ALTAY'IN AĞZINDAN...
Ailesi olmasa bile Toprak'a kesinlikle söyleyecektim. Hiç vakit kaybı yaşamadan cebimdeki telefonu elime alarak direkt Toprak'ı aradım. Saat kaç olursa olsun, isterse gecenin 3'ü olsun yine de arayacaktım. Çünkü söz konusu benim sevdiğim, onun da öz be öz kız kardeşiydi.
Telefon çalmaya başladığında elimle sakallarımı sıvazladım. Yerimde durmak bir yana dursun adeta patlamak üzere hazırlanmış bir bomba gibi hissediyordum.
"Ne lan?" diye açtı telefonu 4. çalışta. Sesinden anlaşılıyorki hâlâ uyuyordu. Siz öyle derin bir uykudasınız ki kız kardeşiniz neler yaşıyor, haberiniz yok!
"Toprak, acilinden muhtarlığın önüne gel!" dedim. Telefondan söyleyemezdim. Yüz yüze konuşmamız daha iyi olurdu. Aksi halde kesinlikle evdekilere haber verir, Orhan abi bütün köyün anasını ağlatırdı. Hatta bırakın köyü Trabzon'u ayağa kaldırırdı. Şimdilik sadece Toprak'ın bilmesi daha mantıklı bir yol gibi gözüküyordu.
"Sebep?" dedi sorgulayıcı bir ses tonuyla.
"Sebebini de gelince öğrenirsin! Yarım saat sonra dediğim yerde ol Toprak!"
"Seninle uğraşamam! Kim bilir acaba yine hangi toprağa el koymak için benimle buluşmak istiyorsun?"
"Beni çıldırtma! Önemli bir konu olmasa senin o gudubet sesini duymak benim de pek hoşuma gitmiyor, merak etme!"
"Ha!" dedi.
Bir hareketlenme sezdim karşı tarafta. Sanki beni ciddiye aldı, konunun gerçekten önemli olduğunu idrak eder gibi oldu.
"Sahi önemli yani?"
"Lan oğlum! Geçen saniyelere yazık! Hadi kalkta gel!" dedim.
Biz Toprak'la bundan 3 sene öncesine kadar çok yakın arkadaştık. Ailelerimizin düşmanlığının aksine gizli gizli buluşur, dostluğumuzu pekiştirirdik. Hatta ne zaman bir araya gelsek iki ailenin arasındaki musibeti çok saçma bulurduk. Ta ki babam fındık bahçesindeki sinorları bozana kadardı. İşte her şey o hatayla başladı. Aradaki kızışma tekrardan alevlenip ne yazık ki Toprak'la beni de içine aldı.
Karşı karşıya geldiğimiz ilk an silahları birbirimize çekmiştik. Zaten o gün sona erdi bizim dostluğumuz. Bir daha da asla eskisi gibi olmadık...
"Geliyorum! Bak eğer saçma sapan olaydan ötürüyse yedim seni Altay!"
"Afkurma da hemen gel!"
Kapanan telefonların ardından ben de hızlıca muhtarlığın önüne indim.
•••
"Neymiş bu saatte beni ayağa dikecek kadar önemli olan konu?"
Arkamdan gelen sesle birlikte hızlıca yönümü Toprak'a çevirdim.
"İlk önce söz vermen lazım!" dedim vakit kaybetmeden.
Ne olursa olsun ortalığın durgunmuş gibi gözükmesi gerekiyordu. Aksi halde Umay'ın boşanması sahiden de çok zor bir ihtimal olurdu.
Kaşlarını çattı. Tahminde bulunmak için çırpınıp duran beyni hiçbir sonuca varamıyordu.
"Neyin sözü? Lan!" dedi alnını gerginleştirerek.
"Yoksa yine sinorlarla mı oynadınız?"
"Saçma sapan konuşma lan!" dedim yüzümü buruşturarak.
"Bunun için çağırılır mı insan? İlk önce söz ver dedim Toprak!"
"Tamam hadi söz! Ne diyeceksen de, gideceğim hadi!"
Ellerini cebine koyarak pek umursamaz bir şekilde beni dinliyormuş gibi gözükmeye çalışıyordu fakat içten içe kurt misali onu yiyip bitiren şüpheleri ardını bırakmıyordu.
"Koçyiğit sözü ver!"
Bilirdim ki Toprak için Koçyiğit sözü demek geri dönülmeyecek bir yolun eşiğinde durmak demekti.
"Ne diyorsun lan sen? Bu kadar mı önemli?" dedi korkuyla. Artık şüpheler yerini telaşa bırakıyordu.
"Kaybedecek vaktimiz yok! Sözünü ver Toprak!"
"Tamam, tamam Koçyiğit sözü!" dedi.
Cebindeki ellerini çıkarıp büyük bir merakla ağzımdan çıkacak olan kelimelere odaklandı.
"Of!" dedim. Vakit kaybı yaşamak istemiyordum ama nasıl söyleyeceğimi de bilmiyordum.
"Söylesene lan! Az önce saniyelerle yarıştığımızı söylemiyor muydun?"
"İso, Umay'ı kaçırdı!" dedim.
Bir süre sessiz kaldı. Alayla karışık çatılmış kaşlarıyla güldü.
"Manyak mısın lan sen? Hani kız kardeşim evlendi ya benim!"
"Oha! Ciddi misin? Lan hayvan, salak mıyım ben?"
"Bence salaksın!"
"Şimdi baştan anlatıyorum! İstanbul'dan döndüğüm gün Umay'ı bizim ahırda, yarı ölü buldum!"
"Ne?" dedi. Yüzünün aldığı şekil bedeninin duruş şeklini etkiliyordu.
"Duydun!" dedim.
"Ama yanlış görmüşsün!" dedi.
Bir dakika ya! Hani İso köyü ayağa kaldırmıştı?
"İso gelmedi mi, size bir şey sormadı mı hiç?"
"Sadece köye geldi seni aradı, gitti. Biz de herhalde şahsi mesele var diye irdemeledik."
Vay şerefsiz! Zaten Umay'da benden uzak durması konusunda sürekli uyarı aldığını söylemişti.
"Bak! Bundan iki gün önce eve döndüğümde ahırdan ses geliyordu. Ben de hırsız falan sandım, içeri girip baktım. Tam dövmeye niyetlenmiştim ki yerde yatan kişinin Umay olduğunu anladığımda afallayarak geri çekildim. Yarı ayık yarı baygın bir şekilde ölü gibi uzanıyordu. İnsanlık hali olarak yardım ettim. Sonra zaten gitti."
Yakama yapıştı.
"Nereye gitti lan bacım benim!" dedi.
"İso kaçırdı diyorum ya lan!"
"Kocası kızı niye kaçırsın oğlum?"
"ÇÜNKÜ UMAY'I O HÂLE GETİREN KİŞİ İSO'YDU!" diye bağırdım.
"SEN NE DİYON OĞLUM!"
Yakamdaki ellerini tutup aşağı savurdum. Onu o kadar iyi anlıyordum ki... Aynı şey benim kız kardeşimin başına gelseydi ortalığı yakardım.
"DUYDUM!"
"YANLIŞ DUYMUŞSUN!"
"UMAY SÖYLEDİ!"
Beline yerleştirdiği silahını çıkarıp emniyetini açtı.
"Bittin sen İso!"
Hemen kestim önünü. Gidecektik, elbet gidip hesap soracaktık ama bu vaziyeti hiç hayra alamet değildi. Toprak muhtemelen bütün köyü ayağa kaldırıp İso'nun ölüm fermanını yayınlayacaktı.
"Sadece ikimiz gideceğiz!" dedim.
"Çekil önümden Altay! Herkese haber vericem! O p**in ölüsü çıkacak bugün Trabzon'dan!"
"Öfke ile kalkarsak Umay'a daha fazla zarar veririz. Sakin kalmamız lazım!"
"LAN NE SAKİNİ ALTAY! KIZ KARDEŞİME EL KALDIRMIŞ, ÖLDÜRÜYORMUŞ LAN! YEMİN OLSUN Kİ GEBERTİCEM ONU!"
Elindeki silahın namlusunu aşağı indirerek sol elimle ensesinden kavrayıp kafalarımızı birbirine yasladım.
"Yavaş yavaş ölecek!" dedim.
"Bir anda olan ölüm onun için kurtuluştur. İso'yu yavaş yavaş öldüreceğiz."
"BIRAK BENİ ALTAY!"
"Beraber gideceğiz!"
Hafif geriye çekilip kafa attı bana.
"SEN NEREYE GELİYORSUN LAN! UMAY BENİM KARDEŞİM, SENİN DEĞİL!"
Acıyan burnumu tuttum. Şerefsiz! Arkadaşkende bana az kafa atmamıştı.
"Napıyorsun hayvan? Burnumu mu kıracaksın?"
Cevap vermeden ileriye doğru adımlaya başladığında peşine takıldım. Bana da kalsa İso'yu şimdi gebertelim diyecektim ama Umay'a dokunduğu her saniyenin hesabını teker teker verecekti.
"Ölümün geliyor İso Aslan! Bekle, beni bekle!"
Beni de beklesin!
Toprak az ilerideki aracının kilidini açınca ben de hızla içine bindim.
"Sen gelmiyorsun!" dedi kapıyı göstererek.
"Geliyorum!"
"Düşmanın benim yanımda ne işi var lan! İn aşağıya Altay!"
"Biz hiçbir zaman düşman olmadık Toprak!" dedim.
Çok yakındık lan biz birbirimize. Öyle yakındık ki birbirimizden habersiz nefes bile almazdık. Üniversiteyi bile aynı yerde okumuştuk.
"Dua et ki acelem var yoksa seni aşağı indirmesini çok iyi bilirdim!" dedi.
Oysa senin ciğerini biliyorum ben...
Köyün taşlı yollarında savrula savrula ilerlerken ikimiz birden bozuk yerlere küfürler savuruyorduk.
"Düzgün sür şu arabayı Toprak!" dedim sonunda.
"Kes! İso'dan önce seni öldürmemi istemiyorsan kapa çeneni!"
"Önce İso ölsün de sonra varsın dostumuzun elinden olsun ölümümüz..." dedim.
"Hâlâ adamsın Altay!" dedi.
"Şüphen mi vardı?"
Sustu.
Yaklaşık 15 dakikanın ardından asfalta inmiştik. Korna çala çala, dörtlüler açık vaziyette ilerliyorduk. İçine ettiğim yol o kadar uzundu ki! Biri şehrin girişinde, diğeri de çıkışındaydı resmen!
"Bas, gaza bas Toprak!"
"Basıyorum! İbre 140'a dayandı görmüyor musun?"
İkimiz de boncuk boncuk terler döküyorduk. Korku tüm bedenimizi ele geçirmiş, Umay'ın kılına zarar gelecek diye korkuyorduk.
Yaklaşık 1 saatin ardından İso'nun evinin önünde durmuştuk.
"Çıkar silahları hayde Altay!"
İşte şimdi kopsun kıyamet!
Silahı belimden alarak öfkeyle aşağı indim. Sokak başında oturan kadınlar bize tereddütle bakıyorlardı.
"HAYDE ALTAY!" dedi dış kapıyı tek tekme darbesiyle yere düşürerek.
İşte bu tamamıyla abi gücüydü. Kız kardeşinin kılına gelen zararın hesabını çok pis soracağım kuvvetiydi.
"İSO!" diye bağırdı binanın içinde.
"İSO!"
Ben hangi katta olduğunu bilmiyordum ama çıktığım her basamak kalbimi yerimden söküp alıyordu. İkisinin evine çıkacaktım. Ne olursa olsun bu eve düğün gecesi el ele çıkmışlardı.
"İSO!"
Üçüncü katta durduk. Toprak bir kapının önünde adımlarını sabitleyince arkasına geçtim.
Burası mıydı benim ruhumun bile sevdalandığı kadının evi?
"AÇ KAPIYI İSO!"
Toprak'ın sert yumrukları kapıya her indiğinde diğer katların ışıkları da yanmaya başladı. İnsanlar bu gürültülü sesin nereden geldiğini merak ediyordu.
"AÇ! AÇ YOKSA KIRICAM AÇ!"
Ne kapıyı açan vardı ne de içeriden gelen ses... Umutlarımız gittikçe tükeniyordu.
"SEN BİLİRSİN!" dedi Toprak. Bu kapıyı da tek tekmeyle kırınca vay be dedim içimden. Gerçi onun yerinde ben de olsam aynılarını yapardım.
"İSO!"
Her odaya bakıyor, her deliğe göz gezdiriyorduk. Tek bir yer kalmıştı, ikimizin de gitmeye ayaklarımızın çekmediği o yer... Yatak odası...
Toprak silahını havaya kaldırarak kapalı kapıyı yavaşça açtı.
"Nerdesin lan!" diye içeri girip hızlıca silahla etrafı döndükten sonra çaresizce "Yoklar!" dedi bana bakıp.
"KARDEŞİM YOK ALTAY! BENİM KARDEŞİM YOK!"
Olduğu yerde saçlarını çekiştiriyor, delirmiş gibi hareketler yapıyordu.
Yanına gittim, kollarından tuttum.
"KENDİNE GEL!" diye bağırdım.
"ŞİMDİ DAĞILMANIN ZAMANI DEĞİL TOPRAK!"
Durdu, yüzüme baktı.
Ve ağzından duyunca yıkıldığım cümleler döküldü...
"Keşke..." dedi gözleri dolu bir bakışla.
"Keşke gerçeği öğrendiğim vakit İso'yla Umay'ı tanıştırmasaydım. Keşke o düşman dediğim sen evlenseydin kardeşimle de bugün bunları yaşamıyor olsaydım!"
Beni ölmeden mezara koydu Toprak. Adının hakkını vererek toprak attı üstüme. Umay'a aşık olduğumu biliyormuş... Bildiği hâlde yapmış bunu bana!
Ayaklarım beni geriye taşıdı. Yatağın üstüne oturup derin nefesler aldım. Kavuşmak böylesine yakınken onu uzağa taşıyan Toprak'mış. İso'yu sevdiğimin hayatına kendi elleriyle sokmuş.
O da yere çöktü, hıçkıra hıçkıra ağladı.
Bitmiştik. O kardeşinin acısıyla, ben de sevdiğim kadının acısıyla. Biz bittik, toplanamayacak kadar dağıldık. Hem de öyle bir dağıldık ki kimse toplayamazdı parçalarımızı...