ALTAY'IN AĞZINDAN...
"Az aşağı in, seni bekliyorum!"
Naneyi yedin Altay! Orhan abi kapıma kadar geldiyse konu mühim olsa gerek.
"Tamam abi." dedim.
Düşmanlık bakiyse saygıda bakiydi bizde. Yani her şeyi saygı çerçevesi içerisinde yürütmeyi iyi bilirdik.
Acaba bu ziyaretini neye borçluydum?
Saatin akrebi 11'in üzerinde, yelkovanı ise 4'ün üstündeydi.
T-shirtümün inceliğini hırkamla örterek apar topar dışarı çıktım. Evin az ötesinde, arabanın içinde beni bekliyordu.
"Gazamız mübarek olsun!" dedim.
Korkunun ecele faydası yoktu. O arabanın içine binilecek, Orhan abinin yüksek voltajda seyreden öfkesine maruz kalınacaktı.
"Hoşgeldin! Öncelikle geçmiş olsun!" dedi.
Daha arabanın içine adamımı atar atmaz yüzüme vuran buz gibi sesiyle içim ürperdi.
"Sağol abi." dedim.
Sessizlik oluştu. Sanki konuşmaya çalışıyor da bir türlü duygularını anlatacak kelimeleri beyninde sıraya koyamıyordu.
Ne o bana bakıyordu ne de ben ona...
Neyse ki sonunda sessizliği bozan kişi Orhan abi olmuştu.
"Sana çok şey borçluyum Altay." dedi.
Muhtemelen Umay'ın meselesinden bahsediyordu. Kardeşini kurtardığım doğruydu da, onun bildiği şekilde kurtardığım meselesi yanlıştı.
"Estağfurullah abi. Düşmanlık, namusun önüne geçmez bizde."
"He ya..." dedi eliyle omzuma vurarak.
"Ne güzel dedin onu Altay. Düşmanız! Doğmadan önce de düşmandık, şimdi de düşmanız!"
Buraya sırf bana teşekkür etmek için gelmediğini sözcüklerinin vurgulu tonlarından anlayabiliyordum. Dilinin altındaki baklayı biraz daha çıkarmayacak olursa ağzını açıp içinden zorla alacaktım. Yetti canıma! Stres üstüne stres, korku üstüne korku! Öğlen kardeşi, şimdi de kendisi!
Toprak bey sırf kardeşliğimizin hatırına beni affettiğini söyleyerek, Umay'dan uzak durmam konusunda açık açık tehditler savurmuştu. Neymiş, yerimi bilecekmişim!
Ulan! Ben zaten kendimi bildim bileli yerimi bilmiş, sevdiğim kadından uzak durmuşum. Daha neyin sınırlarından bahsediyorsunuz siz?
"Adamlığına lafım yok. Zaten dibinden beri senin mert bir düşman olduğunu bilirim. Namusumu namusun bildiğini de bilirim!"
Eyvah! Yandın sen Altay! Umay'a olan aşkımı öğrenmiş.
"Haklısın abi." dedim.
Benden yaşça büyük olduğundan ötürü saygısızlık yapmak istemiyordum.
"Bak aslanım!" dedi omzumu hafifçe sıkarak.
"Dile vurmadığım için zannetme ki hiç bilmiyordum!"
Ha yani birde yeni de öğrenmemiş! Gömün beni! Niye ağzınızı yoruyorsunuz ki? Direkt beni şuraya gömün!
"Aşkın ne olduğunu çok iyi bilirim. Ben de Beril yengenin az peşinden koşmadım. İnsan sevince gözleri kör oluyor oğlum. Ne dostluğu görüyor ne düşmanlığı. Umay..." dedi biraz daha omzumu sıkarak.
Sanırım canım yanmaya başlamıştı.
"Umay bizim tek kızımız. Gözümüzün bebeği, Koçyiğit ailesinin en değerli varlığı. Bazı kötü olaylar yaşamış olabilir ama bunu da birlikte atlatacağız."
"İnşallah abi." dedim korkuyla.
"Yerini bil Altay!" dedi.
"Kardeşimden uzak dur! Bu zamana kadar sessiz kalışımın nedeni Umay'ın seninle arasına koyduğu mesafeydi. Küçüksün, delikanlısın diye kalbini kırmak istemedim ama Umay'dan uzak duracaksın! O aşkını kalbine gömeceksin! Parmağındaki yüzüğe sahip çıkacaksın! Yoksa sana yemin olsun ki..." dedi yakama yapışarak.
Gözlerinin keskin mavisi ile karşı karşıya kalınca boğazımdan aşağı tükürük dahi geçmez oldu.
"Seni habu Karadeniz'in sularına gömerim Altay! Parmağındaki yüzükle boğarım!"
"Abi sen yanlış anlamışsın beni." dedim.
"Aşık adamın halinden aşık adam anlar lan salak herif! Hiç mi görmedim sanıyorsun Umay'a olan bakışlarını? Gururunu incitmemek için sustum! Ama sen haddini aşmaya başladın! Hadi bundan önce başın bağlı değildi, hayatında kimse yoktu."
Yakamı iyice sıkarak nefesimi kesecek boyutta güç gösterdi bana.
"Bacımın hayatında da kimse yoktu! Ama..." dedi kendine çekerek.
"Umay'a böyle yakın da değildin! Mesafeni korurdun, Umay'da kendini bilirdi. Önceden senin adının geçtiği konuda bile gözlerinden öfke fışkırırken, şimdi o gözler ılık bir sıcaklık yayıyor etrafa."
Gerçekten beynim artık olanları idrak etme konusunda çetin zorluklar yaşıyordu. Ilık bir sıcaklıktan kastı da neydi? Geri zekalılık kotam dolmuştu.
"Uzak dur!" dedi bedenimi çöp gibi geriye iterek.
İşaret parmağını neredeyse gözüme sokacak derecede yakın bir mesafeden bana doğru sallayıp "Yerini bil!" dedi.
Sinirden titriyordu.
"Yemin ediyorum ki düşman olmasan bir dakika bile düşünmez ikinizin arasını kendi ellerimle yapardım! Adamlığını bilirim, aslan gibi olduğunu daha iyi bilirim. Ama yapma oğlum! Bırak o aşk kalbinde kalsın. Bırak kimsenin canı yanmasın Altay! Yapma, mahvetme iki ailenin hayatını. Köylü zaten dedikodu çıkartmak için yer arıyor, Umay'dan uzak dur abiciğim."
"Tamam abi." dedim başım yerde.
İnkar edecek hiçbir fırsat kalmamıştı bana. Adam benim aşkımı daha dün öğrenmemiş ki bugün inkar edeyim. Meğer dibinden beri biliyormuş. Ama helal olsun! Ağzımı burnumu da kırabilirdi, şuraya da gömebilirdi.
"Şimdi varsın git yoluna Altay! Madem ben anlattım, sen de anladın... Varsın açık olsun yolun. Yaptığın iyiliği asla unutmayacağım! Başın ne zaman sıkışacak olursa ilk arayacağım kişi ben olayım. Zeliha ile evlen, hayatına bak koçum. Umay'dan sana yâr olmaz, anca yara olur."
O yara beni boğar, hayatımı zehir eder.
Son cümlesiydi Orhan abinin. İzin isteyerek aşağı indiğimde kalbimin orta yerinde derin bir sızı hissettim. İmkânsız olduğumuzu biliyordum da, bu kadar imkânsız olduğumuzu bilmiyordum.
Gök üstüme yıkıldı, altında kaldı aciz bedenim. O gök Koçyiğit ailesi olmuştu.
Yansa da susmaya yemin eden dilim yine susuyordu.
Orhan abi gidince olduğum yere çökerek başımı toprağın üstüne koydum.
Yağmurla birlikte seyreden yaşlarım teker teker toprağa düşerken, düşenin tek gözyaşım olmadığını anlamıştı kalbim. Ben düşmüştüm toprağa, aşkım düşmüştü, nefesim düşmüştü, Umay'ın sevdası düşmüştü...
Toprak'tan gelen uyarıya pek kulak asmamıştım fakat Orhan abi ciğerimi deşmişti. Onun tehditleri havada kalmazdı, doğrudan beni bulurdu. Hatta öyleki Umay'ı bile alır götürür, bir daha da bu topraklara ayak bastırmazdı.
İlk kez bana yakın olan kızı uzağa taşımak zorundaydım. Zeliha ile evlenince Arsin'e yerleşmek en iyisiydi.
Bu imkânsız olan aşka tutulan kalbime de yazıklar olsun! Herkese lafım geçerdi de, bi şu aptal kalbe söz geçiremedim.
Çöktüğüm yerde ağladım, bağıra bağıra, haykıra haykıra... Lan severken vazgeçmek ne ağır ulan! Severken yok saymak, hiç olmamış gibi kaçmak ne zor!
Hey gidinin Karadeniz'i! Beni de yaktın lan Karadeniz!
•••
"Beğendin mi?" dedim Zeliha'ya.
Düğün hazırlıklarını hızlandırmaya karar vermiştim. Bugün gelinlik bakmaya çarşıya inmiştik.
"Beğendim tabii! Nasıl, sen de yakıştırdın mı?"
Üstündeki gelinlikle etrafında bir tur dönerken Umay geldi gözümün önüne.
Ne çok yakışırdı onun o zarif bedenine. Kuğu gibi süzülürdü şimdi burda. Ah Umay, yaktın da kül ettin beni Umay...
"Çok güzelsin..." dedim. Oysa kalbimin gördüğü kişi farklıydı.
"Baktığın yerde kimi görüyorsun?"
Beni hayalimden uyandıran ağır cümle kamyonun sert duvara çarpışına benziyordu.
"Hadi, alıp çıkalım!" dedim oturduğum yerden kalkarak.
Madem sevdiğimi biliyorsun, niye kabul ediyorsun benimle evlenmeyi be Zeliha... İkimize de bu acıyı niye tattırıyorsun?
İki gün önce aldım karşıma, detaylıca konuştum. Umay'ı sevdiğimi açık açık söyledim. Yüzüğü atarsa eğer her şeyi halledeceğimi, ona tek laf bile gelmesine fırsat vermeyeceğimi söyledim fakat Zeliha kabullenmeyi değil, savaşmayı seçti. Ona aşık olacağıma kalpten inanıyordu. Olmaz be Zeliha... Sanıyor musun ki Umay'ı unutacağım?
Tam yanından geçecekken kolumdan tuttu, yüzüne baktım. Gözlerinden çıkan alevler sanki temas yoluyla koluma değmişti. Zeliha bana sakinlik vermiyordu, aksine hep yakıyordu.
"Umay'ı söküp alacağım kalbinden Altay! İşte o gün, o gün benimle evlendiğine şükür edeceksin!"
Keşke öyle olsaydı Zeliha. Keşke biri söküp alabilseydi bu kör sevdayı kalbimden...
"Daha altın bakacağız." dedim sözünü çiğneyerek. Kimse onu kalbimden söküp alacak kadar güce sahip değildi, ben bile...
Altını aldık, gelinlik için randevu oluşturduk, düğün için mekan bile baktık. Bizimkilerin horon aşkından ötürü sade nikahla geçiştiremeyeceğimi iyi biliyordum.
Zeliha'yı kapısına kadar götürüp evine bıraktım.
"Görüşürüz sevgilim!" dedi elini sallayarak.
Elimi kaldırdım, cevap vermeden içeri girmesini bekledim. Kapı kapanınca arabayı çevirerek dönüş yoluna geçiş yaptım.
Yine Umay'ın kapısından geçmek zorundaydım. Keşke başka yol olsaydı da görmeseydim onun yaşadığı evi...
Kapısına yaklaşırken sıklaşan nefesim bedenimin kontrolünü zorlaştırıyordu.
Direksiyon parmaklarımın arasından kayıyor, adeta titriyordum.
Gözümün kaydığı yerde gördüğüm bedenle hakimiyetimi kaybederek çimene girdim. Acı ve sert fren sesiyle durduğum yerde nefes nefese kalmıştım.
Umay sanki anlaşmalı olarak önüme çıkıyordu.
Bundan önce de mesafeliydim ama uyarıldığımda afalladım. Bilerek konulan mesafeyle tehditle konulan mesafe arasında dağlar kadar fark vardı.
Başımı direksiyonun üstüne koyarak kendime gelmemi bekledim.
"Altay..."
Hayır Umay! Niye geldin Umay? Git, git gelme!
Cevap vermedim. Kafamı kaldırmadan gitmesini bekledim.
Taa ki narin elleri bana dokunana kadar...
"İyi misin?" dedi omzuma dokunup.
"İyiyim!" dedim elini geri iterek.
"İyiysen niye ses vermiyorsun? Salak mısın sen ya?"
Başımı kaldırarak direkt gözlerine baktım.
Sert bir tonla "Sana ne Umay! Nasıl olduğumdan sana ne!" dedim.
Ömrüm boyunca ilk tersleyişimdi sevdiğim kadını. Sesimi bile yükseltemezdim küçük kalbi kırılır diye.
"Doğru!" dedi. Çenesinin titrediğini fark ettim.
"Bence de bana ne! Öküz! Bir daha bu yoldan geçme tamam mı!"
"Nişanlımı evine bırakıyordum!" diye bağırdım.
"Hop!" sesiyle öfke kaplayan bedenim anında pısırık hâle büründü. Orhan abiydi...
"Sen kime bağırıyorsun Yıldırım dölü!"
"Abi..." dedim yutkunarak. Adam daha dün beni uyarmıştı, bugün yan yana gördü.
"Zeliha'yı bırakmıştım evine, geri dönüyordum. Yolumu göremedim, çimenliğe girdim. Umay'da herhalde korktuğu için geldi yanıma."
Açıklamamı yaptım ki yanlış anlamasın. Kimsenin dırdırını çekecek kafa kalmamıştı.
"Eve geç Umay!" dedi.
Bakışları bende, uyarısı Umay'daydı.
"Tamam abi." diyen Umay uzaklaşıp evden içeri girince Orhan abi iki kolunu da cama yasladı. Başını hafif içeri sokarak "Bir daha buralardan geçme!" dedi.
"Abi gözünü seveyim abartma! Nişanlımın yolu buradan geçiyor. Ne yapayım, uçarak mı gideyim kızın evine?"
"Gerekirse evet!"
Kollarını çekip, kafasını da dışarıya taşıyarak burun kemerini sıktı ve arkasını döndü.
"Hani dedin ya aşık adamın dilinden aşık adam anlar diye!" bağırdım ardından.
Durdu. Yüzünü bana dönmedi ama dinlemeye devam etti.
"Sen sadece kendi aşkını biliyorsun Orhan Koçyiğit! Başkasının sevdasına sağır olmayı, kör bakmayı tercih ediyorsun! Çünkü eğer gerçekten bilseydin ne olursa olsun ardımda dururdun, karşımda değil!"