Ben nazar!!!

1178 Words
Ben, Nazar Yücedağ Aşiretinin ağası Mahsun Yücedağ'ın beş çocuğunun ortancası, abisinin göz bebeği gibi büyüttüğü; annesi ve babasının tam tersi, acımadan ateşe attığı... Bundan beş sene önce gelin geldiğim evde, kendimi hiçbir zaman ait hissetmediğim odamın penceresinden dışarı bakıyordum. Avluda duran tabutun içinde benim celladım yatıyor, çünkü Kadir, yani kocam... Annemin "Kocandır, döverse sever" deyip beni mahkum ettiği Kadir. Kendini dünyanın hakimi sanan Kadir, şimdi bir tabutun içinde yatıyordu işte. Annesi, kardeşleri başında feryat ediyordu ama benim gözümden tek damla yaş gelmedi. Çünkü sırf ona kadınlık yapmak istemiyorum diye sırtımda sigaranın acısı hâlâ ciğerimin ucunda duruyordu. "Anne?" diyen kızımın sesiyle irkildim. "Niye ağlıyorlar?" dediğinde nutkum tutuldu, nefesim kesildi. Nasıl diyecektim sana, bir gün bile babalık yapmayan baban öldü, diye? Diyemedim. Daha 3 yaşındaydı... Ben çok çektim, ama o kurtulmuştu Kadir'in eziyetinden. Cenaze avluya kurulan uzun beyaz tül çadırın altına alınmıştı. Üzerine serilen yeşil örtü, ayetlerle bezenmiş, kenarlarına karanfiller iliştirilmişti. Kadınlar bir yanda, erkekler bir yanda toplanmış; gözyaşıyla karışık dualar yükseliyordu gökyüzüne. Nazar, kucağında üç yaşındaki kızıyla usulca oturdu kadınların arasına. Herkes onu izliyordu. Yüzünde ne öfke vardı ne acı... Sadece derin, çok derin bir sessizlik. Kızının başını omzuna yasladı, küçük elleri Nazar'ın boynuna dolandı. Fakat Nazar'ın bakışları tabutta sabit kalmıştı. İçinde ona en karanlık gecelerini yaşatan adam, şimdi toprağa doğru yola çıkacaktı. Bir teyze fısıldadı arkasında: "Allah sabır versin... Genç yaşta dul kaldı." Bir diğeri yanıtladı: "Dul kalmak mı? O zaten hiç evli sayılmazdı ki..." İmam, dua için yerini aldığında kalabalık yavaşça sustu. Kadir'in erkek kardeşleri sırayla tabutun başına geldi, sonra babası... En son Selim durdu başında, göz ucuyla Nazar'a baktı. Onun da gözlerinde yaş yoktu ama içinde bir öfke vardı. Abi kardeş, acının farklı tonlarında susuyorlardı. İmamın sesi yankılandı: "Merhumu nasıl bilirdiniz?" Kalabalıktan "İyi bilirdik" sesleri yükseldi, ama Nazar başını çevirdi. Yalanın ortasında durmaktansa, susmayı seçti. Tabut omuzlara alındığında kızının sesi duyuldu: "Anne, nereye götürüyorlar?" Nazar'ın gözleri doldu, ama damla düşmedi. Başını eğdi, kızının alnına bir öpücük kondurdu. "Uyumaya kızım... Uzun bir uykuya." Toprak atılırken çıkan ses, Nazar'ın içinde kapanmamış yaraları tırmaladı. Ama gözyaşlarını yine tuttu. Çünkü onun ağlamaya değil, yeniden doğmaya ihtiyacı vardı artık. Cenazeden sonra kalabalık, ağır adımlarla taziye evine doğru yöneldi. Avlunun bir köşesine geniş minderler serilmiş, duvarlara yaslanan erkekler başları önlerinde suskun oturuyordu. Kadınlar ise diğer tarafta bir araya gelmiş, ağıtlar eşliğinde dua okuyorlardı. Nazar, elinde kızının minik eliyle kapının eşiğinde durdu bir an. Etrafındaki bakışların ağırlığını hissetti. Herkes ona bakıyordu. Acıyorlardı mı, yoksa ne hissettiklerini kendileri bile bilmiyor muydu, bilemedi. Kızının elini biraz daha sıkıca tuttu ve kadınların arasına geçti. Kimi koluna girdi, kimi sırtını sıvazladı. "Sabır kızım..." "Gençliğine yandı... Rabbim dayanma gücü versin..." "Nazar'ım, Allah beterinden saklasın..." Her söz kulağına çarpıyor ama hiçbirinin anlamı kalmıyordu Nazar için. Çünkü bu sözler ona samimi gelmiyordu. Kimse bilmiyordu onun içindeki yangının asıl sebebini. Kimse bilmiyordu, o tabutun ardında kalan bir aşk acısı değil, yıllarca çekilen eziyetin sessiz vedası olduğunu. Bir köşeye oturdu. Yanına genç bir kız bir bardak su getirdi, dizinin dibine koydu. Nazar başını kaldırmadı, sadece teşekkür etmek için küçük bir bakışla yetindi. Kızına sarıldı, minik kız yorulmuştu, başını Nazar'ın dizine koymuş, sessizce uyuyakalmıştı. O anda, kalabalığın içinde bir sessizlik hissetti Nazar. Sanki herkes kendi acısında boğulmuştu ama Nazar, acının içinden özgürlüğe açılan bir kapıyı aralamış gibiydi. Annesi uzaktan onu izliyordu. Gözlerinde kırılmış bir bakış vardı. Sanki pişmanlık, sanki mahcubiyet... Ama Nazar başını çevirdi. Affetmek bu kadar kolay değildi. Abisi Selim yanına yaklaştı, yere çömeldi. "İyi misin?" diye sordu, sesi kısık, kırık. Nazar gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. "Artık iyiyim abi... Artık gerçekten iyiyim." Selim'in gözleri doldu ama Nazar'ın ifadesinde ilk kez hafif bir gülümseme vardı. Acının bile törpüleyemediği bir gülümseme... İsten, derinden, yıllardır hapsolduğu zincirleri kıran bir tebessüm... Kırk gün geçmişti. Kırk gün boyunca taziye evinin kapısından misafir eksik olmamış, her gelen Nazar'a bir göz süzmüş, her ağızdan bir laf çıkmıştı. "Genç dul kalınmaz..." "Başını bağlamamız lâzım..." "Çocuk yetim büyümez..." Ve kırkıncı günün sonunda, aşiretin büyükleri toplanıp kararlarını bildirmişti: Kadir'in küçük kardeşi Serhat, Nazar'la evlenecekti. Öyle karar verilmişti. Nazar, babasının karşısında diz çöker gibi oturmuş, başını önüne eğmişti. Yaşlı adam, utançla gözlerini kaçırıyordu ama karar belliydi. "Kızım... Böyle gelmiş, böyle gider. Sözümüz söz. Aile namusu..." Nazar'ın yüreği yerinden sökülüyor gibiydi. Bir kez daha mı? Bir kez daha mı bir başkasının karısı olmak için kendi hayatından vazgeçecekti? İşte o an kararını verdi. O gece, herkes uyuduktan sonra kızını kucağına aldı. Küçük bir çantaya birkaç parça kıyafet ve biraz para sıkıştırdı; iki tane de bilezik... Pencereden baktı... Ay, avluyu aydınlatıyordu. Kapının önünde bir köpek uluyor, geceyi daha da ürkütücü kılıyordu. Titreyen elleriyle çantasını sırtına astı. Kızına sarıldı, usulca fısıldadı: "Annecim... Sessiz olalım, tamam mı? Birlikte uzaklara gideceğiz." Küçük kız hiçbir şey anlamadı ama annesinin elini sımsıkı tuttu. Nazar, avlunun köşesindeki tahta kapıdan sessizce çıktı. Ayakkabılarının sesi taş zeminde yankılanıyordu. Kalbi deli gibi atıyordu. Arkasına bile bakmadan, kızını kucağında taşıyarak yokuş aşağı indi. Toprak yolları adımlarken gözleri doldu ama durmadı. İlk defa hayatında, kendi kaderinin peşinden koşuyordu. Gece serin, yollar ıssızdı. Ama Nazar'ın içinde öyle güçlü bir ateş yanıyordu ki hiçbir soğuk üşütemezdi artık onu. O kaçıyordu... Özgürlüğe, kendine, kızına bir hayat kurmaya... Ve arkasında kalan her şey —aşiret, aile, acı— hepsi ayaklarının altında toza karışıyordu. Sabaha karşıydı. Nazar, kucağında kızıyla Batman otogarına vardığında gün henüz ağarmamıştı. Üzerinde ince bir hırka, sırtında küçücük bir bohça... Yorgundu. Hem de çok. Ama vazgeçmedi. Bilet gişesinin önüne geldi. Titreyen sesiyle sordu: "Mardin'e ilk otobüs ne zaman?" Adam, uykulu gözlerle saate baktı. "Yarım saat sonra kalkıyor, kızım." dedi. Elindeki üç beş kuruş paranın yarısını uzattı, iki bilet aldı. Sonra köşedeki plastik banklarda kızını kucağına alıp oturdu. Küçük kız başını annesinin boynuna yaslamış, mışıl mışıl uyuyordu. Nazar ise gözünü yola dikmiş, hiç kıpırdamadan bekliyordu. Otobüs geldiğinde, ayakları geri geri gitse de bindi. Her şeyini, herkesi geride bırakmıştı. Ama özgürlüğe giden yolun böyle sancılı olacağını biliyordu. Saatler süren yolculuğun sonunda, Mardin'in taş sokaklarına ilk adımını attığında içi burkuldu. Yabancıydı. Tanıdığı kimse yoktu. Sığınacak bir kapı, çalacak bir adresi yoktu. Ama işte tam da bu yüzden, bu şehir ona bir umut gibi geliyordu. İkindi vaktiydi. Karnı zil çalıyordu. Kızını kucağına aldı, ana caddenin kenarındaki küçük bir lokantaya girdi. İçeride birkaç masa doluydu, ekmek kokusu havaya karışmıştı. Bir masaya oturup iki kişilik bir yemek istedi. Paranın son kuruşlarını gözden çıkararak... Kızının elleri tabaktaki ekmeğe giderken, Nazar derin bir nefes aldı. Bu anlık huzurun bile bedeli ağırdı, biliyordu. Yemeklerini bitirip kalkacakken, tezgâh arkasında bulaşık yıkayan yaşlı kadın göz ucuyla onları süzdü. Nazar, camda asılı duran ilana takılı kalmıştı. Bu kadının dikkatini çektiği için, ona seslendi: "Kızım, iş mi arıyorsun?" diye sordu. Nazar, şaşkınlıkla kadına döndü. Kadın, yağlı ellerini önlüğüne sildi. "Burada bulaşıkçı lazım. İşin ağır, parası az... Ama ekmek kapısıdır." dedi. Nazar gözlerini kırptı. Bir an tereddüt etti. Sonra kızına baktı. O minicik eller için... O, gece yarıları korkudan titremesin diye... İşte tam bu yüzden, başını dik tuttu. "Çalışırım." dedi sessizce. "Ne iş olsa yaparım." Kadın gülümsedi. "İyi o zaman. Yarın sabahtan gel. Hem yemek yersiniz, hem karnınız doyar, hem bir şeyler biriktirirsin." dedi. Geldiği gibi iş bulmayı beklemiyordu. Nazar, küçük kızının elini tuttu, sıcacık bir gülümsemeyle dışarı çıktı. Yolun başındaydı. Zordu, korkuyordu. Ama ilk defa, kaderinin iplerini kendi elleriyle tutuyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD