-2- Ateş Çiçeği

1320 Words
Yuşhakov arabaya binene dek nasıl bir korkuyla koştuğunu bilememişti. Kurt onu takip edecek ve parçalayacak diye duyduğu korkuya benzer bir korkuyu daha önce hiç tatmamıştı. Povka arabayı sürmeye başladığında bile kalbi hala deli gibi atıyordu genç adamın. Kurdun gözleri ve güçlü dişleri gözünün önünden gitmiyordu bir türlü. Kıl payı kurtulmuştu, ölüm onu teğet geçmişti mucizevi bir şekilde. Sonra birden gerçeği idrak etti ve histerik bir kahkaha krizine girdi Yuşhakov Lenikov. Tanrı kendisine yaşaması için bir şans vermiş, ölüm meleği ise o küçük şeytanı seçmişti. Tanrı bile onun tarafındaydı, o halde Yuşhakov bu gece olması gerekeni yapmıştı işte. Babası yanlış kararlar vermeye başlamış bir bunak olabilirdi ama genç Yuşhakov’un aklı gayet başındaydı. Tanrı bile babası Vikon Alendurov Lenikov’un kararını onaylamadığını bu gece göstermişti bu mucizeyle. Genç adamın keyfi birden yerine gelmişti. Hiçbir suçluluk duymuyordu o küçük kız için. Az önce yaptığı şey için bir üzüntü hissetmiyordu ama tanrının onu haklı gördüğünü anladığı ana kadar şüpheleri vardı açıkçası. Kötü hissedebileceğinden dolayı değil ama yaptığı şeyin vaktinden erken ortaya çıkmasından kaygılıydı. Oysa şimdi tanrının onayını almış olduğundan çok emindi. Ölüm onu teğet geçip olması gerekeni yapmasına yardım etmişti ortaya çıkan o kurtla. Kim derdi ki bir kurt ortaya çıkacak ve o minik bebeğin hayatına son verecek. Bunu Yuşhakov da hesaplamamıştı ama talih ondan yanaydı. Küçük kız kardeşi şimdi aç bir kurdun ziyafeti olurken, Yuşhakov daha önceden yaptığı plan gereği odasını ayırt ettirdiği hana doğru sürdürüyordu arabasını… Yuşhakov nerden bilebilirdi ki tanrı onun yaptığını onaylamak için değil de, küçük bir yavruyu onun kötülüğünden korumak için ortaya çıkarmıştı o kurdu? Kuşkusuz Yuşhakov bunu bilmiyordu, öğrenme şansı olup olmayacağını da zaman gösterecekti. Onun arabası son sürat kaçarken olay yerinden, kızıl saçlı küçük kız emin ellerde ve sıcak bir yuvadaydı o sırada… ‘’Kim bir bebeği ormana getirir ki ölsün diye? Ah nasıl da güzel hem. Keşke Sadık o adamı yakalayıp parçalasaydı böyle bir vahşilik yapmayı düşündüğü için!’’ Genç kadın biraz irice elleriyle küçük kızı kucağında tutuyor ve onu ocakta yanmakta olan ateşe yakın tutarak ısınmasına yardımcı oluyordu konuşurken. Ocağın diğer tarafında bir postun üzerine uzanmış olan kurt kendisinden bahsedildiğini duyunca kulaklarını oynattı ama daha fazlasını yapmadı. İri adam kurda şöyle bir baktı ve karısına döndü. ‘’Sadık da onun gibi bir canavar mı olsaydı yani? Hayır Anuşka, bizim kurdumuz bir hayvan olabilir, etle beslenebilir ama bu çocuğu ormana atan insan kılıklı yaratık kadar vahşi olmadığı kesin.’’ Genç kadın öfkeyle kımıldayan dudaklarını sıktı ve sonra kucağındaki battaniyenin içinde halinden memnun gibi görünen küçük kıza baktı yeniden. Kurt gibi şahin de ocağa yakın bir başka yere tünemişti. Hava çok soğuk olduğunda ocağın başında geçirirlerdi geceyi ikisi de. Aralarında türlerinin doğasına inat gizli ve güçlü bir anlaşma vardı. Kurt onu yemeye kalkmaz, şahin de pençelerini asla kurda zarar vermek için kullanmazdı. Kadın düşüncesini değiştirmiş olmalıydı ki sesi daha yumuşak çıktı cevap verirken. ‘’Haklısın Vitoli. İyi ki Sadık kokusunu almış bu yavrunun. Yoksa o cani bebeği çukura atardı ve yavrucak çok dayanamazdı o soğukta.’’ Kadın küçük kıza bakarken gözlerinde derin bir keder kadar güçlü de bir şefkat vardı. Kocası az önce kapıdan girdiğinde kucağında bir bebekle gelmiş olmasına epey şaşırmış ve Vitoli ısıtması için çocuğu ona uzatırken tereddütle almıştı kucağına. Oysa şimdi, sadece birkaç dakika geçmişti onu kucağına alalı ama bu küçük melek kalbini fethetmişti sanki. Vitoli ile yıllardır evliydiler, iki oğulları vardı ama o hep bir kız bebek istemişti. Belki de tanrı onun dualarına böyle cevap vermişti. Kim bilir belki bir kötülük bazen bir iyiliğe gebe olabilirdi şimdi olduğu gibi. ‘’Aslında Sadık adamın kokusu yerine önce bebeğin kokusunu almış olduğu için biraz şaşkın, değil mi?’’ Adam onay beklercesine kurda baktı. Kurt dikkatli bakışlarını adama çevirdi ve adam istediği cevabı almış gibi devam etti, ‘’Çünkü adamın çok kötü koktuğunu ancak o bebeği yere bırakıp kaçarken duyumsamış. Oysa bebek metrelerce ileriden alınabilen harika bir kokuya sahipmiş. Daha önce hiçbir insanın böyle kokmadığını söylüyor.’’ Anuşka, kaşları ilgiyle kalkmış halde baktı kocasına. ‘’Hiç kimsenin mi?’’ derken kokladı küçük kızı. Gözleri kapandı ve burun delikleri kokuyu içine çekercesine açıldı. ‘’Sen söyleyene dek şaşkınlığım ve öfkem yüzünden fark edememiştim ama evet bu bebek çok güzel kokuyor.’’ Eğilip saçlarını kokladı. ‘’Saçları daha önce hiç bilmediğim bir çiçeğin kokusuna sahip sanki, gel kokla Vitoli, bakalım sen de alabilecek misin kokuyu?’’ İki adım ilerideydi Vitoli ama karısının yanına varması sanki bir adım sürmüştü iri bedeniyle. Anuşka’nın söylediği gibi eğilip kokladı kızın saçlarını. Karısı haklıydı, küçük kızın saçları gerçekten çok güzel ve bilmedikleri bir kokuya sahipti. ‘’Çok güzel kokuyor.’’ ‘’Peki şimdi ne olacak Vitoli?’’ diye sordu gözlerini bebekten alamayan genç kadın. Vitoli ensesine düşen koyu renk saçlarının arasından boynunu kaşıdı düşünceli bir şekilde. ‘’Onu kim bıraktı bilmiyoruz, gidip arayamayız da. Ama adamın bindiği arabayı gördüm, yoksul biri değildi. Battaniyesine, geceliğine baksana bebeğin, yoksul bir ailenin çocuğu değil bu kız. Belki gayrimeşru bir çocuk, bilirsin işte mirasına ortak olmasın diye ölmesini istemiş olabilir.’’ Anuşka birden bebeği göğsüne doğru çekti ve sarıldı. ‘’Vermem onu Vitoli, onu artık kimseye vermem. Tanrı onu bize gönderdi, ölümden kurtardın onu. Artık geri gidemez, hem kime, nereye götüreceksin ki değil mi?’’ Vitoli karısının kız çocuk istediğini biliyordu. Hem bebeği kendisi de çok sevmişti hem de onlar diğer insanların varlığı tarafından rahatsız edilmeden yaşıyorlardı burada. Ortaya çıkıp kucağında bir bebekle, bebeğin ailesini arayamazdı. Toprakların yöneticisine bile gitse neyle karşılaşacağını bilmediği gibi onu takip edip, evini, kim olduğunu öğrenmeye çalışabilirlerdi. Hayır, Vitoli’in dünyası ve diğerlerininki bir değildi. Bu ormanda diğer insanların aç gözlü tamahkarlığına yer yoktu. ‘’Bebek nasılsa ölsün diye getirildi ormana. O halde onu terk edenler geri istemeyecektir. Kız bizimle kalmalı ve annesi sen olmalısın Anuşka.’’ Anuşka’nın yüzü birden aydınlandı keyifle. ‘’Ve babası da sen Vitoli.’’ ‘’Alesko ve Danil de ağabeyleri.’’ Diye tamamladı Vitoli başını onaylarcasına sallarken. ‘’Oğlanlar uyandıklarında çok şaşıracaklar.’’ Anuşka gülümsüyordu mütemadiyen. Çocuk mırıldandı ve genç kadının parmağını yakalayıp emmeye çalıştı. Sonra parmaktan vazgeçip gözlerini kırpıştırarak konuştu bebeklere has aksanıyla. ‘’Anne, anne mama.’’ ‘’Anuşka onu doyurmalısın. Belki de saatlerdir aç olabilir.’’ Vitoli’nin gözleri irileşti kaygıyla. Unutmuştu bir anda bebeğin aç olma ihtimalini. Genç kadın hemen ona ne yedirebileceğini düşündü. Kilerdeki süt geldi aklına. Biraz süt ısıtıp ekmekle ıslatabilirdi. Çocuğun dişleri çıkmaya başlamıştı çünkü. Şimdilik onu rahat uyuturdu bu yiyecek. Hem oğlanlar bayılırdı sütle ıslatılmış ekmeğe. ‘’Hemen süt kovasını getir kilerden.’’ Dedi kocasına boştaki eliyle kapıyı ve kilerin olduğu tarafı işaret ederken. Vitoli elinde gündüzden kalan sütün olduğu kovayla göründüğünde Anuşka yine sevgiyle kıza bakıyordu. Sonra birden bir şey hatırlamış gibi baktı kocasına. ‘’Peki adı ne olacak kızımızın?’’ Kızımızın, derken öylesine güçlü bir sahiplenme vardı ki sesinde, Vitoli bu ayrıntıyı kaçırmamıştı. Karısı kızı gerçekten bu kadar kısa sürede böyle sevmiş miydi? Ah o Anuşka’ydı, sevgili Anuşka bir şeyi bir kez sevdi mi her şeyiyle sahiplenir ve korumacı olurdu. Oğlanlar bazen annelerinden bucak bucak saklanırlardı rahat oynayabilmek için. Vitoli bunları düşünürken genç kadın devam etti, ‘’ Çok güzel bir ismi olmalı, kimsede olmayan bir isim. Çünkü o çok özel bir bebek bence.’’ Bir yandan konuşuyor, diğer yandan da kızın saçlarına dokunuyordu. Kızıl alevler gibi parlayan güzel saçlarına. Vitoli’nin gözü de kızın saçlarına kaymıştı. ‘’Söylesene Vitoli, daha önce hiç böyle kızıl saçlar görmüş müydün? Ben görmemiştim. Çok fazla insan gördüğüm söylenemez ama doğrusu bu renk saçlar olabileceğini bilmiyordum.’’ Vitoli, Anuşka’ya göre daha fazla insan görmüştü ama o da kızılın bu tonlarına sahip saçları olan birini hatırlamıyordu. Görse bilirdi, unutulacak bir renk değildi ki bu. ‘’Hayır sevgili Anuşka’m. Daha önce hiç böyle bir renk görmedim. Tıpkı ateş gibi değil mi?’’ Anuşka parmakları hala küçük kızın saçlarıyla oynarken baktı kocasının yüzüne. ‘’Astasya, adı Astasya olsun; Ateş çiçeği.’’ Vitoli bu ismi hiç duymamıştı. ‘’Bu ismi hiç duymamıştım.’’ Dedi hatırlamaya çalışırcasına hafızasını yoklarken. ‘’Ninem anlatırdı ben küçükken ateş çiçeklerini. Alev gibiymiş renkleri ve çok nadir bulunurlarmış. Hatta onların sadece özel insanlara göründüğünü, büyülü olduğunu söylerdi. Arayan çok olmuş ama bulan nadirmiş. Periler bilirmiş yerini bir tek.’’ ‘’Bu kız da bir peri kadar güzel zaten. Saçları da ateş gibi. Tamam, adı Astasya olsun. Bizim küçük ateş çiçeğimiz Astasya…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD