-4- Günahları Örten Sabah

1548 Words
Sabah, çok uzaklardan kendini göstermeye çabalayan ama hayal meyal fark edilen bir güneşin aydınlığını taşırken yeni güne, geceden kalma bir günah da yerini aldı tarihte. Bir bebek ölüme terk edileli ve insanlığa bir leke daha sürüleli henüz saatler geçmişti ama dünya her günahtan sonra yaptığı gibi yine dönmeye devam ediyordu. Doğa uyanıyor, kimi avını bulmak, kimi avlanmadan yiyecek bulmak için yuvalarından çıkan hayvanlar havayı ve çevreyi koklaya koklaya arıyorlardı kısmetlerine düşeni. Hepsi dikkatli ve tetikteydi bu arayış sırasında; ya ölümdü çünkü o kısmet ya da yuvaya götürülecek bir ödül. Ölenler, öldürülenler ve bunlar sayesinde hayatta kalanlar kuşkusuz bir döngünün devam etmesini sağlıyordu. Tekerlek dönüyor ve araba yolculuğa devam ediyordu… Yuşhakov Lenikov da buz gibi bir sabaha uyandığında yataktan hemen çıkmadı. Handa kiraladığı oda sönen ateş yüzünden soğumuştu ve önce kendisini yorganın dışındaki soğuğa hazırlamalıydı. Bu arada gözü, pencerenin pervazına biriken kara ve cama yapışmış buza ilişti. Kışın tam ortasındaydılar, ‘ocak donduran’ soğukları diye boşa denilmiyordu bu havalara. Varlıklı aileleri bile korkutan günlerdeydiler, kaldı ki sıradan halkın ödü kopardı bu soğuk günlerden. Donarak ölenlerin haberleri her kış kulaktan kulağa yayılır, sıradaki olmak istemeyenler o gece daha çok sokulurlardı ev halkına. Ocağın olduğu odaya doluşur, sarmaş dolaş ısınmaya çalışırlardı. Ama doğru düzgün bir evi, yakacak odunu ve sarılacak kimsesi olmayanların umutları kendilerinden önce ölürdü. Şüphesiz Yuşhakov soğuktan donarak ölmekten korkanları anlayamazdı. O en fazla dün geceki ölüm korkusunu bilebilirdi. Zenginlik içinde doğmuş, sıcak odalarda yaşamış ve kışı kapalı arabalarla seyahat ederek geçirmişti mütemadiyen. Tabii dün geceki at yolculuğu ve sonrasında ormana girmek zorunda kalması biraz üşümesine sebep olmuştu lakin sonuca değmişti. Ölümden kıl payı kurtulmuş ama başarmıştı planını. ‘’Kurt onu birkaç dakikada yemiş olmalı. Ama kurt olmasa bile o soğukta zaten bir-iki saat içinde donarak ölürdü muhtemelen. Her şekilde talih benden yanaydı.’’ Yatakta yan dönüp pencereyi seyrederken kendi kendine gecenin analizini yapıyordu yeniden. Gece pek düşünmeye vakti olmamıştı; üşümüştü ve ocağın karşısında peynir yerken şarabını yudumlamış, sonra da sıcak yatağında mışıl mışıl uyumuştu. ‘’Babam deliye dönmüştür.’’ Derken yüzünden babasına duyduğu öfkeyi gizlemeyen bir karanlık geçti. ‘’Ama orada olup en çok Desa’nın haykırışlarını duymak isterdim. O kızıl cadı babamı etkisi altına almış, gözünü boyamış ve onu büyülemiş olabilir ama beni, Yuşhakov Lenikov’u kandıramaz! Pis cadı, benimle aynı yaşlarda ama babası yaşındaki bir adamı ayartıp, karısı olmaya hiç utanmıyor.’’ Öfkeyle karışık bir başka duygu daha vardı içinde. Yatakta doğruldu ve dizlerini kendisine çekip kollarını bacaklarına doladı. Kafasını, yüzü pencereyi görecek şekilde dizlerinin üzerine yasladı. Çok yakışıklı sayılmazdı ama koyu saçları, keskin hatlara sahip yüzü, köşeli uzun çenesiyle karakteristik ve akılda kalıcı biri olduğu aşikardı. Babasının açık kumral saçları ve mavi gözleri yerine annesinin fiziksel görüntüsünü miras almıştı. Hatta dahası, dayısı gibi zayıf ve uzun boyluydu. Oysa babası orta boylu ve daha geniş yapılı bir adamdı. Yuşhakov seçim şansı olsa annesi yerine babasına benzemek isteyip istemeyeceğini düşündü bir an. Babası, annesine göre daha güzel bir adamdı kuşkusuz ama ona duyduğu öfke ağır bastı ve zavallı annesine benzemiş olmayı tercih edeceğini düşündü. Böylece onun anısını kendi bedeninde taze tutabilirdi. Varsın babasına minik kızıl şeytan benzesindi, nasılsa artık oda hayatta değildi. Babasının kendisine benzeyecek bir evladı yoktu artık, oysa annesine benzeyen kendisi hayattaydı ve babası mecburen onu kendi yerine Vikon atayacaktı. Yuşhakov parmaklarıyla dizlerinin üzerindeki yorganı sıktı. Böyle olmayabilirdi, babası onun yeteneğini ve Vikon olmaya ne kadar layık olduğunu görüp mantıklı karar verebilirdi. O küçük şeytan yerine kendisine hak ettiği unvanı vermeyi düşünebilirdi. Ama kızıl cadı Desa kandırmıştı babasını. Alendurov Lenikov bir cadının pençesine düşmüş, öz oğlunu haklı unvanından mahrum bırakmayı seçmişti. O halde dün gece olanları en az o cadı kadar hak etmişti. Babası onun bazı işleri halletmek için şehirde olduğunu sanıyordu. Yuşhakov hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi bugün eve dönecekti. Aslında burada bir gece daha kalabilirdi ama dikkat çekmek istemiyordu. Şehre gidip gelirken uğradığı ve zaman zaman evde kalmak istemediğinde eğlenmek için geldiği bir yerdi burası. Hancıya ödediği yüklü bahşişler sayesinde bilmesi gerekenleri de öğreniyordu bu geliş gidişler sırasında. O bir gün Vikon Yuşhakov Lenikov olacaktı ve bu han da yöneteceği toprakların içinde kalıyordu. Hancı da bu öngörüye dayanarak genç d’Vikon’a hürmette kusur etmiyordu. Bir Vikon ile iyi geçinmekten başka çaresi olmayan her esnaf gibi yani. Yuşhakov kalkıp üzerini giyindi. Kahvaltısını aşağıda yapacaktı. Ne kadar çok görgü tanığı olursa o kadar iyiydi, şehirden yeni dönen genç d’Vikon her şeyden habersiz dinlenmek için geldiği handa kahvaltı yapacaktı. Görenler böyle düşünecek, kimse onun varlığını sorgulamaya cesaret edemeyecekti. En azından yüzüne karşı hiç kimse. Kahvaltıdan sonra Povka’nın sürdüğü araba ile malikaneye dönecek ve asıl oyun o zaman başlayacaktı…   İki oğlan uyandıklarında evin alt katına inmişlerdi ısınmak için ve ocağın yanına çekilmiş masanın üzerine konulmuş büyük sepeti fark etmişlerdi. Anneleri kahvaltı için çorba ve sıcak ekmek yapıyordu ama sanki fazla sessiz hareket ediyor gibiydi. İki kardeş paldır küldür inince merdivenlerden Anuşka elindeki tahta kaşığı havaya kaldırdı ve, ‘’Sessiz olun!’’ diye tısladı. Sepetin içini göremiyorlardı ama annelerinin sepete yaklaşıp dikkatle içine baktığını görünce, susup aynı şeyi yaptı iki kardeş. Anuşka hemen önlerine geçti ve sepetle aralarında dağ gibi yükseldi. Babaları bir erkeğe göre ne denli iriyse, anneleri de bir kadın olarak o denli iriydi. Güçlü ve heybetli bir kadın olan Anuşka oğlanları babalarından daha çok korkutmayı da başarıyordu üstelik. Babaları onları nadiren azarlardı ama anneleri en ufak hatalarını fark ettiğinde yakalarına yapışmaktan geri durmazdı. Ve bazen gerçekten yakalarına asılıp ayaklarını yerden kestiği de olurdu. Tabii çok fazla yaramazlık yaparlarsa. Genelde, Daniiil, veya Aleskooo, diye bağırması yeterli olurdu. Yine de yufka yürekli ve çabuk affeden bir kadındı Anuşka. Daha küçük oldukları zamanlarda birini sırtında, diğerini kucağında taşıdığı günler hiç de az değildi. ‘’Sepette ne var anne?’’ Danil tüm masumiyetiyle ve hevesiyle annesine bakıyordu. Yedi yaşındaydı ve annesinin minyatürü gibiydi sanki. Sadece annesine nazaran daha kurnaz bakışları var gibiydi. Anuşka ise oğlanlara onaylamaz bir ifadeyle bakıyordu. ‘’Babam yeni bir hayvan mı getirdi yoksa?’’ Alesko ellerini hevesle çarptı birbirine. Danil’den iki yaş büyüktü ve bu sonbaharda 9 yaşına girmişti. ‘’Size sessiz olun demedim mi ben?’’ Anuşka sesini yükseltmemeye dikkat ederek tısladı. ‘’Susarsanız ne olduğunu göstereceğim ama bağırmak yok, söz mü?’’ Kaşığı ikisinin de suratına doğru uzattı sırayla ve onay bekledi tek tek. İki çocuk başlarıyla onaylayınca kenara çekildi usulca. Oğlanlar gözleri fal taşı gibi açılarak baktılar sepette uyuyan küçük kıza. ‘’Bu bir bebek! Anne bu senin bebeğin mi?’’ Danil sepete bir adım daha yaklaştı ve heyecanla baktı içindekine. ‘’Annemin değil, biz uyurken bir bebeği olacağını söylemedi çünkü.’’ Alesko annesine bakıyordu vereceği cevabı duymak için. ‘’Bu bir kız ve artık sizin kız kardeşiniz. Baban onu ormanda donmak üzereyken buldu dün gece. Kimsesiz bu bebek de bizim çocuğumuz oldu artık. Anlaşıldı mı?’’ Anuşka sevgiyle beşiğe, ardından da sorgulayan gözlerle de oğlanlara baktı. ‘’Ormandan mı geldi bu kız? Çok güzelmiş!’’ Danil farkında olmadan sesini yükseltince Anuşka tahta kaşığı kaldırdı havaya. Danil hata yaptığını anlayıp bir adım geriye çekildi ve sindi. ‘’Sessiz olun da ben işimi bitirene dek uyanmasın. Hastalanmasın diye tüm gece başında bekledim. Çok üşümüştü.’’ ‘’Adı ne anne? Ona ne diyeceğiz uyandığında?’’ ‘’Adı Astasya. Ona Astasya diyeceksiniz.’’ İki çocuk anlamını bilmedikleri bu yeni ismi duyunca birbirlerine baktılar ama sonra omuz silkip sepetin çevresine tünediler karşılıklı. Bu annelerinin çamaşırları topladığı hasır sepetti ama şimdi beşik görevi görüyordu bu bebeğe. Mışıl mışıl uyuyordu küçük kız. Anneleri uyanmasın demişti ama ikisi de uyanmasını bekliyorlardı aslında. Evde bir bebek olması alışılmış bir şey değildi ve ilgilerini çekmişti. Alesko, Danil’in bebekliğini biraz biliyordu ama Danil için evde bir bebek olması yeni keşfettiği harika bir duyguydu. Hem de bir kız kardeşleri olmuştu. Oğlanlar aralarında fısıldaşırken kız gözlerini açtı. Uykudan yeni uyanan bir bebeğin mahmurluğu vardı ifadesinde ama başında dikilen meraklı iki küçük insanı görünce ilgiyle açıldı gözleri. Bir Danil’e, bir Alesko’ya baktı sırayla. ‘’Uyandı anne, uyandı!’’ diye haykırdı Danil. Anuşka yaptığı işi bırakıp bir çırpıda vardı yanlarına. İçerisi oldukça geniş bir odaydı aslında. Odanın bir kenarı, ocağa yakın olan taraf mutfak, diğer tarafı ise uyuyana dek zaman geçirdikleri alandı. Üst katta ise iki yatak odası vardı. Ocağın bacası iki yatak odasının ortasından geçiyor ve onların da ısınmasını sağlıyordu bu sayede. Kuzey Puskatya’da bulunan Dovanik bölgesi ılık yazlar ve dondurucu kışlar demekti. Vitoli de bu evi yaparken mümkün olduğunca her tarafını ısıtabilmeyi amaçlamıştı. Genç kadın sepetin başına gelir gelmez üzerine eğildi. Kız bu sefer sırayla üçüne baktı. Sonra içerledi ve ağlamaya başladı. Anuşka’nın korktuğu olmuştu galiba. Çocuk ilk kez ağlıyordu ve büyük ihtimalle burasının kendi evi olmadığını anlamıştı. Tanımadığı insanlar onu ürkütmüş olmalıydı. Hemen battaniye ile birlikte kucakladı onu. Kızın yanında gelmiş olan koyu yeşil renkli yumuşak şal sepetin içinde kalmıştı. Anuşka onu iri kollarının içine aldı ve hafifçe sallamaya, sallarken de sesini yumuşak tutarak konuşmaya başladı. Kız iç geçirerek ağlamaya devam ediyordu. Sonra Alesko nedendir bilinmez sepetteki şalı aldı eline ve kızı neşelendirmek için elinde sallamaya başladı. Astasya birden şalı fark edince ağlamayı bıraktı ve elini Alesko’ya doğru uzatıp, ‘’Anne. Vey, menim.’’ dedi bebeklere has kendinden emin tonda. Alesko şalı kıza uzattı ve çekip aldı Astasya kendisine uzatılan şalı. Sonra elinde sıkıca tutarken gözleri Anuşka’ya kaydı. Genç kadın duygulanmıştı. Şal kızın sevdiği birine, büyük ihtimalle annesine aitti ve onu görünce sakinleşiyordu. Kim bilir annesi ne durumdaydı? Acaba hayatta mıydı? Kızının bu duruma düşmesi onun suçu muydu? Yoksa elinden çekip almışlar mıydı yavrusunu. Gözleri buğulandı ama kendini toparlaması gerekiyordu. Gerçek annesi hakkında bir şey bilmesi imkansızdı ama Anuşka bu küçük kıza ölene dek annelik yapmaya hazırdı. Kalbi yeniden şefkat ve sevgiyle kabardı…    
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD