18. KISKANÇLIK!

1721 Words
UMAY'IN AĞZINDAN... Yemek masasında yemek hariç bütün azarları yemiştim. Elimi alnıma yaslamış, Orhan abimin yüksek çıkan sesiyle baş etmeye çalışıyordum. Babam yoktu ya, İstanbul'a gitmişti ya, bütün hüküm ondaydı. "AMA BENİ DİNLEYEN Mİ VAR! HELE SEN, SEN HİÇ DİNLEME ZATEN UMAY HANIM!" Yengeme baktım. "Habunu niye evde tutmadun?" dedim bıkkınlıkla. "Bağuni çözdü, ben ne edeyum?" dedi. Başından beri İso'ya güveni yokmuş, onu hiç sevmemiş, beni zorla vermiş vs vs... Sabahın 8'inden beri aynı cümleleri duyuyordum. Gerçekten çok yorulmuştum. "KİME DİYORUM UMAY!" dedi son olarak. "Abi bitti mi?" dedim pes ederek. "Bitmedi hanımefendi! İlk önce o itten boşanacaksın, ardından benimle geleceksin!" Ellerimi saç diplerimden çekip başımın üstünde duran Orhan abime baktım. "Köyde durmayacaksın bundan sonra. Benimle geleceksin, çarşıda yaşayacaksın artık!" "Niye ya? Yine niye bana patladı tüm ihale?" "O Zeliha boş durmaz, saçma sapan konuşur köyde." dedi. Doğru, konuşurdu. Bana o kadar zıttı ki aklıma gelemeyecek kötülükleri bile yapardı biliyorum. "Tamam." dedim inatlaşmadan. "İyi, kalk o zaman hazırlan, gidiyoruz. Beril hadi sen de kalk yavrum, evimize gidelim!" "Ha!" dedim tepkiyle. "Beril'e gelince ses kısık, bana gelince son desibel dimi Orhan bey!" dedim. "Kapa çeneni! Onları bu olayları saklamadan önce düşünecektiniz Umay hanım! Şimdi yukarı çık ve bavulunu hazırla!" Oflaya puflaya odama gidip bavulumu tuttum. Sular durulana kadar çarşıya inmem en mantıklı çözüm yoluydu. Boş yere Altay'la ismimin çıkmasını, çocuğun işinin bozulmasını istemiyordum. Hem kafamı toparlayarak İso üzerinde bir kaç güzel taktikler geliştirirdim. Sıçan elbet kafasını o delikten çıkaracak, peşime düşecekti biliyorum. ••• "Şu şahıs camdan dışarı bile bakmayacak Beril! Perdenin ucunu bile kaldırmayacak anlaşıldı mı?" "Oldu olacak zincir vur abi!" dedim. "Seni korumaya çalışıyorum! Şu yüzünün halini görmedin sen herhalde Umay!" Tek yüzümü görmüştü. Bir de bedenimdeki izleri bilse, daha da soluk bırakmazdı hiçbirimizde. "Az sakin mi olsan Orhan?" dedi yengem. Nihayet olaya el attın! Bazen görümceliğimi konuşturup saçlarından yolasım gelmiyordu diyemem. "Güzel gözlüm nasıl sakin kalayım? Bunlar varya bunlar! Toprak'la çeteler! Habu ikisi yüzünden köyde az insanla karşı karşıya gelmedik! Bi gün komşunun atının ipini çözüyorlar, öteki gün köpeklerini kızdırıyorlar, diğer gün camlarını taşlıyorlar!" Hiçbirisine de durduk durmadık yerde yapmamıştık. Annemin arkasından konuşup yüzüne karşı gülen insanlara sevgi pıtırcığı olacak halim yoktu. Oh olsun! Yine olsa yine yapardım. "Kız! Sen de ne fenaymışsın görümcem!" dedi yengem. Sanki kendisi benden aşağı kalır yandaydı. "Sen sus yenge! Abimi elde etmek için kısalan etek boylarını unuttun herhalde!" dedim. Seviyordum yengemi arada ama takılmakta hoşuma gidiyordu. "Lan!" dedi abim. "Gösterdiyse kocasına gösterdi Umay!" "O zaman kocası değildin, hatırlatayım abi!" İşaret parmağını merdivenlere yöneltti. "Odana çık!" dedi dişlerinin arasından. "Bana ne!" dedim omuzlarımı silkerek. "Umay söz dinle, odana çık!" Ayağa kalktım. "Of!" dedim ayaklarımı yere vurarak. Bu da bir tek bana sözünü geçirebiliyordu. Yengemin parmağında oyuncak olmuş, bana gelince aslan kesiliyordu beyefendi! "Hala..." sesiyle duruşumu düzeltip ilk göz ağrıma döndüm. Çocuk psikolojisi en ufak gergin ortamdan, hafif yapılan tartışmalardan bile etkilenecek kadar narin ve hassas olurdu. Yere doğru eğildim fakat sırtımdaki acılar ara ara varlığını belli ederek canımı yakıyordu. "Of..." dedim ağrı vurunca. "Halasının paşası... Gel, gel sarılsın hala sana." Eğer İso'nun cani ellerinden sağ çıkamasaydım yeğenim kollarıma değilde toprağıma sarılıyor olurdu. Sevilmeyen baba tarafı olmamak için verdiğim bütün mücadelelerim hazin sonuçla kara toprak altında yatacaktı. Yeğenim daha 6 yaşındaydı. Muhtemelen büyüyünce beni unutacak, sadece fotoğraflarımla kendini avutacaktı. Ah benim gözümün bebeği, tek kıyamadığım kişi olan Göktuğ'um... "Sen neredeydin hala? Evlenince bizi unuttun sen." "Unutur muyum hiç?" dedim saçlarından koklayarak. Sıkıyordum kendimi ama daha fazla tutamıyordum yaşlarımı. "Hala seni hiç unu-..." Cümlemi tamamlayamadım. Bir hıçkırık kaçarken boğazımdan, ailemin inci taneleri olarak adlandırdığı yaşlarım süzülüyordu yanaklarımdan aşağıya. "Beril, çocuğu yukarı çıkart!" dedi abim, ağladığımı anlayınca. "Anneciğim... Hadi biz seninle yukarı çıkıp ödevlerine bakalım." dedi yengem. "Hala..." dedi küçük parmaklarıyla gözlerimin altına dokunarak. "Sen... Sen ağlıyorsun hala." Çocuk bile beni ağlarken görmediğinden garipsiyordu. Oysa geceleri ne gözyaşları döker, için için ağlardı habu kızda, kimsenin ruhu dahi duymazdı... "Halan ağlamıyor Göktuğ. Sadece biraz yorgun tamam mı? Hadi, gidelim oğlum." Yengem, Göktuğ'u yukarı çıkarttığında çöktüğüm yerden ayağa kalkarak merdivenlere yöneldim. "Bahçeye gel!" dedi abim ardımdan. "Sonra konuşalım mı abi?" dedim. "Gel!" dedi. Ne kadar karşı çıkarsam çıkayım elbet günün sonunda Orhan abimin dediği olacaktı. O önde, ben ardında bahçeye çıktık. Meşhur sandalyesine oturup kollarını masanın üstüne koyarak her şeyi anlatmam için beklemeye geçiş yaptı. Tam karşısındaki sandalyeye oturdum. "Anlat derdini." dedi. Anlatmaya bile dilim varmıyordu. "Anlat dedim Umay! İso seni ne zaman aldattı, nasıl aldattı, kiminle aldattı? Her şeyi ama her şeyi anlat!" Ah Toprak abi ah! Attın bir yalan, gerisi nerde acaba? "A-..." Peş peşe gelen bildirim sesleriyle kelimem yarıda kesildi. Ekranda yazan numarayla kaşlarım istemsizce çatıldı. "Kim?" dedi abim. Şifresini açtım, doğrudan üstüne tıkladım. Bir kızla beraber aynı yatakta olan İso! Ulan, istesem böyle denk düşüremem! Telefonu doğrudan abime çevirdim. "Bu!" dedim. "Bununla aldatıyormuş!" Gözlerini kısarak ekrana baktı. "Tövbe, tamam çevir şunu!" dedi. Yalan attık gerçek çıktı. İso yaptıkları yetmezmiş gibi pisliğinin üstüne daha büyük bir pislik eklemiş, başka kadınlara el sürmüştü. Belki abime kanıt olarak göstermek tam yerinde olmuştu ama fotoğrafı görünce içim parçalandı demesem yalan olurdu. Nikahlı kocamın başkasıyla yaşadığı birliktelik kalbimi delik deşik etmişti. Telefonu geri çekerek masanın üstüne koydum. Ne abim ne de ben... İkimizin de ağzını bıçak açmıyordu. "ÖLDÜN SEN!" bağırışıyla aynı boyutta ilerleyen, masaya atılan yumruklar yerimde sıçrattı beni. "ÖLDÜN SEN İSO!" Abim oturduğu yerden kalkarak "SENİN BU MEMLEKETTEN ÖLÜN ÇIKACAK ÖLÜN!" diye bağırdı. "TELEFONUNU VER!" dedi elini uzatarak. Öyle titriyordu ki bu titreme büyük olayların olacağının belirtisiydi. İso bu sefer kesinlikle bulunacak, abim tarafından yoğun sevilmelere maruz kalacaktı. "VER UMAY!" diye bağırdı vermediğimi görünce. Uzattım telefonu. "Şifresini kaldır şunun!" dedi. Korkunun getirisiyle birlikte zorlanmalar eşliğinde şifremi kaldırdım, doğrudan abime verdim. "Sakın! Bak sakın dışarı çıkma Umay! Ben geleceğim, içeri geç ve yengenin sözünden dışarı çıkma!" "Abi!" dedim telaşla. "Ben de geleyim lütfen!" "Asla!" dedi işaret parmağını bana tutup. Elleri titriyordu. Yandık, yandık ki ne yandık! Abim ortalığı ayağa kaldıracaktı. "Kır dizini yoksa ben kırarım Umay!" "Abi..." "UMAY!" diye öyle bağırdı ki korkumdan kabuğuma sinip başımı yere eğdim. Bana karşı hep böyleydi. Çok sevdiğinden afallıyor, sesini sürekli yüksek modda tutuyordu ama kalbimi kırıyordu. Yengeme toz konmazdı, bizim ağzımıza edilirdi! Sandalyeden kalkarak hızlı adımlarla eve girdim. Arkamdan bir kaç kez seslendi fakat dönüp bakmadım. Birilerinin artık Umay'ın da kalbi olduğunun farkına varması lazımdı. Betondan değildim, kurulu robot misali yaşam sürmüyordum. Herkes gibi üzülüyor, seviniyor, hatta ağlıyordum. Odama çıkıp gecenin karanlığı aydınlığa varana dek yastığımı gözyaşlarına boğdum. Toprak abimle dün gece konuşmuş, İso'nun kız kardeşine umut verdi mi diye sormuştum. Yapmamış, sevgili bile olmamışlar. O kadar takıntılıymış ki abime, int*hara kadar gitmiş. Yani abisini kandırmış, benim üstüme salmış. Sırf abimin canını yakmak için beni kurban etmiş o pislik! ••• Kahvaltıda tabağımdakilere çatalı batırıp duruyordum fakat yiyesim gelmiyordu. Başım elimin üstünde, öylece uzaklara dalmıştım. Orhan abimden ses yoktu. Yengem bile defalarca kez aramış, yine de ulaşamamıştı. Ee evden çıkayım desem, ona da izin yoktu. Bir kaç sefer kaçma girişiminde bulundum ama yengem hemen yakaladı. "Yesene gülüm..." dedi yengem. "İştah mı kaldı?" dedim. "Ah benim güzel bacım..." dedi elimi tutarak. "İso hakettiğini yaşıyor, sakın üzülme!" "Ona üzülen mi var yenge? Ben abimi düşünüyorum. Sinirli herifin teki!" "Doğru diyorsun ama baba olunca çok değişti Orhan. Artık ona göre hareket ediyor." Tek temennim ondan yanaydı. Abimin kılına zarar gelse kendimden bilir, hayatımı zindana çevirirdim. Vakit geçiyor, Güneş yerini Ay'a devrediyordu. Hâlâ dışarıdaki masada oturuyor, abimin içeri girmesini bekliyordum. Telefonum da yoktu ki haber alayım! Yengem de elletmiyordu. Neymiş, bana güven olmazmışmış! Karanlığın komple yeryüzüne çöküşüyle bahçenin sarı ışığı açıldı. Ne soğuk ne de sıcak olan akşamın sabaha çıkmasını bekleyecek kadar sabır kalmamıştı bende. "Yok!" dedim ayağa kalkarak. İsterse zincirlesin, yine de dışarı çıkıp abimi arayacaktım. "Yetti canıma! Dayanamıyorum artık yenge, ben gidiyorum!" Adım adım ilerlerken çok sevdiği salıncağına yayılmış yengem telaşla peşime takıldı. "Dur kız! Umay kime diyorum? Abini yakama mı takacaksın?" Duymadım, cevapta vermedim. İki bağırış, üç hakaretle biterdi abimin öfkesi. Ne diye böyle büyütüyorsa? Dış kapıyı açıp dışarı adım atmamla önüm kesildi. "Hayrolsun?" "Abi!" dedim kafamı kaldırarak. Çok şükür, geri dönmüştü kaçak. "Nereye Umay?" diyerek canımı acıtmayacak dokunuşla bedenimi içeriye sokup kapıyı kapattı. "Yolculuk nereye böyle?" dedi göz kırparak. "Senin yanına geliyordu-..." Gözümün takıldığı elinin sarılı olduğunu fark edince zorla yutkundum. Bulmuş... İso'yu bulmuştu abim. Tekrar yüzüne baktım ama korkuyla. "Ölmedi merak etme!" dedi. Duruşumdan, hareketlerimden ne demek istediğimi anında anlıyordu. Kardeş olmanın dezavantajının yanında aynı burca sahip olmamız da vardı. "Beril, sana zahmet bana kıyafet falan ayarlar mısın yavrum?" "T-Tabii hayatım. Yukarıda seni bekliyorum." "İçeri geç, eve gir!" dedi abim bana fakat ben donmuş kalmıştım. Nasıl bulmuştu? Toprak abim günlerdir karış karış ararken o nasıl oluyorda hemen buluyordu? Beni beklemeden eve ilerleyince arkasından "Abi nasıl buldun?" diye sordum. "Sabah Umay, sabah abim tamam mı? Şimdi çok yorgunum, sabah!" dedi. Koştur koştur büyük adımlarına yetişmeye çalışırken yatak odalarının kapısına kadar gitmiştik. "Şimdi konuşmak istiyorum!" dediğimde abim kapıyı açmış, odasından içeri girmişti. Ben de girmek istedim fakat izin vermedi. "Özel alan!" dedi. "Ne özeli?" dedim. "Karımla olan özel alanım ya burası benim!" "Ee?" dedim tek kaşımı kaldırıp. Sanki uygunsuz zamanda gelmişim, gizlice odaya girmişim gibi muamele yapıyor! "Karımı özledim Umay! İlla açık açık mı konuşayım? Hadi abim, git odana dinlen! Sabah konuşacağız tamam mı güzelim?" "İyi!" dedim trip atarak. Zaten yengemle evlendiğinden beri beni hep ikinci plana atıyordu. "Umay..." dedi saçlarımı okşayarak. "Abim yapma böyle! Ne zaman benim evli olduğumu kabulleneceksin?" "İyi geceler Orhan!" dedim arkamı dönerek. Ben senin evlendiğini kabullendim de, bi sen bana yumuşak gelmeyi öğrenemedin abi. "Sabah konuşacağız!" Ben ardımdan gelmesini, gönlümü aldıktan sonra karısının yanına dönmesini beklerken kapının kapanma sesiyle hayallerim altüst oldu. Şımarık olduğumu kabul ediyordum ama beni bu hâle onlar getirmişlerdi. Evin tek kızı olduğumdan her istediğim yapılmış, babam tarafından pohpohlanmıştım. Ama ben hep en çok nazı Orhan abime yapar, en çok onunla vakit geçirmek isterdim. Beril yengem hayatına girdiği günden bu yana eskisi gibi değildi bana karşı. Odama geçip direk kapımı kilitledim. Bilerek yaptım çünkü abim kilitli kapılardan nefret ediyordu. Telefonumu da vermedi, harika! Ee şimdi ne yapacaktım? Uykum yok, telefonum yok, yanımda kimse yok! Hiç yoktan Toprak abimi arar, onunla dertleşirdim. Benim bi numara büyüğüm olduğu için iyi anlaşıyorduk. Yaman abim de vardı ama o genelde İstanbul'da olduğundan pek görüşemiyorduk. Gerçi en kıskançları olarak her hafta mutlaka 3-4 kez arar, yoklama yapardı. İyice sinirlenmiştim. Tek kilit vurduğum kapımı yanına giderek üçe çıkarttım. Gıcık şey! Karısını özlemişmiş! Durdun durdun, benim geleceğim günün akşamı mı aklına vurdu hasretin? El mecbur yatağa yatıp uyumaya çalıştım. Acaba Altay nasıl olmuştu? Gerçi o Zeliha'yla iyi olması olanaksız gibiydi ama neyse...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD