Bölüm 3

1878 Words
Cumartesi Banu'nun çocukluğundan beri en çok sevdiği gündü. Yorucu haftanın sona erdiği ve ertesi gününde tatil olması bu günü özel kılıyordu. Her özel gününü Cumartesi kutlamasının nedeni de buydu. Sabah günün enerjisi ile gözlerini açtı. Önce gerinip rahat yatağının keyfini çıkarttı. Biraz sağ taraf biraz sol taraf... Tamamen kendisine ait yumuşak yastıklar... Sırt üstü yatıp kollarını iki yana açtı. Uzun zamandır kardeşi ile zaman geçirmemişti. Kahvaltıda kendine eşlik edeceğini düşünüp telefonuna uzanarak Burak'ı aradı. Telefon uzun çalmalarının sonucu açılmadı ama Banu'nun vazgeçmeye niyeti yoktu. Uyanana kadar aramaya devam etti ve sonunda "Hıı" diye boğuk bir ses duyuldu. "Yanında bir kadın varsa telefonu hemen kapat, değilse ablan arıyor hemen ayıl" "Ne var abla ya? Ne istiyorsun sabahın köründe?" "Amaann yalnız mısın?" "Abla, ben anne ve babamla yaşıyorum, eve nasıl kız atabilirim?" "Canım, eve kız atamıyorsan, sen kızın evine gideceksin" Burak derin bir nefes alıp verdi. Belli ki abladan kurtuluş yoktu, zaten hiç olmamıştı. Ayılabilmek için oturur pozisyona geldi. "Ne istiyorsun kimyası bozuk?" "Bir tanecik kardeşimle kahvaltı yapmak istiyorum" "Sonrasında alışverişe gidelim demeyeceksen gelirim. Geçen sefer mağazalar arasında yeterince ömrüm tükendi, bırak biraz daha yaşayayım." Banu kıkırdayarak söz verdi ve beklediğini söyledi. Kısa bir duşun ardından mutfağa gidip kardeşinin sevdiği kahvaltıyı hazırlamaya başladı. Burak krep severdi, peynir canavarıydı... Tüm hazırlıklarını tamamladığında kapı çaldı. Koşarak kapıya gitti ki bu koşu beş adımlıktı. Karşısında açık renk yırtık kotu, lacivert t-shirtü ile yakışıklı kardeşi duruyordu. Tek kaşını kaldırıp baştan ayağa süzdü onu "Yirmi yedi yıldır kardeşinim, hala neyi inceliyorsun acaba?" "Bir tanecik kardeşim var ayrıca günden güne yakışıklı oluyorsun. Güzele bakmak sevaptır yavrum" "Sevapların tamamlandıysa içeri gireyim, karnım aç. Bünyeme gıda girsin, enerjiye dönüşsün ondan sonra konuşalım. Hala uyanmayan hücrelerim var." Karnı aç olduğu zaman hiç çekilmeyen bir adama dönüştüğünü bildiği için gününü zehir etmemek adına kahvaltı masasına oturdular. İlk on dakika Burak hiç konuşmadan kıtlıktan çıkmış gibi yedi. İkinci bardak çayını içerken artık yüzü gülüyordu. "Hah! Sonunda kendine gelmeye başladın" "Sen beni bırak da neden kapı kilidini değiştirdin?" "Boş boğaz güvenlik mi söyledi?" "Evet, hatta artık sizin anahtar işe yaramaz diyerek yedek anahtarı da verdi." Banu'nun tüm anahtarlarının yedeği Burak'ta bulunurdu. Hem güvenlik hem de olası bir ihtiyaç durumunda en güvendiği kişi oydu. Banu kapkaç gününü ayrıntılı olarak anlattığında Burak çok kızdı. "Abla neden haber vermiyorsun?" "Canım sana söylesem anne ve babamın bir şekilde haberi olurdu, ondan sonra açarlardı ağızlarını ve benim o gün onların söylenmelerini kaldıracak psikolojim yoktu. Yalnız yaşamamdan başlayacaklardı ve konu uzayıp bilmem nerelere gidecekti" "İyide ablam madem o kadar korktun akşam neden gelmedin?" "Karakoldan çıkınca o sinirle Tamer'e gittim." "Tamer ne alaka ya?" "Bana dövüşmeyi öğretmesini istedim" Burak anlam veremediği cümle karşısında boş bakışlarını sundu. Neden Tamer'e gitmişti? Dövüşmeyi öğrenmesi ile yaşadığı olayın alakası neydi? Bir mantık kuramadı. "Canım bakma aval aval. Kendimi korumayı öğrenmem gerekiyor, bunu en iyi bilen kişide Tamer. Sonuçta adamın koca bir güvenlik şirketi var yani konunun özü o." "Öğretecek mi bari?" "Dövüşmeyi değil de kendimi korumayı öğretecekmiş. Gerçi kaç gün geçti bir haber yok beyefendiden. Galiba salladı beni." Burak sırıtıp kahvaltısına devam etti. Tamer'in sallama olasılığı yüksekti fakat ablasının peşini bırakma olasılığı sıfırdı. Yiyecek bir şey kalmayınca sofrayı topladılar. Banu dışarıda kahve içmeyi teklif edince iki kardeş güneş gözlüklerini takıp deniz havası eşliğinde kahvelerini yudumlayacak güzel bir mekâna gittiler. Burak kahvesini ağzına götürecekken Banu hızlı bir hamle ile kardeşinin gözünden güneş gözlüğünü çekti. "Ee bu numaralı" "Tabii numaralı abla, ben miyobum. Güneş gözlüğüm numarasız olursa nasıl göreceğim?" "Canım sen Peri'ye kontrole gittiğinde lens takabileceğini söylemişti. Almadın dimi?" "Almadım, rahat edebileceğimden emin değilim" "Kahveler bittiğinde gidip sana lens alıyoruz." "Aaa... Alışveriş yok diye söz verdin" "Alışverişe gitmiyoruz canım, sana lens almaya gidiyoruz." "Kelime oyunu yapıyorsun, sonuç aynı" Banu keyifle kahvesini höpürdetti. Burak kandırılmış olmanın memnuniyetsizliği ile gözlüğünü ablasından alıp taktı ve arkasına yaslandı. O küçük plastik parçası gözünün içindeyken rahat edebileceğine inanmıyordu. Hâlbuki gözlükleri ile mutlu bir adamdı ayrıca geniş bir koleksiyonu vardı. Renk renk model model birçok gözlüğü vardı. Her kıyafeti ile ayrı bir tane takabiliyordu. Daha küçük yaşlardan beri kullandığı için vücudunun bir parçası haline gelmişti. Sanki burnu üzerinde çerçeve ile doğmuştu. Burak alışkanlıklarından sapmayarak her zaman gözlüklerini aldığı optiğe götürdü ablasını. Arkadaşının yardımı ile lensler gözüne takıldı. Mağaza içinde gözlerini dolaştırıp Banu'ya döndü. "Ee nasıl?" "Gözlüklerim olmadan görmek değişikmiş fakat kendimi eksik hissediyorum sanki çıplakmışım gibi" "Alışırsın bir tanem" "Sürekli gözlerimi kırpıştırma hissi duyuyorum" "Daha takalı iki dakika oldu. O güzel yüzünü camların arkasına gizlemek yok artık" Ablasının sözüne güvenerek ödemeyi yapıp mağazadan çıktılar. Burak öğleden sonra yakın arkadaşları ile buluşacağı için ayrıldılar. Hayatı zorlu koşturmasının içinde herkesin zihnini boşaltacağı bir hobiye ihtiyacı vardı. Banu'nun hobisi ise taşları yontmaktı. Atölyesine gidip tulumunu giydi, kırmızı beyaz bandanasını takıp kafasının üzerinde fiyonk yapıp bağladı. Geniş boş alanda duran taşın karşısına geçti. Önünde çekiç, keser ve bunun gibi birçok el aleti bulunuyordu. Yarım bıraktığı taştan heykeli yontmaya başladı. Kulaklığından gelen müziğin sesini biraz daha açtı. Artık dış dünyadan tamamen soyutlanmış kulağına gelen müziğin dışında sadece derinlerden gelen darbe seslerini duyuyordu. Taşa her vurduğunda çıkan ses dinlediği müziğe artı bir nota ekliyordu. Aklında ne hasta kalmıştı ne de tedaviler sadece vurduğu çekicin şiddeti önemliydi o an için. Şarkıya eşlik edip taşını yontarken arkasındaki hareketliliği fark etmedi. Kollarının ağrıdığını hissedip elindeki aletleri yere bıraktı, ayağa kalkıp kulaklığını çıkarttı. Ellerini beline koyup heykelin son halini inceledi. "Hala yarım" Arkasında duyduğu tok erkek sesi ile yerinden sıçradı. Boş alandaki tek eşya olan ikili koltukta Tamer oturmuş onu izliyordu. "Tamer niyetin beni öldürmek mi? Yüreğim ağzıma geldi" "Benim değil ama bu niyetle biri gelmiş olsaydı çoktan seni öbür tarafa göndermişti. Zaten gürültülü çalışıyorsun birde kulağında kulaklık var, kapıyı da kilitlemediğini hesaba katarsak çok kolay bir lokmasın" "Atölyemin kapısını hiç kilitlemem ki" "Ama kilitlemelisin Banu" "Evet, haklısın. Sen neden buradasın?" "Bir ricada bulunmuştun" "Yaa günleeerr önce" "Programımda sana yer açmam biraz uzun sürdü, malum zamanım değerli. Yine  de sana ayrıcalık yaptım" "Ah çok teşekkür ederim yürüyen ego. Kıymetli zamanınızın hangi dilimini bana bahşettiniz?" "Şu an" "Peki ben şu an müsait miyim?" "Taş dövmeyi bırakırsan, evet" "Sanat o" "Şehrin her yanı yüksek katlı sanat eserleri ile dolu Banu. Hadi oyalanmayı bırak da gidelim, ellerim kaşınıyor, seni biraz hırpalayayım" "Ben senin kum torban değilim" "Biliyorum, onun senin gibi yuvarlak hatları yok. Çok sert ve soğuk" Banu kaşlarını çatınca Tamer korkmuş gibi yapıp "Uu çok korktum" dedikten sonra gülmeye başladı. Cumartesi öğleden sonra Tamer'in salonu boş olduğu için Banu'yu oraya götürdü. Başka zaman buraya girmesine asla izin vermezdi zaten. İlk geldiği günde bu nedenle kolundan tutup dışarıya sürüklemişti. Onca erkek aralarında kadına alışık değildi. Banu bagajında her zaman hazır olan spor çantasını aldı, üzerini değiştirmek için soyunma odasına girdi. Tek bir soyunma odası olduğu için Tamer üzerini ofisinde değiştirdi. Şortunu ve sporcu atletini giyip döndüğünde Banu hazır onu bekliyordu. Tam kalçasının altında biten taytı ve ondan biraz kısa askılı atleti ile duran kadını göz ucu ile süzdü. Banu düzenli spor yaptığı için atletik sıkı bir vücuda sahipti, kondisyonu da yüksekti. Bunların yanı sıra sergilediği görüntü tam anlamı ile günaha davet ediyordu. "Önce biraz koşup ısınalım" Tamer'in yönlendirmesi ile koşu bandına çıktılar. On beş dakikanın sonunda ikisi de terlemiş ve vücutları ısınmış olarak banttan indi. Tamer ringi işaret edince Banu itirazsız oraya yöneldi. Ringin içinde terden neredeyse sırılsıklam olmuş bedenleri ile karşılıklı duruyorlardı. Tamer ilk defa bir kadın ile çalışıyor olmanın tedirginliğini yaşıyordu. Hareketlerinin kontrolünü kaybetmemesi ve gücünü dengelemesi gerekiyordu. Aksi halde Banu'ya zarar verebilirdi. Bu ringe Enes ya da Çınar ile çıkardı. İkisi de profesyonel kickboksçu olduğu için kıyasıya rekabet içinde dövüşüyor, tekme ve yumruklarını acımadan savuruyorlardı. Naziklik aralarında yoktu. Şimdi karşısındaki bayana nazik olmak zorundaydı. "Pekâlâ, diyelim ki kapkaççı karşıdan sana doğru geliyor ve çantanı almak istiyor, ilk ne yaparsın?" Tamer anlatırken bir yandan da üzerine doğru yürüyordu "Saçına yapışırım" "Tabii saçı varsa... Genelde bu tip insanların saçı kısa olur. Şimdi bana doğru gel, sana öğreteceğim hareketi göstereceğim" Banu hızla Tamer'e yaklaşıp koluna uzandığı anda adam bileğinden tutup basit bir hareketle onu yüz üstü yatırıp dizini sırtına koydu. Banu ahlayınca kalkmasına yardımcı olup hareketi adım adım öğretmeye başladı. Tamer arkasına geçip kollarını kızın kollarına yaslayarak tam olarak nasıl hareket etmesi gerektiğini gösteriyor, adım atması gerektiğinde kendi bacağı ile onun bacağına yapıştırıp öne adım atmasını sağlıyordu. Vücutları birbirine yapışmış tek vücut gibi hareket ediyordu. Birkaç tekrardan sonra Banu hareketi kavramıştı. Tamer karşısına geçip saldırı pozisyonu aldı. Önce ağır çekim tekrarladıktan sonra Banu hazır olduğunu söyledi ve Tamer gerçekten üzerine saldırdı. Banu tüm dikkati ile öğrendiklerini uygulamış ve Tamer'i yere sermişti. Yüzüstü yerde yatan adamın üzerine oturup sevinç çığlıkları attı. Tamer bir doksan beş boyunda yapılı bir adamdı. Onu yere serdiğine inanamıyordu. "Ha ha... Ne oldu koca adam? Serildin yere..." Banu kendi ile gurur duyarak birçok cümle sarf ederken Tamer yerde haince sırıtıyordu. Sevincini biraz daha yaşamasına izin verdikten sonra atik bir hamle ile Banu'yu üzerinden atarak yere düşmesini sağladı ve üzerine çıktı. Yerde şaşkınlıkla yatan kadına karşı Tamer sırıtarak üzerinde yatıyordu. "Unuttuğunuz bir şey var hanımefendi, ben bu hareketin devamını da biliyorum." Banu'nun elleri başının üzerinde kilitli, bacakları da Tamer'in uzun bacakları arasında hareketsiz bırakılmıştı. Kurtulmak için debelense de Tamer izin vermediği sürece mümkün değildi. "Yaa..." diyerek debelenmeyi bırakıp pes etti. Enes ve Çınar bu saatte salonun boş olduğunu bildikleri için ringde rahatça stres atmaya karar verip gelmişlerdi. Tabii karşılarında yere yatmış bir Banu ve onun üzerinde bir Tamer görmeyi beklemiyorlardı. İkisi de pis sırıtış ile "Hu huu..." diye bağırdılar. Tamer gözlerini Banu'dan ayırıp karşıya baktığında içinden küfretti. Bu ikisinin diline düşmek yerine lağım çukuruna düşmek daha iyiydi. "Biz salonu boş sanıyorduk ama..." "Yanılmışız" Tamer yakalandıkları pozisyonu düşününce ne derse desin inandıramayacağını biliyordu. Banu başını arkaya atıp kimin geldiğini görmeye çalıştı. Enes ve Çınar'ı tersten gördü. "Selam çocuklar. Tamer bana dövüşmeyi öğretiyordu" "Dövüşmek?" "Siz buna dövüşmek mi diyorsunuz?" Tamer, Banu'nun üzerinden kalkıp onunda kalkmasına yardımcı oldu. Banu hala kendini savunma peşindeydi. "Yani dövüşmek değil aslında, kendimi nasıl savunacağımı öğretiyordu" "Hıı..." "Tabii öyledir" Banu'nun boş çabaları karşısında Tamer başını iki yana salladı. Enes ve Çınar'ın hiç ikna olmuş bir hali yoktu aksine gayet eğleniyorlardı. "Banu, bunlar geldiğinde yerde üzerinde yatıyordum. Sence söylediklerine inanmış bir ifadeleri var mı?" "Yani tamam, biraz garip görünüyor olabilir de..." Banu cümlesini tamamlayamadı çünkü konuştukça battığının farkındaydı. Durumu bir türlü toparlayamıyordu. Enes, Çınar'ın koluna girip "Hadi bizde dövüşelim ama bu sefer ben üstte olacağım" deyince Çınar "Tamam canım, sıra sende" diyerek oyunu tamamladı. Tamer'in yumruğunu kaldırması ile kaçışmalarına rağmen hala gülüyorlardı. Tamer, Banu'yu soyunma odasına gönderip çocuk gibi eğlenen iki koca adam döndü "Bana bakın, bu gördüklerinizi sakın dillendirmeyin çünkü kız doğruyu söylüyor." Hafif sırıttı "Biraz eğlenmiş olabilirim ama o bunu bilmiyor" dedi. "Gelmeseydik eğlence devam edecek miydi?" "Tabii ki hayır Çınar... Gerçekten... Kızı zor duruma düşürmeyin" Her ikisi de merak etmemesini söylediler. Onların arasında söz vermek yoktu çünkü olan ve konuşulan orada kalırdı. Tamer bunu bildiği için rahatça odasına çıkıp üzerini değiştirdi. Arabasına yaslanıp Banu'yu beklemeye başladı. Kısa süre sonra Banu'da çıkıp yanına geldi. Yüzünde mahcup bir ifade vardı. "Tamer..." Tamer endişesini anladı, güven veren ses tonu ile "Merak etme, sadece şaka yapıyorlardı, yanlış bir şey düşünmediler" dedi. Banu birazda olsa rahatlamıştı fakat aklına yakalandıkları pozisyon gelince yanakları kızarıyordu. Hâlbuki o an hiç utanmamıştı, yenilmiş olmanın gurur kırıcılığını yaşıyordu. Eğer onlar gelmese belki de fark bile etmeyecekti. Olayın akışı içinde kaybolup giden bir durum olarak yok olacaktı. "Bir daha çalışacağımız zaman salonun boş olduğuna emin ol lütfen ve o hareketin devamını öğrenmek istiyorum" "Peki, bir dahaki sefere sen üstte olursun" "Ya Tamer ya..." Tamer kahkaha atıp arabanın kapısını açtı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD