-1- Ormanda Bir Bebek

1881 Words
Soğuk bir kış gecesi… Gecenin içinde orman patikasını çınlatan atlı araba gürültüsüne gözcülük eden ay ışığı, süratle ilerleyen atları seyrediyordu. Sürücü küçük ve hızlı bir arabada efendisini ve onun çok önemli emanetini taşıyordu. Geceleri neredeyse kimselerin gelip geçmeyeceği bir orman yolundaydılar. Hele de kışın en soğuk gecelerinden biri olan bu gece akıl işi olmazdı buradan geçmek. Fakat efendisi tam olarak gecenin ilerleyen saatlerinde ondan kendisini buraya getirmesini istemişti. Ne için olduğunu söylememiş, sadece nerede olduklarını soran olursa kesinlikle bu seyahatten bahsetmemesini emretmişti. Sürücü efendisinin emrine kesinlikle karşı gelmeyecekti, çünkü efendisine karşı gelmenin sonuçları hiç de iyi olmazdı. Araba karanlık gecede yollarını bir nebze aydınlatan ay ışığı eşliğinde hızla ilerlerken sürücü, efendisinin komutuyla arabayı durdurdu. Üstü kapalı araba durduğunda, siyah kalpaklı ve yakası kürklü siyah bir palto giymiş uzun boylu bir adam indi arabadan. Sert hatlara sahip uzun yüzü karanlıkta hayal meyal seçiliyordu. Sürücüye doğru baktı ve, ‘’Beni burada bekle, birazdan geri döneceğim Povka!’’Dedi insanı tetikte olmaya zorlayan tehlikeli sesiyle. Emir netti. Sürücü başıyla onaylarken saygıdan çok korku dolu sesiyle cevap verdi. ‘’Peki efendim.’’ Siyah paltolu uzun adam, arabanın içine tekrar uzandı ve büyük bir çıkını kucakladı. Povka o çıkında ne olduğunu deli gibi merak etse de cevabı sorarak öğrenmeye cesareti yoktu. Efendisi bir açıklama yaparsa şanslıydı, yapmazsa merakıyla birlikte geldikleri gibi geri döneceklerdi. Siyah paltolu adam hızla ormanın içlerine doğru yürüyüp ağaçların arasında gözden kayboldu. ’Acaba bir hazine mi gömecek?’ diye düşündü Povka. Efendisinden öyle çekiniyordu ki, düşüncesini o yokken bile sesli dillendiremiyordu. Çünkü Vikon* Alendurov Lenikov’un hayattaki tek ve büyük oğlu ve dolayısıyla unvanına da aday olan d’Vikon* Yuşhakov Lenikov belki de çarlıkta yaşayan en tehlikeli ve korkulması gereken kişilerden biriydi. Povka da ona hizmet ettiği süre boyunca merakını kendine saklamayı ve gerekenden fazla konuşmamayı öğrenmişti. Eğer efendisinin öfkesini üzerine çekerse kaybedeceği tek şeyi meraklı dili veya gözleri olmazdı çünkü biliyordu. Diğer yandan, d’Vikon Yuşhakov Lenikov’un arabayı beklettiği yer konusunda korkusu yoktu. Buradan bu saatte kimsenin geçmeyeceğine adı gibi emindi. Nefesi dondurucu havaya karıştığında neredeyse yerdeki kar kadar beyaza dönmüştü buhar. İçinden bir lanet savurdu dondurucu soğuğa ama hemen sonra bu soğuğun işini kolaylaştıracağını hatırlayıp gülümsedi. Gri ay ışığı ürkütücü gülüşünü kısa bir an aydınlattı ve kucağında taşıdığı battaniyenin bir ucunu kaldırıp içindeki şeyi kontrol etti. Çocuk battaniyesinin içindeki küçük beden uykudaydı hala. Elinde sıkı sıkıya bir şal tutuyordu. Annesinin şalı, diye geçirdi aklından Yuşkakov Lenikov ve buna tiksintiyle karışık bir minnet duydu. Bebek o şal sayesinde bu kadar uslu duruyordu çünkü. Yolculuk sırasında uyanır gibi olmuştu ama arabanın sallantıları ve şalın varlığı sayesinde yeniden uykuya dalması uzun sürmemişti. Herhangi bir insan bu küçük kız çocuğunu böyle uyurken seyredebilseydi kalbi sevgiyle dolup taşar, beyaz yanağına küçük bir öpücük kondurmak isterdi muhtemelen. Ama Yuşkakov’un içinde böyle bir duygu kabarmadı, ya da uzanıp küçük kızı sevgiyle öpmek istemedi. Hafifti küçük kız, çünkü henüz 1.5 yaşındaydı. Adam onu zorlanmadan taşıyarak devam etti dalların karanlık gölgelerinde yürümeye. Ağaçların arasında dizlerine kadar gelen kara bata çıka yürürken sadece ay şahitti bu gizemli yolculuğa. Ne bir ses vardı ormanda adamın ayak seslerinden başka, ne de bir hareketlilik görülebilirdi onunkinin dışında. Kışın en soğuk gecesi yaşanıyordu muhtemelen. Adam birkaç gün önce gelip bakmıştı bu gece varmayı hedeflediği yere. Bir süre orada kalmış ve yerini, o yere ne kadar mesafe olduğunu hesaplayıp, ezberlemişti. Çünkü gece yürüdüğünde yanılmak istememişti. O Yuşhakov Lenikov’du, işini asla şansa bırakmayı sevmeyen katı bir disipline sahipti. Şimdi kucağında taşıdığı küçük bedenle ezberlediği yere doğru da kararlılıkla yürüyordu. Ayağında dizlerine dek uzanan deri çizmeler vardı ama yine de bu soğuktan sıkılaşmış karda rahat yürümek mümkün değildi. Bir ara kucağındaki kız mırıldandı. Dudaklarını kıpırdatıp bir şeyler sayıkladı ama adam için anlamsız birkaç sözcükten ibaretti bu sesler. Çocuğun üzerinde battaniye dışında sadece pijamaları vardı. O havada Yuşhakov bile üşürken çocuk için durum çok daha kötüydü ama adamın umurunda bile değildi. Hatta bu işine bile geliyordu. Yapması gereken şeyi yapacak ve sonra hayatına devam edecekti. Soğuk ve orman onun için sorunu çözecekti. Böylece elini kirletmeden sıyrılacaktı bu işten. ''Birkaç metre daha,’’ zorlanarak nefes alıp verdi, ‘’ ve sonra senden kurtulacağım.'' dedi katı ve hissiz bir sesle . Kucağında sanki canlı bir beden değil de bir çöp taşıyor gibiydi. Birazdan atıp kurtulacağı bir çöp hem de... Nihayet planladığı yere gelmişti. Ağaçların arasından buraya varmak beklediğinden güç olmuştu. Dallar ona engel olmak istercesine kollarına ve vücuduna çarpıp durmuşlardı. Kucağındaki yük ve karanlıkta düşmeden ilerlemeye çalışmak onu zorlamıştı. Ondan kurtulduğunda her şey çok daha güzel olacaktı, çünkü artık yolunda hiç bir engeli kalmayacaktı d’Vikon Yuşhakov Lenikov’un. Arzuladığı, hak ettiği her şeyle arasında sadece bu küçük kız vardı. Fakat az sonra küçük bedeniyle birlikte sonsuza dek sorun olmaktan kurtulacaktı bu küçük şeytan. Durduğu noktada bir çukur vardı. Hemen yanında, çukurdan devrilmiş ve iri kökünün içi çürüyüp oyulmuş bir ağaç gövdesi uzanıyordu geniş bir alana. Dalları kuruyup zamana yenilmiş ama gövdesi varlığını ölüyken bile sürdürmeye devam ettirmişti ormanın derinliklerinde. Ağacın köklerinin muhtemelen bir fırtına sırasında kurtulup çıktığı çukur ise ay ışığında insanı yutmaya hazır bir sonsuzluk gibi görünüyordu şimdi. Kenarları otlarla ve sarmaşıklarla bir ağ gibi örülmüş, ortası simsiyah duruyordu. Yuşhakov aradığı yeri bulmuştu. Gündüz vakti yaptığı keşifte kimselerin gelip gitmediği bu orman kuytusunda rastladığı çukur gözüne yeterince derin görünmüştü. Bir bebeği yutacak, dışarı çıkmasını engelleyecek ve sessizce ölmesini bekleyecek kadar derindi. Genç adam son kez baktı battaniyenin içinde görünen küçük masum yüze. Ay ışığı sanki şimdi daha parlaktı ve kızın tüm ayrıntılarını gözler önüne seriyordu. Minik pembe dudaklar, küçük bir burun, uzun kirpiklerin kapattığı gözler ve soğuk yüzünden daha beyaz görünen yuvarlak bir yüz. Çok güzeldi kız ama bir o kadar da gaddardı Yuşhakov Lenikov. Kıza son kez bakma sebebi merhametten değil, artık ondan kurtulacağını bilmenin verdiği rahatlıktandı. Hayatında çok az şeyi severdi Yuşhakov ve bu kız da onlardan biri değildi. Tam kollarını kaldırmak üzereydi ki aniden rüzgar şiddetle esti çevresinde. Tüm dallar titredi, üstlerinden karlar döküldü. Rüzgar bulunduğu açıklıkta esmeye devam ederken uğuldamaya başladı. Siyah paltosu bile havalanınca kalpağı başından uçmasın diye bir eliyle tutmak zorunda kaldı gaddar adam. Havada uçuşan kar tozları vücuduna isabet ediyordu. Sonra bir uluma sesi duydu ve Yuşhakov ürperdi, yapacağı şeyden değil ama yaptığı yerden ürktü. İçinden bir ses oradan hemen gitmesi gerektiğini fısıldarken rüzgar yeniden esti şiddetle ve Yuşhakov’u ufak bir hortumun içine hapsetti. Genç adam acele etmesi gerektiğini düşündü, burada kalıp donmak istemiyordu. Hayır, burada donup ölmesi gereken kişi o değildi. Kolları yeniden havalanıp yükünden kurtulmak için son bir çaba gösterdiğinde bir hırlama sesi duydu arkasında. Rüzgar da aniden kesilince kar tozları yerlere dökülmeye başlamıştı. Yuşhakov içinde olduğu ürkütücü atmosferin yoğun etkisiyle kafasını sesin geldiği tarafa çevirdiğinde ağaçların altından iri beyaz bir kurt çıktı meydana. Gözleri çakmak çakmak parlıyor ve dişlerini gösteriyordu. Yuşhakov yutkundu, burada kurt olduğunu veya olabileceğini hesaba katmamıştı. Bu aptallığı nasıl yapmıştı? Yanında bıçak vardı ama daha onu belinden çıkaramadan kurt üzerine atlar ve onu parçalardı. Üstelik bir bıçakla bu kurtla boğuşma fikri de çok aptalca göründü gözüne. Kurt muhtemelen açtı ve yemek içinse iki seçeneği vardı. Yuşhakov ise o seçeneklerden ilki olmaya hiç niyetli değildi. Kafasında dönen korku ona ani bir karar verdirdi. Usulca yere eğildi ve battaniyeye sarılı bedeni karın üzerine bıraktı. Sonra yine yavaşça doğruldu ve kurdun dikkatli bakışları altında geriye dönüp ağaçların arasına daldı. Tüm gücüyle deli gibi koşmaya başladı. Kurt arkasından gelebilir diye öyle korktu ki koşabildiği kadar hızlı koştu, koştu ve gecenin içinde kayboldu. Kurt, koşan genç adamın peşinden gitmedi, onun sandığı gibi battaniyeye sarılı küçük bedeni de yemeye kalkışmadı. İri ve güzel hayvan yerdeki battaniyeyi kokladı ve yeniden uludu. Birkaç saniye sonra kurdun geldiği yönde ayak sesleri duyuldu. Ve küçük kız battaniyesinin içinde kıpırdanıp ay ışığında mavi safirler gibi parlayan gözlerini açtı. Karşısında kendisine dikkatle bakan kurdu gördüğünde ağlamak yerine bebeklere has bir gülücükle cevap verdi. Hemen sonra bir adam çıktı dalların arasından. Sadece gözleri görünen iri adam kurdun başını okşadı ve ayaklarının ucunda duran minik şeye baktı ilgiyle. ''Bu da ne böyle?'' Eğildi ve battaniyenin içinde kıpırdanan kızı battaniyesi ile birlikte kucakladı. Battaniyeden sıyrılmış küçük baş ay ışığında aydınlandı. Ateş kızılı saçları burnunun üzerindeki minik çillerle uyum içerisindeydi. Adamın iri ellerinde minicik görünüyordu. Adam hızla çevresine bakındı, uzaktan gelen ve koşan birine ait olduğu belli olan ayak sesleri dışında başka ses veyahut hareketlilik yoktu. ''Gök, uç ve bebeği kimin bıraktığını bul!'' Adamın sesiyle bir kuş havalandı arkadaki ağacın dalından. Bu bir şahindi, hem de oldukça büyük bir şahin. Kuş ağaçların üstünde yükseldi ve avını arayan keskin gözleri gecenin içinde aradığını bulmakta zorlanmadı. Kuşun gördükleri iri adamın zihnine dolarken adam şaşkınlıkla söylendi, ''Kim bir bebeği ormana bırakır ki?'' Adam yeniden kurduna baktı. Kurt cevap vermedi ama adam anladı. Yürüyüp büyük ağacın kökünden boşalmış olan derin çukura baktı. ''Onu buraya atacaktı, tabii sen yetişmeseydin. Ve yemen için senin önüne bırakıp kaçtı.'' İri adam öfkelenmişti. Bedeniyle orantılı iri ayakları bastığı her yerde iz bırakıyordu ama ilginç şekilde iz kısa süre sonra siliniyordu. Adam orada dolaşıyor ama iri bedeni ormanın dokusunu bozmuyordu. Sanki varlığı geçici bir rüzgarın esintisi gibi kayboluyordu hızla. Şahin avına bakarken iri adam yola varmak üzere olan uzun boylu adamı seyretti. Adam yolun kenarında üstü kapalı bir yolcu arabasına yaklaştı. Siyahlar içindeki adam arabanın içinde kayboldu ve hareket etti zımbırtı. Şahin takip etmek için iri adamın emrini bekledi ama adam geri dönmesini istedi. Çocuk çok üşümüştü ve korunması gerekiyordu. Adam bebeği kalın kabanının içine yerleştirdi. Göğsüne yakın ve kolunun koruması altındaydı şimdi minik yavru. Gidecekleri yere kadar daha fazla üşümemiş olacaktı. Bebeğin iri mavi gözleri ay ışığında safir taşlar gibi parlıyordu. Kalın giysiler içindeki adamın da sadece koyu renk gözleri görünüyordu ve gözler küçük kıza şefkatle bakarken iri işaret parmağıyla burnuna dokundu sevgiyle. Onu ürkütmek istemiyordu ama içinde kabaran ani sevgi buna sebep olmuştu. Küçük kız burnuna değen iri parmağı tuttu ve kavradı. İri adam hala kıza bakıyordu hayranlıkla. Çok güzel bir yavruydu bu, hangi vahşi böyle bir güzelliği ormana terk etmeye kalkışmıştı acaba? Bebek aniden güldü ve adamın parmağını daha sıkı kavradı. Kız iri adamı sevmişti. Şimdi adam da tüm kötü düşünceleri geri itip aynı içtenlikle gülümsemişti kıza. Yüzü görünmüyordu ama sevgiyle parlayan gözlerinden aşikardı gülümsediği. ‘’Hadi evimize gidelim artık. Gidelim ve seni ısıtalım küçük peri.’’ Peri, demek gelmişti içinden çünkü kucağında tuttuğu yavru periler kadar güzeldi. Ve adam bunu öylesine düşünmemişti. Adam ve kurt az önce geldikleri yönde geri döndüler. Ağaçların arasına daldılar ve nereye gittiklerinden emin, ormana aşina şekilde hızla yürüdüler. Ağaçların dalları onlar geçerken kenara çekiliyor, ay yollarını aydınlatıyor ve kar ayak izlerini titizlikle kapatıyordu. Kısa bir yürüyüşten sonra ağaçların arasında doğal bir patika çıktı ortaya. Karın tertemiz, beyaz bir halı gibi göründüğü kısa bir yoldu. İleride iki büyük ağacın gövdesinin arasından geçiyordu ama oraya vardığında ağaçların geniş dalları aşağı sarktığı için daha ilerisi görünmüyordu. Adam ve kurt o yöne yürürken Gök de alçalıp adamın omzuna kondu. İri bir kuştu ama adam kuşun omzuna konmasından rahatsız olmuş gibi görünmüyordu. Büyük dalların kapattığı boğaza geldiklerinde dallar kenara çekildi sessizce. Adam, omzundaki kuş, göğsündeki bebek ve kurt geçtiler boğazdan. Hemen arkalarından izleri kaybolurken dallar tekrar kapandı yolun üzerine. Ardından küçük bir dere ve ahşap bir köprü çıktı önlerine. İlerisi gecenin karanlığında kocaman bir belirsizlikti lakin adam çevresindeki her şeye aşina ve hakimdi. Beraberindekilerle köprüye yürüdü oyalanmadan. Onlar geçerken köprünün tam ortasında gecenin karanlığını anlık bir ışık dalgalanması aydınlattı. Adam ve kurt geçtikten sonra ışık dalgalanması kayboldu ve eski karanlığına gömüldü köprü. Fakat aynı anda daha önce karanlık bir bilinmezlik gibi görünen karşı kıyının manzarası da değişti; soğuk gece gezginlerini davetkar ışıkları pencerelerinden yansıyan bir ev bekliyordu az ileride.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD