Bölüm 9

1123 Words
Berzan masanın başında dikiliyordu. Öfkeden damarları belirginleşmişti. Gözlerini Nazar’a dikti. “Ne dediler sana?” diye gürledi. “Masama dokunmayacaksın, dediler, değil mi?” Nazar, korkuyla yutkundu. İçgüdüsel olarak ellerini göğsünde kenetledi. “Berzan Bey, ben… ben masanıza dokunmadım,” dedi titreyen bir sesle. “Sadece üstünü hafifçe sildim. Belgelerinize hiç el sürmedim.” Berzan bir adım daha yaklaştı. Öfkesi dinmiyordu. “Dokunmadıysan bu dosya nerede?” diye bağırdı. Etrafındaki eşyalar bile titriyor gibiydi. Nazar gözlerini yere indirdi. Ne diyeceğini bilemedi. O anda kapıdan küçük adımların sesi geldi. İnci, annesinin peşinden koşmuştu. Kapının eşiğinde durdu. Bir anlık sessizlik oldu. İnci, gözleri dolmuş halde Berzan’a dik dik baktı. Sonra koşup annesinin bacaklarına sarıldı. Başını Nazar’ın karnına yasladı. Sonra başını kaldırıp Berzan’a döndü. Gözleri doluydu ama sesi net ve kararlı çıktı: “Ben seninle arkadaş olmam,” dedi küçük bir öfkeyle. “Çünkü sen anneme bağırıyorsun.” Berzan bir anda olduğu yerde dondu. Sanki biri yumruğunu kalbinin ortasına indirmiş gibi. Avludan gelen rüzgâr odaya doldu. Ama Berzan’ın içindeki fırtına bir anda sönmüştü. Sadece sustu. Ve o an, küçük bir kızın basit ama keskin cümlesi… Taş gibi adamı darmadağın etti. İnci’nin o küçük ama keskin cümlesi Berzan’ın suratına bir tokat gibi çarpmıştı. Sert duruşu bir anda çözüldü. Başını eğdi. Gözlerini İnci’den kaçırdı. Tek kelime etmeden, sessiz adımlarla odadan çıktı. Taş koridorları geçerken adımları yankılandı. Kimseye bakmadı, kimseye selam vermedi. Kapıyı açtı. Gecenin serinliğine karıştı. Soluğu şehrin biraz dışında, kayalıkların arasına sıkışmış küçük bir mezarlıkta aldı. Ay ışığı mezar taşlarını gümüş gibi parlatıyordu. Berzan ağır adımlarla ilerledi. En köşedeki beyaz mermer taşın önünde durdu. Eğilip tozları silkeledi. Üzerinde tek bir isim yazılıydı: Dilan Xıdırxan. Parmaklarıyla ismin üzerinden geçti. Gözleri doldu ama ağlamadı. Diz çöktü. Başını önüne eğdi. Fısıltı gibi bir sesle konuştu: “Ben hâlâ beceremiyorum, Dilan…” “İnsan olmayı… sevmeyi… korumayı…” Gece boyunca orada, taş gibi sessiz kaldı. Yıldızlar döndü, gece sabaha kavuştu ama Berzan bir adım kıpırdamadı. O sırada konakta… Nazar odasına dönmüştü. Ama içi içini yiyordu. Yanlış bir şey yapmadığından emindi, yine de kendini suçlu gibi hissediyordu. Bir türlü rahat edemedi. Tekrar Berzan’ın odasına indi. Korkarak kapıyı araladı. Kimse yoktu. İçeri girdi. Masaya yaklaştı. Çekmecelere baktı, dosyaların arasında aramaya başladı. Biraz uğraştıktan sonra masanın kenarına sıkışmış dosyayı buldu. Kenarları buruşmuştu. Sanki bilerek saklanmış gibiydi. Tam o sırada Emine Abla sessizce kapıda belirdi. Elleri önünde bağlı, yüzünde yorgun bir bilgelik vardı. “Gözünü dört aç, kızım,” dedi kısık bir sesle. “Berzan Bey evde yokken bu kapıyı hep kilitle. İçeri kimseyi sokma. O geldi mi de koşa koşa açarsın. Bu konakta her yüz gülen dost değildir.” Nazar başını salladı. Sözün ağırlığını hissetti. Emine Abla usulca kapattı kapıyı. Nazar dosyayı düzgünce toparladı. Masaya tam Berzan’ın bıraktığı gibi yerleştirdi. Sonra da sessizce odadan çıktı. İnci’nin bez bebeğini ise yatakta unutmuştu. Küçük oyuncak, odanın bir köşesindeki koltukta boynu bükük şekilde kalmıştı. Sabaha karşı… Berzan konağın büyük kapısından içeri girdi. Üstü başı gece serinliğinden nemlenmişti. Yavaş adımlarla odasına çıktı. Kapıyı açtı. Oda sessizdi. Hafif bir sabun kokusu vardı içeride. Masasına yürüdü. Gözleri hemen masanın üzerindeki dosyaya takıldı. Eksiksizdi, düzgünce yerleştirilmişti. Berzan, kaşları çatık bir şekilde etrafı süzdü. O anda koltukta bir şey gördü. İnci’nin küçük bez bebeği. Bebeğin saçları dağınık, minik yüzü gülümseyen nakışlarla işlenmişti. Öyle masum, öyle savunmasızdı ki… Berzan, uzun bir süre koltuktaki o küçük oyuncaktan gözlerini alamadı. İçinde tarifsiz bir sıcaklık yayıldı. Ve ilk defa, çok uzun zamandır, odasının soğuk taş duvarları bile daha az ürkütücü gelmişti. Sabahın erken saatleriydi. Avlunun taş zemini serin, hava sessizdi. İnci, küçük adımlarla avluda dolaşıyordu. Bir yandan elinde küçük bir taş yuvarlıyor, bir yandan bez bebeğini nerede unuttuğunu düşünüyordu. Onun küçük dünyasında bir şey eksikti. Sevgili bez bebeği… Dün annesinin peşinden koşarken, aceleyle Berzan’ın odasında unutmuştu. O sırada Berzan odasından çıkıyordu. Gözleri masanın üzerindeki dosyalara son kez takıldı. Tam kapıyı kapatıp çıkacakken gözüne bebek takıldı. Bir süre elinde tuttu. Parmaklarıyla küçük elbisesini düzeltti. İçinde bir sızı hissetti. Sessiz adımlarla avluya indi. İnci’yi taşların üzerinde oynarken buldu. Ufak vücudu eğilmiş, bir taşla çizgiler çiziyordu zemine. Berzan ağır adımlarla yaklaştı. Bir şey demeden İnci’nin önünde durdu. Sonra elindeki bez bebeği ona doğru uzattı. “Bunu benim odamda unutmuşsun, küçük hanım,” dedi. İnci başını kaldırdı. Gözleri bebeğe takıldı. Bir an için yüzü aydınlandı. Ama sonra… Gözleri Berzan’a kayınca yüzündeki sevinç dondu. Küçük bedeni gerildi. İçgüdüsel bir korkuyla geri çekildi. Bebeğe bakıyor, almak istiyor ama ayakları geriye gidiyordu. Berzan dizlerini büküp önünde çöktü. Küçük kıza daha yakın olmak istedi. Sesi yavaş ve sabırlıydı: “Al hadi,” dedi. İnci, küçük elleriyle bez bebeğini sımsıkı tutarak birkaç adım geriledi. Berzan ona dokunmadı, sadece sessizce yerinde kaldı. İnci bir süre daha durdu, sonra yavaş adımlarla avlunun diğer ucuna doğru yürüdü. O an… Taş sütunun ardından bir çift göz onları izliyordu. Nazar. Başını hafifçe eğmiş, her şeyi sessizce seyretmişti. İnci’nin ürkek ama sevgi dolu bakışı, Berzan’ın sabırla yere çömelip hiçbir baskı yapmadan bekleyişi… Hepsini gördü. Kalbinin bir yerinde ince bir sızı hissetti. Gözleri dolmadı belki, ama boğazında düğümlenen duyguyu bastırmak için dişlerini sıktı. İnci, annesinin yanına koştu. Kollarını Nazar’ın bacaklarına doladı, başını karnına yasladı. Nazar, kızını kucağına aldı. Küçük bedenini sarıp sarmalarken gözlerini kaldırdı. Ve o an… Berzan’la göz göze geldi. İkisi de birkaç saniye birbirine baktı. Ne kelime vardı arada, ne de gereksiz bir hareket. Sadece bir bakış. İçinde sessizce konuşulan bir şey. Nazar’ın gözlerinde hem korku vardı, hem de anlam veremediği bir şey daha. Şefkate yakın bir şey. Berzan’ın gözlerinde ise… Suçluluk ve sanki ilk kez izin ister gibi bir bakış. Sonra Berzan başını hafifçe eğdi. Sessiz bir özür gibi. Ve ağır adımlarla kapıya doğru yürüdü, göz temasını uzatmadan. Nazar ise, kızını kucağında tutarak taş zeminde olduğu yerde kaldı. Kucağındaki küçük bedenin sıcaklığıyla, göğsünde sessiz bir umut filizleniyordu. Ama aynı zamanda… içinde hâlâ yanıtını veremediği bir korku vardı. Bu adam… Taş gibi görünen bu adam, gerçekten değişebilir miydi? Nazar’ın ağzından: Gece, Xıdırxan Konağı’nın duvarlarına sinmişti. Odanın içinde çıt çıkmıyordu. İnci usul usul nefes alırken, ben pencerenin önüne oturdum. Dizlerimi karnıma çektim, ellerimi birbirine doladım. Soğuk cama başımı yasladım. Ve gözlerimi kapattığım anda… Yıllar öncesine döndüm. Daha on yedi yaşındaydım. Küçüktüm, evet, ama aklım yerindeydi. Ne istediğimi biliyordum. Ben okumak istiyordum. Kendi paramı kazanmak, kendi ayaklarımın üzerinde durmak, birinin karısı ya da bir soyadının parçası olarak değil, kendim olarak var olmak istiyordum. Babam… O, işini hiçbir zaman açık etmeyen bir adamdı. Ben ona, “Baba, ben üniversite kazandım. Diyarbakır’da hemşirelik okuyacağım,” dediğimde, gözünü bile kaldırmadan şöyle dedi: “Boş ver, kız kısmına o kadar okul ne gerek.” İçimden bir şey çekildi o an. Bir anda küçüldüm sanki. Ama vazgeçmedim. Anneme döndüm, gözlerinin içine baktım. O hiç konuşmadı. Sadece sustu. Ama o suskunluk, bir onay değil… Bir savaş ilanıydı. Ben valizimi hazırladım. İçine elbiselerimi değil, inatla sarılmış hayallerimi koydum. Otobüse tek başıma bindim. Ve köyden çıkarken arkamdan kimse el sallamadı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD