Bölüm 7

783 Words
Ne kardeşler, ne kalabalık sofralar, ne de saygıyla indirilen başlar doldurabilmişti o boşluğu. Şimdi ise… Avlunun köşesinde küçük bir kız gülüyordu. Ve onun annesi, bütün korkularına rağmen ayakta duruyordu. Berzan bir an gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı. Sonra usulca pencerenin perdesini kapattı. İçinde henüz adını koyamadığı bir his kabarmıştı. Korku muydu, yoksa yıllardır gömülü tuttuğu başka bir şey mi… Bilmiyordu. Ama biliyordu ki, o sahneyi bir kez görmüştü ve artık gözlerini kapattığında bile o küçük kızın kahkahası, o kadının dimdik duruşu aklından silinmeyecekti. Berzan Xidirxan… Mardin’in en büyük aşiretlerinden birinin başı. Sertti. Sözü emir, bakışı ceza gibiydi. Herkes onun adıyla konuşur, onun adıyla susardı. Ama Berzan böyle doğmamıştı. Bir zamanlar onun da içinde başka bir adam yaşardı. Daha gençken, henüz yirmili yaşlarının başında, sevdiği bir kadınla evlenmişti. Onun için dünyadaki en kıymetli şeydi o kadın. Adı Dilan’dı. Yumuşak yüzlü, gülüşüyle kalpleri yumuşatan bir kadındı. Düğünleri dillere destan olmuştu. Berzan ilk kez o gün herkesin önünde gülmüştü. İlk kez başı dik, ama kalbi hafifti. Evliliklerinin ikinci yılında Dilan, hamile olduğunu söylediğinde, Berzan sevincini saklayamamıştı. Kız olacağı öğrenilince daha da bağlanmıştı. Dilan’ı ve doğacak kızlarını korumak, kollamak için yemin etmişti kendi kendine. Ama kader… Kimsenin hesabına göre ilerlemezdi. Hamileliğin son ayında Dilan aniden fenalaştı. Günlerce uğraşıldı. Doktorlar, hocalar, şifacılar… Ama ne yapsalar olmadı. Dilan, karnındaki bebeğiyle birlikte toprağa verildi. Berzan o gün öldü. Beden olarak yaşadı, ama ruhu o mezarın başında kaldı. O günden sonra kahkaha bir daha bu konakta yankılanmadı. Berzan, duvarlar gibi soğuk ve sert bir adama dönüştü. İçine gömdü her şeyi. Ne birine el verdi, ne birine gönlünü açtı. Yumuşayacak gibi olduğunda gözünün önüne Dilan’ın toprağa verilen genç bedeni geldi. Ve kalbinin kapılarını daha sıkı kapattı. Aşiret içinde ona “Deli Berzan” demeye başladılar. Çünkü sevgisizliği, öfkesiyle gizliyordu. Çünkü yumuşarsa, içindeki büyük acının onu boğacağını biliyordu. Ve yıllardır böyle yaşadı. Ta ki… Ta ki o gece, kucağında küçük bir kız çocuğuyla, yağmur gibi gözleriyle “Bizi kurtar,” diyen bir kadın çıkana kadar. O geceden beri, Berzan’ın kalbine ilk defa hafif bir çatlak düşmüştü. İnce, neredeyse görünmez bir sızı… Ama oradaydı. Ve her gün biraz daha genişliyordu. Sabah, Xidirxan Konağı’nın taş duvarlarına hafif bir serinlik bırakmıştı. Güneş henüz tam yükselmemıştı, kuş sesleri avlunun sessizliğini bölüyordu. Nazar erken kalkmış, mutfağa inmişti. Gülseren Hanım’ın verdiği listeye göre çalışıyor, sabah işleriyle meşgul oluyordu. Elleriyle tezgâhı siliyor, göz ucuyla da pencereden avluyu süzüyordu. İnci uyanmış, kendi başına dışarı çıkmıştı. Minicik adımlarla avluda dolanıyordu İnci. Bir elinde küçük bir bez bebek vardı, arada bir bebeğin saçlarını düzeltip kendi kendine mırıldanıyordu. Tam o sırada Berzan konağın ağır kapısından çıktı. Üzerinde koyu renk bir gömlek, kaşları her zamanki gibi çatıktı. Avluda ağır adımlarla yürürken, küçük hareket eden bir şey dikkatini çekti. Başını eğdi. İnci’yi gördü. Küçük kız da başını kaldırdı. Bir an durakladı. Sonra utangaç bir adımla ona doğru ilerledi. Berzan olduğu yerde durdu. İnci birkaç adım ötede durup kafasını kaldırdı. “Sen çok büyük bir adamsın,” dedi ciddiyetle. Minik sesi avluda yankılandı. Berzan bir an irkildi. Gülümsediğini kimse görmedi, ama gözlerinde bir parıltı belirdi. “Öyle mi?” dedi. Sesi her zamanki kadar kalındı ama bu kez içinde keskinlik yoktu. İnci başını salladı. “Evet. Annem bana büyük adamların güçlü olduğunu söyledi.” Berzan dizlerini hafif kırdı, çökmeden ona yaklaşmak istedi. İnci’nin boyuna doğru eğildi. “Peki…” dedi alçak bir sesle. “Sen büyük adamlardan korkar mısın?” İnci biraz düşündü. Sonra başını iki yana salladı. “Hayır,” dedi. “Sen kötü biri değilsin ki.” Berzan bir an gözlerini kapadı. İçinde yıllardır sessiz kalan bir duvar, hafifçe çatladi sanki. Küçük kız, minicik elleriyle elindeki bez bebeği ona uzattı. “Bak, bu da benim küçük arkadaşım,” dedi. Berzan istemsizce eğildi, bebekle göz göze geldi. Gülümsemesi, neredeyse belli olmayacak kadar hafifti. Tam o anda, avlunun köşesinden Nazar göründü. İncili almak için telaşla gelmişti. Kızını Berzan’ın yanında görünce duraksadı. Gözleri büyüdü, kalbi sıkıştı. Bir şey söylemeden yerinde kaldı. Berzan ayağa kalktı. Kısa bir bakış attı Nazar’a. Sonra İncili’ye döndü, sesi yumuşak ama kararlıydı: “Arkadaşını iyi koru, küçük hanım,” dedi ve ekledi, “Büyük adamlar da bazen küçük kalplerin gücüne ihtiyaç duyar.” Ve ağır adımlarla avlunun diğer tarafına doğru yürümeye başladı. İncili bebeğini kucakladı, annesine doğru koştu. Nazar, diz çöken kızına sarılırken başını kaldırıp Berzan’ın ardından baktı. Gözlerinde adını koyamadığı bir duygu vardı. Ne korku, ne minnet… Bir şey daha farklıydı artık. Çünkü o sabah, Xıdırxan Konağı’nda… Bir küçük kalp, bir taş kalbi ilk defa hafifçe çatlatmıştı. Nazar sabah işlerine kaldığı yerden devam etti. Mutfaktaki işleri bitirir bitirmez üst kata çıktı. Berzan’ın odasının kapısında bir an durdu, derin bir nefes aldı. Sonra sessizce kapıyı açtı ve içeri girdi. Oda hâlâ serin ve karanlıktı. Pencerelerin perdelerini hafif araladı, içeri yumuşak bir ışık doldu
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD