Part11

1174 Words
Nazar, bezleri değiştirdi, kanı durdurduktan sonra omzunu sabitledi. Çıkabilecek komplikasyonları engellemek için yarayı iyice sardı. O gece, konağın taş duvarları bir şeylere şahit oldu: İlk defa, Berzan Xıdırxan hayatını borçlu hissettiği birine… Ve o bir kişi, kimsenin ciddiye almadığı o sessiz, yere bakan kadındı. Akan kanı tamamen durdurduğunda derin bir nefes aldı. Elleri, kolları kan içindeydi. Üstü başı ter içinde kalmış, saçları alnına yapışmıştı. Başını kaldırmadan son kontrolleri yaptı. Berzan baygın gibi yatıyordu ama nabzı, zayıf da olsa düzenli atıyordu. Bu yeterdi. Şimdilik hayattaydı. Kapının önünde toplananlar sessizce izliyordu. Gülseren Hanım gözyaşlarını siliyordu, Güle Babaanne ellerinde tesbih, dua mırıldanıyordu. İkisi de adımları titreyerek odaya girdiler. Nazar’ın yanına geldiler. Başlarında durdular. Gülseren Hanım, gözleri dolu dolu fısıldadı: “Allah senden razı olsun, kızım… Oğlumuzun canını kurtardın.” Ardından Güle Babaanne kısık sesiyle ekledi: “Büyük sevap işledin. Biz sana minnettarız.” Nazar, onların sözleri karşısında mahcubiyetle başını eğdi. Kelimeler boğazında düğümlendi. Ne “sağ olun” diyebildi, ne başka bir şey. Sadece hafif bir tebessüm etti. Yorgun, ter içinde, kan bulaşmış ama mağrur bir tebessüm. Sonra toparlandı. Titreyen ellerindeki kanı silip, yatağın yanındaki sehpadan bir kâğıt buldu. Gözleriyle kalabalığın arasında Xelef’i aradı. Berzan’ın kardeşi, endişeyle bir köşede duruyordu. Nazar sesini yükseltmeden ama net bir tonla ona seslendi: “Xelef Bey…” Xelef hemen yaklaştı. Nazar elindeki kâğıdı uzattı. Kalemle hızla bir şeyler yazmaya başladı: iğne, antibiyotik, ağrı kesici, serum seti, steril sargı bezi. “Bunları acil getirin. Hepsi gerekiyor,” dedi. “Yarayı temizledim ama enfeksiyon riski var. Kan kaybı da fazla.” Xelef kâğıdı alıp başını salladı, hızla odadan çıktı. Nazar, yeniden Berzan’a döndü. Onun başucundaki sandalyeye yavaşça oturdu. Elini alnına dayadı. Yorgundu, çok yorgundu. Ama gözlerini bir an bile Berzan’dan ayırmadı. Saatler geçti. Gecenin derin sessizliği konağı sardı. Sadece Berzan’ın düzensiz ama var olan soluk alışverişi odada yankılandı. Sabah, Berzan göz kapaklarının arasından ince bir ışık süzmesini hissetti. Başında hafif bir zonklama vardı. Omzunda bir ağırlık, ama en çok da içini ısıtan bir huzur… Sanki yıllardır ilk defa. Zorlukla gözlerini açtı. Tavanı bulanık gördü önce. Sonra başını çok hafif yana çevirdi. Ve işte o an, gözlerinin önüne bir sahne düştü. Yatağın hemen yanındaki sandalyede, birbirine sarılmış bir anne ve küçük bir kız çocuğu. Nazar, kanlı kıyafetlerinin yerini sade bir entariyle değiştirmiş, başını İnci’nin saçlarına yaslamıştı. İnci, annesinin kucağında, küçük ellerini Nazar’ın boynuna dolamıştı. İkisi de yorgunluktan uyuyakalmıştı. Nazar’ın yüzü uykuda bile yorgundu ama… içinde bir şey vardı. Bir güç, bir direnç. Berzan o sahneyi uzun uzun seyretti. Hiç kıpırdamadan. Nefesini bile tutar gibi… İlk defa… Hayatında ilk defa bir kadın ve bir çocuğa böyle baktı: Korkmadan, öfkelenmeden, sahiplenmeden. Sadece… Derin bir sükûnetle. Omzundaki ağrıya rağmen, gözlerini kapatmadı. Sanki bu görüntüyü kaybetmekten korkuyordu. İçinden bir şey fısıldadı: “Bu kadın… bu çocuk… Korkmuyorum artık.” Nazar uykusunda hafif kıpırdandı, İnci’nin başını biraz daha göğsüne çekti. Yüzünde minik bir tebessüm belirdi, uykunun getirdiği masum bir güven tebessümü. Ve Berzan… İçinde hafif bir acıyla karışık bir sıcaklık hissetti. Omzundaki sargıyı, yatağın sertliğini, gecenin ağırlığını… Her şeyi unuttu. O an, odada sadece üç kişi vardı: Yaralı bir adam, yorgun bir kadın ve minik bir çocuk. Ve hiçbir kelime söylenmese de… Üçünün hikâyesi, o sessizliğin içinde yazılmaya başlamıştı. İnci, annesinin kucağında hafifçe kıpırdandı. Küçük elleri gözlerini ovuşturdu. Sonra başını kaldırdı. O anda Berzan’la göz göze geldi. Gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Küçücük bedeniyle annesinin kucağından sıyrılıp usulca yere indi. Çıplak ayakları taş zemine hafifçe vuruyordu. Yavaşça yatağa yaklaştı. Başını hafif yana eğerek sordu: “Büyük adam… İyisin mi?” Berzan dudaklarının kenarında hafif bir gülümsemeyle, kısık bir sesle cevap verdi: “İyiyim, İnci tanesi,” dedi. “Ama biraz sessiz olalım, olur mu? Annen uyanmasın.” İnci başını salladı, parmağını ağzına götürüp “Ssst” yaptı. Tam o anda Nazar da hafif bir mırıldanmayla kıpırdandı. Başını kaldırdı, gözlerini açtı. Gözleri önce İnci’yi, sonra Berzan’ı buldu. Yorgun ama utanmış bir ifadeyle hemen toparlanmaya çalıştı. Saçlarını geriye attı, dizlerinin üstüne kalktı. “Kusura bakmayın…” dedi kısık bir sesle. “Uyuyakalmışım.” Berzan bakışlarını ondan ayırmadan, sesi daha yumuşak bir tonla yanıtladı: “Bir kusurun yok,” dedi. İçinde bir şeyler kıpırdıyordu ama adını koyamıyordu. Nazar toparlanmaya çalışarak sorusunu sordu: “Nasıl hissediyorsunuz kendinizi?” Berzan gözlerini kısıp biraz düşündü, sonra omzundaki ağrıyı, yorgunluğu hissederek cevabı fısıldadı: “Nasıl görünüyorsam… öyleyim.” Nazar, bu cevaba hafifçe gülümsedi. Titreyen elleriyle Berzan’ın yanına yaklaştı. Yavaşça elini alnına koydu, ateşi olup olmadığını kontrol etti. Berzan, Nazar’ın serin avuçlarının alnına değmesiyle hafifçe irkildi. İçinde, yıllardır duvar gibi ördüğü sertlik çatırdamaya başladı. O sıcaklığı, o isteği uzun zamandır hissetmemişti. Nazar dikkatle nabzını kontrol etti, seruma baktı. Hızlıca serumun akış hızını ayarladı. Sonra hafifçe geri çekildi. “Şimdi size yiyecek bir şeyler getireceğim,” dedi. “Sonra ilaçlarınızı içersiniz.” İnci’yi de elinden tuttu. Minik kız sessizce annesinin peşine takıldı. İkisi birlikte odadan çıkarken, Berzan onların ardından uzun uzun baktı. İçinde hafif bir boşluk hissetti. Sanki bir şeylerini beraberinde götürmüşlerdi. Bir süre sonra kapı hafifçe açıldı. Nazar elinde bir tepsiyle geri döndü. Tepside bir kâse çorba, taze pişmiş bir parça ekmek ve yanında da bir bardak su. Nazar yavaşça Berzan’ın yanına yaklaştı. Tepsiyi küçük sehpanın üstüne koydu. Ama Berzan’ın hareket edemeyeceğini fark edince, çekinerek sordu: “İsterseniz… yardım edebilirim.” Berzan başını hafifçe salladı. Söz söylemedi. Nazar, bir kaşık çorba aldı. Berzan’ın dudaklarına yaklaştırdı. İlk kaşığı güçlükle aldı Berzan. Sonra azar azar, Nazar’ın sabırlı elleriyle çorbasını içti. İnci sessizce bir köşede oturmuş onları izliyordu. Kahvaltıdan sonra Nazar küçük bardaktaki suyu ve hazırladığı ilaçları getirdi. Berzan sessizce ilaçları aldı. Nazar sonra sargı bezlerini ve pansuman malzemelerini hazırladı. Omzundaki bandajı dikkatle açtı. Yarayı temiz su ve antiseptikle sildi. Berzan acıya dişlerini sıktı ama bir ses çıkarmadı. Nazar narin ama emin ellerle yeni sargıyı yaptı. Her dokunuşunda, Berzan’ın içinde taş gibi ördüğü duvarların bir parçası daha çatlıyordu. Nazar, Berzan’ın ilaçlarını verdikten sonra sessizce toparlandı. Tepsiyi aldı, sargı bezlerini bir köşeye düzenledi. İnci elini çekiştiriyordu, aç olduğunu mırıldanıyordu. Nazar, başını Berzan’a eğerek kısık bir sesle söyledi: “Ben İnci’yi doyurup hemen geliyorum. Çok vakit almayacak.” Sırtını hafifçe döndü, kapıya yöneldi. Minik adımlarla İnci de peşine takıldı. Tam kapının eşiğindeydi ki… Berzan’ın sesi odanın sessizliğini yardı. Yavaş, derin ama kararlı bir ses: “Kimsin sen?” Nazar olduğu yerde dondu. İnci elini sımsıkı tutuyordu ama Nazar’ın parmakları istemsizce gevşedi. Başını çevirdi, Berzan’a baktı. Berzan, yatağın üzerinde yorgun ama dimdik bakıyordu ona. Gözleri dalgın değildi artık; görüyordu. İlk defa gerçekten bakıyordu Nazar’a. Nazar bir an ne diyeceğini bilemedi. Kalbi göğsünde hızla atmaya başladı. İçinde günlerdir sakladığı her şey, bir anda boynuna düğümlendi. Bir anlık sessizlikte sadece birbirlerine baktılar. Nazar’ın dudağı titredi ama kendini topladı. Sonra çok hafif bir fısıltıyla, o ana kadar kimseye söylemediği kelimeleri dudaklarının arasından çıkardı: “Ben… sadece bir anneyim.” Ve o an, odadaki hava değişti. İnci annesinin bacağına sarıldı. Nazar başını hafifçe eğdi. Gözlerinde binlerce anlatılmamış hikâyenin ağırlığı vardı. Berzan ise sessiz kaldı. Ne ısrar etti, ne sorguladı. Sadece… İlk kez, o kırılgan sessizliği duydu. Ve belki de uzun zamandır ilk defa, kendisine benzemeyen, kırılmamış, yıkılmamış bir şeyle karşılaştı. Nazar, İnci’yi kucağına aldı. Bir şey demeden odadan çıktı. Ama o kapıdan çıkarken, arkasında sessizce filizlenen bir güven bırakmıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD