6. UMAY...

924 Words
UMAY'IN AĞZINDAN... Düğün konvoyunun korna sesleriyle kalbim hızlanmaya başladı. "Kız dur daa! Nedu bu heyecan?" dedi amcamın kızı Ceylin. "Evleniyorum Ceylin! Normal değil mi sence de?" "Hee! Oni doğru dedun işte." Yerimde duramıyordum. Az sonra abimler, babamlar... Hepsi ama hepsi yanıma gelip benimle vedalaşacaktı. Böyle anları hiç sevmiyordum. "Gözleri kahur yarim Hasreti ağur yarim Sen bana emanetsun Gel göğsüme sığ yarim..." İso ile dinlendiğimiz şarkının mısralarını duyunca hafif tebessüme erdi yüzüm. Aşık oluyorduk sanki, hem de biz bile farkına varmadan. "Şimdi çıkarlar yukarı." dedi Ceylin. Ve kapı açıldı... Önde babam, arkasından annem ve abilerim içeri giriş yaptılar. Bu yaşıma kadar benim ağladığımı hiçbirisi görmemiştir. Çok duygusal olan ben, genellikle gözyaşlarımı herkes uyuduktan sonra yastığımın üzerine akıtmayı tercih ederdim. Ama babam benim tam tersime, hemen dökerdi o boncuklarını aşağıya... "Oy anan kurban sağa Umay'um!" Annem ağıt yaka yaka girdi içeri. "Oy anan kurban sağa guzel kizum!" Kendimi ne kadar tutsam da birkaç damla yaş düştü gözümden aşağıya. "Umay'um, oy Umay'um! Büyüdü de gelun oldi, oy Umay'um!" "Ana dur daa! Ağlatacaksun hepumuzi!" dedi Orhan abim. "Oy Orhan! Gözümüzün bebeği gidiy Orhan!" Annemin ağıtıları devam ederken babam doğrudan yanıma geldi. Başı yerdeydi. Gözümün içine bakmaya cesareti yoktu. Çünkü biliyordu ki göz göze geldiğimiz ilk an hüngür hüngür ağlayacaktı. "Geliyler!" dedi yüzüme bile bakmadan. "Orhan gel bacunun yanina. Kuşağuni bağla." Abim yanıma geldiğinde İso'nun gölgesi düştü odanın içerisine. Sanırım baba evinden ayrılmanın vakti gelmişti. İstiyor muydum ki? Prensesler gibi büyüdüğüm bu evden, hiçbirisinden tek bir fiske dahi yemediğim bu duvarların arasından gitmek istiyor muydum sahiden? Üstelik karşımdaki adamı daha tam manasıyla bile tanımadan... Abim geldi yanıma, elindeki kuşakla. Derin bir nefes eşliğinde kuşağı belimden bir kere geçirdi geri çözdü, ikinci defa geçirdi yine geri çözdü, 3 defa geçirdiğinde ise burnunu yukarı çeke çeke bağladı. Elini uzattı bana, öpmem için. Eğildim, öptüm... "Hadi hayırlı olsun!" dedi. Kolları bedenimi sardığında tül detayların arasından omzuma düşen yaşlarla bende daha fazla tutamadım kendimi. Orhan abimin yeri bende hep farklı olmuştu. Abilerimin en büyüğü, benim de en değerlimdi. Evde toz dahi kondurmazdı üstüme. Toprak abim ara ara sesini yükseltmeye kalksa denk geldiği anlarda hemen kızardı ona. Zaten o evlendiği gün çok üzülmüştüm. Yengem kalbi kocaman genişliğe sahip bir kadındı. Fakat abimi benden aldığı için ara ara takılırdım kendisine. "Umay..." dedi boğuk sesiyle. "Demek sonunda gidiysın he! Demek sonunda sen da gidiysın bacum..." "Abi..." diyebildim sadece. Gerisi düşmedi dilimden, konuştum ama yüreğimden... Öyle çok ağladık ki birbir omuzlarımızda, yanımızdakiler müdahale etmeseydi vazgeçecektim... Sırayla her birisiyle sarıldım. "Ben mi ağlayacağum?" derdim hep Ceylin'e. "Ne var sanki! Birunden çıkıyrim, diğerune giriyrım." derdim. Öyle olmuyormuş... Meğer baba evinden bir yarımını içeride bırakıp da çıkıyormuşsun... *** ALTAY'IN AĞZINDAN... Günler geçti, takvim yapraklarından 7 gün daha eksildi. Eksilen günler kalbimden de parça parça alıp götürüyordu. Bugün Umay'sız bir Of'un tam 7. günüydü. Düğünü olacağı gün, Ömer beni alıp götürmüştü. İyi ki de götürmüştü yoksa ben delirirdim. En erken olan uçakla İstanbul'a uçup biraz kafamı dağıtmıştım. Ne kadar dağılırsa... "Aldun mi bavullaru?" dedim Ömer'e. Bu kadar gurbetlik yeterdi. Memleketimi, ailemi özlemiştim. Giden gitmişti, olan olmuştu. Bundan sonra başkasının karısına, namusuna duygu besleyecek hâlim yoktu. "Aldum aldum! Hayde yürü!" dedi Ömer. Dışarıdan toplanmış gibi dursam da içim hâlâ kan ağlıyordu. Unutmak kolay mıydı? Hele ki delicesine sevdiğin kadını unutmak hiç kolay olur muydu? Bavulları da alıp havalimanının içinden çıktığımızda kafamı gökyüzüne kaldırıp gözlerimi kapatarak bu güzel havanın kokusunu içime çektim. Her şeyiyle özlemişim canım memleketimi... "İstanbul'da nasi yaşayler?" dedim Ömer'e. "Ben de bilmiyorum kardeşim. Taksi bizi bekliyor, hayde yürüyelim." dedi. İstesem arabamı çağırttırırdım ama şoför koltuğuna oturasım gelmiyordu. Havalimanının otoparkına çekilmiş olan taksiyi plakasından tanıdık. Bavulları şoförün açtığı bagaja yerleştirdikten sonra arabaya bindik. Katettiğimiz her yol bana geçmişte bırakmaya çalıştığım Umay'ın varlığını hatırlatıyordu. Burada bile böyle hissettiğim duygularım, köye çıktığımda nasıl karşılayacaktı acaba beni? Yaklaşık 45 dakikanın ardından köyün yoluna giriş yapmıştık. Sanki kalbimden bir parça sökülüp Karadeniz'in derin sularına atılmıştı. Kavga ettiğimiz yerler, birbirimizi dereye attığımız köprü... Her şey ama her şey bana onu çağrıştırıyordu... "Gelduk!" dedi Ömer. Afallamış bir halde etrafıma baktığımda sahiden de gelmiş olduğumuzu anladım. Ne ara geldiğimizi bile bilmeden... Tam cüzdanıma uzanmıştım ki Ömer elimi tuttu. "Bu seferlik benden!" dedi. İtiraz etmedim çünkü İstanbul'dakini de ben ödemiştim. Aşağıya indim. Anamlar 3 gün önceden yaylaya çıkmışlardı. Geleceğimi kimse bilmiyordu. Söylemek istemedim çünkü biraz kafa dinlemek istiyordum. Nihayetinde Umay'ın olduğu topraklara geri dönmüştüm... Bahçe kapısından içeriye girdim. Ömer'de o sırada bavulları hallediyordu. "Canım evim!" dedim durduğum yerde vücudumu gererek. Özlemişim valla. "ALTAY!" diye seslendi Ömer bana. "Ha!" dedim. "Habunu al, ben bilama eve gideyim. Akşama uğrarum yine." "Tamam kardeşim, keyfine bak sen." dedim, uzattığı bavulu alırken. Ne de olsa Ömer benim bekçim değildi. "Saçma sapan düşüncelerle beynini kurcalama yine!" "Tamam hayde Ömer, yürü git Ömer!" Aklının bende kaldığını biliyordum. Benim de aklım ara ara bende kalıyordu. Ömer'in gölgesi köyün başından kaybolduğunda ben de eve doğru adımladım. Kapının önüne gelip anahtarımı cebimden çıkartmak için elimi pantolonuma götürdüğüm an ahırdan gelen sesle duraksadım. İlk baş durdum. Acaba doğru mu duyuyorum diye sese kulak kesildim. Evet, ahırda biri vardı. Ulan ben şimdi sizin bacağınıza sıkmazsam! Demek evde kimsenin olmayışını fırsat bilerek bizim ahıra dadandınız ha! Bavulu evin önünde bırakıp hızlı adımlarla ahıra doğru yürüdüm. Kapısını sert bir tekme ile açıp içeriye daldım. "KİMSİN LAN SEN!" Gür sesim ahırın içinde yankılanırken, gözlerim her yerde o kişiyi arıyordu. Samanların olduğu yerde bir kımıldama vardı. Demek saklanıyordu şerefsiz! Parmak uçlarımda yürüyerek sinsice yanına süzüldüm. Ayaklarını görmüştüm. Vakit kaybı yaşamadan önüne çıkıp "SENİ ŞEREFS-..." diyeceğim an yerde yatan kişiyi görmemle irkildim ve geriye çekildim. Umay... Bu... Bu kişi Umay'dı! Yüzü gözü şiş, ağzından kan akıyor, cansız bir ruhla yatıyordu! Aman Allah'ım! Ne olmuş bu kıza?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD