı meyve suları... Hepsi de benim ağız tadıma uygun yiyeceklerdi. "Şımarık afacan seni..." dedi Orhan abim. Benim gözüm ise kenarda tek başına duran Gonca'ya değdi. Öküz abim kızı yalnız mı bırakmış sahiden? Ayağımla dizine tekme attım. "Ah! Ne vuruyorsun kızım?" dedi acıyla. Gözlerimle Gonca'nın olduğu tarafı gösterdim. Arkasına döndü, karısını gördü. "Lan!" dedi hepimizin başını kollarıyla bir araya getirip. Sadece kardeşler yan yana sarılıyorduk. Annemle babam çoktan köşesine çekilmiş, eskileri yâd ediyorlardı. Ya da beni yaptıkları geceyi... Kahkaha atarak "Ben evli olduğumu unutuyorum galiba." dedi. Coşkulu kahkahasına hepimizi ortak eden cümlesiyle tekrardan can bulduğumuzu hissettim, ailecek... Toprak abim vakit kaybı yaşamadan Gonca'nın yanına gidip elinden tuttu, yanımıza çekti. "Hazır mısınız?" dedi elini ortaya koyarak. Şaka! Unutmamışlar... Doğum günlerimizde yaptığımız rutine dönen güç devşirmesiydi ortaya konulan elin amacı. "Hazırım!" dedi Orhan abim elini koyarak. "Ben de hazırım!" dedi Yaman abim de koyarak. Yine her zamanki gibi en üste beni bırakmışlardı. Tam koyacaktım, Toprak abim geri itti. "En üst her zaman senin yerin bu yüzden..." dedi. Yanımızda kuzu gibi duran Gonca'nın elini alıp, kendi elinin üstüne koydu. Aslında onun eli en alttaydı ama karısının dibinde olmak uğruna üste çıktı beyefendi! "Şimdi koyabilirsin bacım." dedi. Dolu gözlerle gücümüzü bütün haline getiren dokunuşu yaparak parmaklarımı Gonca'nın naif elinin üstüne bıraktım. "OOO!" diye bağırdık hep bir ağızdan. "Uu habular yine başladi herif!" dedi annem. Sahne sırası abimdeydi... "BİZ KİMİZ!" diye bağırdı. "KOÇYİĞİTLER!" dedik hep bir ağızdan. "NEYİZ?" "KARDEŞ!" "KARDEŞLER NEDİR!" "BİR BÜTÜNDÜR!" "BÜTÜN HİÇ AYRILIR MI!" "ASLA!" "ÖLENE KADAR, SON NEFESİNİ VERENE KADAR, CAN TOPRAĞA GİRENE KADAR!" Sözümüz sözdü. Neler görmüş, geçirmiştik birlikte... Kimi zaman baba kızına, büyük abi küçük erkek kardeşine, ana çocuklarına küstü ama hiç uzun sürmedi bizim dargınlığımız. Birinin boşluğunu öteki doldurmaya çalışmadı. Onun yerine o boşluğu dolduran kişiyi getirdi ait olduğu yere... Yani kimse kimsenin yerine geçmeye çalışıp sırtından bıçaklamazdı. Derdimizi bölmeyi öğrettiler bize, tek başına sırtlanmayı değil. Anadan, babadan böyle nasihatler aldık. Dere akardı da, kum kalırdı. Anamla babam dere, biz ise kumduk. Annem hep bunu derdi. 'Bizler eleceğuz, siz geride kalacaksunuz. Birbirunize sahup çikun.' derdi. Abim en büyüklerimiz olduğundan babalık eder, kol kanat gererdi üçümüze de. Bundan dolayıdır ki çoğu zaman tökezleyerek kalbimizi kırardı. Yanımızda olsun da, varsın kırsın kalbimizi, bacaklarımızı... Şaşkınlıkla bize baka kalan Gonca'ya gözlerimi yumarak destek çıktım. Altay'la aralarındaki bağın kuvvetli olduğunu biliyordum fakat ablası kopmuştu her ikisinden. Hatta anladığım kadarıyla aile bağları da çok kopuktu. Pirinç taneleri gibi her biri bir tarafa dağılmıştı. "Hay benim aslanlarım!" dedi Orhan abim kafalarımızı birbirine yaslayarak. "Ah!" dedim. Yaman abimin kafası betondan mıydı ya? Ne zaman bu hareketi yapsak kafamı acıtıyordu. "Ya ne var şunun içinde abi?" dedim başımı tutarak. "Beyin var beyin!" Şen olsun ailemiz, gülsün hep yüzümüz... *** TOPRAK'IN AĞZINDAN... Yeniden bir arada oluşumuz evimize bahar havasını katmıştı. Gece uzun, mutluluğumuz bakiydi. Saat 12'yi biraz geçmişken herkes odasına çekilmişti. Aslında annem bizi zorla odaya göndermişti de diyebilirim. Kadın torundan doymuyordu. Orhan abim zaten bir tane vermiş kucağınıza, beni rahat bırak be anam! Kapıyı kapatınca yine sessizlik oluştu aramızda. Gonca benimle konuşmuyordu. Yani ben de konuşmuyordum, konuşamıyordum. Ne diyeceğimi bilmiyordu şu dilim. Ama bu gece son verecektim aramızdaki saçma sapan soğukluğa. "Beğendin mi?" diye sordum ışıkları yakarken. "Çok güzeldi Toprak! Abim de benim doğum günümü kutlar ama hiç böyle ihtişamlı olmazdı. Umay gerçekten çok şanslı." Hüzün karışan sesine hüznüm ortak oldu. Kızlar ailelerinin el üstünde tuttuğu değerlileri olmalıydı, hiç yokmuş gibi davrandıkları eşyaları değil! Yanına gidip elinden tuttum, yatağın üstüne oturttum. "Senin doğum günün ne zaman?" diye sordum. İlk baş afalladı. Gözlerimin içine öyle bakıyordu ki sanki kendimi koca bir ormanın içinde kaybolmuş hissediyordum. "Yoksa doğum gününü bilmiyor musun?" dedim suskunluğu devam edince. "Yok... Şey... 19 Temmuz." Nasıl? Benimle aynı gün mü doğmuş Yıldırım kızı? "Hadi canım!" dedim. "Ben de aynı gün doğdum." "Aa! Gerçekten mi?" "Evet! Şansa bak! Kocanla aynı gün doğmuşsun yavrum." Bembeyaz yüzü kırmızının rengine bulanırken ağzımdan çıkan kelimenin idrakine yeni varmış olmanın utancıyla yanından kalktım. "Uyuyalım!" dedim. "T-Tamam." dedi. Ulan Toprak! Sözde iki güzel söz edip kızın moralini düzeltecektin, onu da eline yüzüne bulaştırdın. "Kıyafetler... Üstüm..." Neredeydi benim yatak pijamalarım? Rezilliğim büyüklük çığırına ulaşıyordu. Yavrum ne Toprak? İyiki bacın olarak görüyordun, yoksa aksi durumda neler derdin acaba? "Bunları mı arıyorsun?" "Hani?" Arkamı döndüm ama döndüğüm yer bana kalbimin hiç uğramadığı yerleri gösterdi. Buzulların arasında varlığını, attığını dahi unutan kalbime güneş ışınlarının sadece gölgesi vurmuştu. Tam burnumun dibinde, yemyeşil gözlerini çehreleyen kirpiklerinin altından masumca bakıyordu yüzüme. "Oo!" dedim iki elimi yukarı kaldırıp geriye çıkarak. "Pardon! Çok pardon!" Ne diye dibime giriyorsun be kızım! Hiç erkek adama bu denli yaklaşılır mı? Heleki bu adam kocansa! "Şey..." dedi pijamaları kenara bırakıp. O da benim gibi afallamıştı. "Bu gece ben yerde yatabilirim." Yorganları dolaptan alıp yere seriyordu. Öyle seri hareket ediyordu ki benden kaçtığı bariz belliydi. "Ben yatarım yerde." dedim. "Olmaz! Bu gece ben yatacağım." "İnatlaşma benimle Yıldırım kızı." "Bence sen inatlaşma Koçyiğit uşağı!" Tek kaşımı kaldırıp baştan aşağı süzdüm. Üstündeki elbise kuğu gibi göstermişti onu. Kırmızı renginden nefret ederdim ama onda çok güzel durmuştu. Beyaz tenine yakışan kırmızı... "Sen artık bi Koçyiğit gelinisin Gonca Koçyiğit!" dedim. Heyecan bastı, solukları hızlandı. Hızlanan nefes alışverişiyle telaşa kapıldım. "İyi misin?" dedim. Düşmanın soyadına geçiş yapmayı kimse istemezdi. Mecburiyeti ne denli büyükse tek çare bendim gözlerinde... "Uyuyalım hemen!" dedi. "İyi değilsin sen Gonca." "İyiyim. Sadece çok yoruldum ayakta kalmaktan." "Gel, gel otur." Narin teninden tutarak yatağın üstüne oturttum. Sendeleyen duygularıyla nasıl başa çıktığını, nasıl böyle sakin kaldığını bilmiyordum. Yüzüne dağılan saçlarını ellerimle geriye çektim. "Su getireyim mi sana?" dedim. Önüne dönük olan kafasını bana çevirip gözlerime kilitlendiğinde ömrüm boyunca kimsede bakmadığım o yere, dudaklarına baktım. "Gerek yok." dedi. Yutkundum. Nikah insanların arasında sıcaklık oluşturuyormuş cidden. Yolda görsem kafamı çevireceğim kızı öpme fikri geçiyordu içimden. Kendine gel Toprak! Bu sen değilsin! Gonca, Altay için neyse, senin içinde o! *** ALTAY'IN AĞZINDAN... "BİTTİ ZELİHA!" Yüzüğü uçurumdan aşağı fırlattığım an bitmişti kafamda zaten. Zeliha'dan bana yar olmazdı, eş olmazdı, hayat arkadaşı hiç olmazdı. Hele bugün duyduklarımdan sonra, mümkün değildi bu seçenekler. Hastanede, benim sevdiğim kadını cümle aleme rezil etmiş, sırf beni gelip gördüğü için bağıra bağıra or*spu demiş. "ALTAY ÖZÜR DİLERİM! SEN... SEN ONU SEVDİĞİN İÇİN... HASTANEDE DE GÖRDÜĞÜM İÇİN SİNİRLE ÇIKTI AĞZIMDAN..." İki saattir anlatmaya çalışıyordum, nafile. Zeliha çok değişik bir kızdı. Gurursuz, inatçı, bencildi. Hakaret ettiği ister Umay olsun ister başkası... Hiç kimse ama hiç kimse ağır ithamlara maruz kalmayı hakedecek kadar kötü değildir. "TİMSAH GÖZYAŞLARIN BİTTİYSE EĞER GİDİYORUM!" "ALTAY YAPMA! ŞURADA DÜĞÜNÜMÜZE NE KALMIŞ!" Ayaklarıma kapandığında daha da soğudum. Bir kadın hiçbir erkeğin önünde diz çökmemeli, hep başı dik durmalı. "Kalk ayağa Zeliha! Gözümde iyice düşmeden kalk!" "Altay ölürüm!" dedi. Ayağımı ileriye silkeleyip bedenini istemeden öteye savurdum. Nasıl bir yapışıklık bu? "Senin adına utanıyorum!" dedim. Bütün acısını, sızlayan yaralarını oturduğu yerde bıraktı söylediğim cümle. Sanki saatlerdir ağlayan o değilmişçesine ayağa kalkıp karşımda durdu. "Sen git kız kardeşin adına utan!" dedi. Ne saçmalıyor? Kaşlarım çatıldı anında. "Gonca'yı karıştırma bu işe!" dedim. Gözlerinden öfke fışkırıyordu adeta. "Sen!" dedi sımsıkı sıktığı yumruğundan yalnızca işaret parmağını dışarı çıkarıp bana doğrultarak. Titriyordu. Ama öfkeden, ama hırstan, ama kıskançlıktan... Zeliha'nın bu yüzüyle ilk kez tanışıyordum. Sanki gözlerinin ardında bir şeytan saklıydı. Hep içinde gizli tuttuğu, kimsenin görmediği bir şeytan... "Senin kız kardeşin zaten Toprak'a aşıktı Altay!"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD