İkizler kahvaltısını yaparken Erna odasına geçmişti ancak bir süre sonra dış kapının sertçe kapandığını duyunca mutfağa geri döndü. Tahmini doğruysa evden Doğu çıkmış olmalıydı. Dağhan’ın kapıyı öyle sertçe kapatmayacağından emindi zaten.
“Gürültü için üzgünüm,” diyen adam başını ona çevirirken gülümsüyordu.
“Sorun değil. Kahvaltınız bitti mi?”
“Evet. Mümkünse bir kahve daha alayım.”
“Tabii…”
“Sen bir şeyler yedin mi?”
“Ben sizden önce yemiştim.”
Dağhan başını sallayarak kıza baktı. Evlerinde kalmaya alışmış gibi görünüyordu. Ondan yardım istediğinde sahiden aklında bir şey yoktu fakat verdiği karardan pişman değildi. Erna gayretli ve becerikliydi. Onların düzeniyle bu denli uyumlu olması ilginç de olsa hâlinden memnundu.
“Dağhan Bey…”
“Evet?” dedi şaşırarak. Erna, Doğu’ya ismiyle hitap ediyordu ancak Nisan’la tanıştığından beri ona karşı çok resmîydi. Nişanlısı ortalıkta olsa da olmasa da…
“Şey… Size sormak istediğim bir şey vardı.”
Kız köpürttüğü sütü kahvesine eklerken gözleri onu takip etti. “Sor.”
“Ben… Ofisinizden okumak için bir şeyler alabilir miyim?”
İzin ya da avans isteyeceğini düşünmüştü ama anlaşılan yanılıyordu. Kaşlarını kaldırarak “Kitaplarımdan mı bahsediyorsun?” diye sordu.
Hukukla ilgilendiğini sanmıyordu. Belki tarih kitapları ya da romanları görmüş olabilirdi. Sonuçta ofisi o temizliyordu.
“Evet.”
“Ceza hukuku gibi mi?” dedi yapmacık bir ciddiyetle.
Erna kahvesini masaya bırakırken yüzünde memnuniyetsiz bir ifade vardı. “Hayır.”
“Öyleyse?”
Başını kaldırıp tereddütle Dağhan’a baktı. Yüzünde bir tebessüm olduğunu görünce ona takıldığını fark ederek rahatladı. “Romanlardan bahsediyorum,” dedi utana sıkıla.
“Elbette alabilirsin.”
“Gerçekten mi? Teşekkür ederim.”
“Çoğu klasik olsa da içlerinde polisiye, gerilim ve macera romanları da olmalı.”
Erna zaten hepsini görmüştü. “Biliyorum.”
“Hangileri ilgini çekiyor peki?”
“Klasikler… Bazı insanların onları sıkıcı bulduğunu biliyorum ama nedense bana çok eğlenceli geliyorlar. Ayrıca eski zamanda insanların resmî konuşmaları da çok hoşuma gidiyor. Tartışırken bile nezaket kurallarına dikkat etmeye çalışıyorlar.”
Erna aklından geçenleri hevesle anlatırken gülüyordu. Dağhan onu dinlerken samimiyeti ve saflığına hayran olmadan edemedi. Doğuhan’ın neden ona karşı bu kadar sevecen olduğunu anlamak zor değildi.
“Demek öyle…”
“Evet.”
“Sen lise mezunuydun, değil mi?”
“Hı hı…”
Dudaklarını bükerek başını salladı. Dağhan’a bunu söylemek garip bir şekilde utanmasına sebep olmuştu. O aşırı çalışkandı ve büyük ihtimalle de okurken her derste başarılı olan bir öğrenciydi. Belki okulunu dereceyle bile bitirmiş olabilirdi. Erna ise henüz sınava girememişti.
“Bunu kendin mi istemiştin?” diye sordu bir an merakla.
Onu eleştiriyor gibi görünmek istemiyordu ama kitaplara ilgisi olduğu için meraklanmıştı.
“Hayır,” dedi Erna gözlerini kaçırarak. Ardından konuyu değiştirmek için lavabonun başına geçti. “Ben şunları temizleyeyim.”
“Acelesi yoktu,” diyerek onu durdurmak istediyse de Erna hızlı bir şekilde işe koyulmuştu.
Dağhan kahvesini alıp ayaklandı. Belki bu konuyu başka bir zaman tekrar açabilirdi? Eğer Erna durumdan rahatsızca ve üniversiteye gitmeyi planlıyorsa Dağhan ona seve seve destek verirdi. Tabii ona acıdığını düşünmesini de istemediğinden şimdi üstelemese daha iyiydi.
“Öyleyse ben ofise geçiyorum. İşini bitirince sen de gelebilirsin.”
“Sağ olun, işim bitince geleceğim!”
Erna ona bakmadığı için Dağhan kızı mutfakta yalnız bıraktı. Ofisine geçip sandalyesini pencereye doğru çevirdi ve sakin sakin göğü izleyerek kahvesini içti.
Normalde Nisan ile ilişkisine dair çok fazla şeyi kafasına takmazdı ve sorunlarını çoğu zaman görmezden gelirdi ancak bu kez nedense nişanlısını düşünmeden edemiyordu. Gözü yüzüğüne takılınca iç çekti. Bugüne dek defalarca kez tartışmış, birbirlerini görmezden geldikleri günler bile geçirmiş ama bir şekilde her zaman kaldıkları yerden devam etmeyi başarmışlardı. Dağhan gittikçe artan bir isteksizlikle buna devam ettiğini neden bu kadar geç fark etmişti, bilmiyordu ancak sahiden de Nisan’la konuşması gerektiğini düşünüyordu.
Önce ilişkilerine ara verebilirlerdi. Eğer onu özlemez ve hayatının daha iyiye gittiğine kanaat getirirse nişanı atması gerekiyordu. Böyle devam edemezdi. Onu üzmek istemese ve böyle bir konu hakkında kimseyle münakaşa etmek istemese de rol yapamazdı. Şimdi bile ondan bu kadar kaçıyor ve kaçınıyorsa birkaç gün içinde Nisan da neler olduğunu anlamaz mıydı?
Belki şimdi bile farkındaydı?
Kahvesini bitirene dek öylece düşünse de nihayet dönüp maillerini kontrol etmek üzere bilgisayarını açtı. Gözlüklerini takmış, dikkatini ekrana çevirmiş ve nihayet işe odaklanmayı başarmıştı.
Dağhan, ticaret ve şirketler hukuku alanında çalışıyordu. Bu yüzden sözleşme hazırlarken ya da strateji kurarken her detayı titizlikle inceliyordu. Çoğu zaman kendini işine öylesine kaptırıyordu ki dış dünyayla bağı kopuyordu. Hukukun kendine has dili, onu gündelik telaşlardan uzaklaştıran güvenli bir sığınaktı. Bazen şahit olduğu olaylar ya da meslektaşlarından duyduğu vakalar can sıkıcı olabiliyordu, yine de ticaret hukuku duygusal açıdan diğer alanlara göre çok daha az yıpratıcıydı.
Müvekkilinden gelen maile cevap yazdıktan sonra ekteki sözleşmeyi indirdi. Bu, aldığı en önemli işlerden biriydi ve güzel sonuçlanırsa kariyeri için iyi bir adım olacağına inanıyordu.
Masadaki sürahiden kendine bir su koyduktan sonra ofisin kapısı çaldı. Dağhan bardağı elinde “Gel Erna,” diye seslendi. Ardından suyunu içti.
Erna çekingen bir şekilde odaya girdi. Dağhan’a karşı giderek daha mı resmî oluyordu acaba? İlk günkü rahatlığı biraz abartılı geldiyse de belki böyle olmasından daha iyiydi?
“Sizi çok fazla rahatsız etmeden hemen bir tane seçeceğim.”
“Erna,” dedi gülerek. “Bugün günlerden pazar.”
“Hı?”
Şaşkın şaşkın yüzüne baktığını görünce sırıttı. “Pazar günü çalışmamın sebebi benim tuhaf bir işkolik olmam. Beni rahatsız ettiğin falan yok.”
“Ah…” Erna birden gülerek başını salladı. “Bence tuhaf değilsiniz.”
Bunu söyleyişinde bir şey vardı, Dağhan nedense duraksamıştı. “Öyle mi?”
“Evet. Çok çalışkan birisiniz. Ayrıca bugüne dek gördüğüm en düzenli insansınız. Raftaki kitaplar ve klasörler bile alfabetik olarak dizilmiş. Ben de bir gün sizin gibi olmayı çok isterim!”
Hayatı boyunca tuhaf görülmüş ve eleştirilmişti. Elbette ailesi değil sosyal çevresi tarafından… Bazen meslektaşları bile ona bu kadar ‘kasıntı’ olmamasını tembihler, kendilerince öğütler verirdi. Biraz daha rahat olmalıydı, kafasını dağıtmalıydı, bazen tembellik etmeyi bilmeliydi ve daha bir sürü şey…
Bu yüzden anne tarafından akrabaları haricinde birinden böyle şeyler duymak nedense hoşuna gitmişti.
“Böyle düşünmene sevindim,” dedi nazik bir sesle. “Ama örnek alınacak birçok insan varken kendini benimle sınırlama lütfen.”
Erna afacan bir tebessüm eşliğinde başını iki yana salladı. “Henüz örnek alınacak birçok insanla tanışmadım. Şu an elimde Ahu, siz, ikiziniz ve Nisan Hanım var. Eh, müsaadenizle ben sizi seçiyorum!”
“Ne demek istediğimi biliyorsun,” dese de Erna ona aldırmadı. “İyi, öyle olsun. Şimdi istediğin kitabı alabilirsin.”
Onu kendi hâline bırakıp sözleşme metnine döndü. Okumaya odaklandığında genelde etrafındaki sesler dikkatini pek fazla dağıtmazdı. Tabii gürültü kirliliği seviyesinde değilse… Bazen sırf bu yüzden Doğuhan’a çok kızardı. Daha lisedeyken bile bunun için defalarca kez kavga etmişlerdi. Normal ses düzeyinden şikâyetçi olmuyordu ama neden ikizi ısrarla sesini yükseltiyor ya da bir şeyleri çok yüksek sesle dinliyordu ki?
Ne kadar süre kendini ekrana kaptırdığını bilmese de ekranına düşen yeni bir mail görünce dikkati dağıldı. Ardından Erna’yı hatırlayarak kızın olduğu yere baktı. Raflardan birine sırtını yaslayarak yere oturmuş, kucağına aldığı onlarca kitabı inceleyerek düşüncelere dalmıştı. Üstelik elinde bir defter ve kalem de vardı.
Bilmese onun ders çalıştığını düşünürdü ama öyle yapmıyordu. Öyleyse ne yapıyordu?
Bunu sormak yerine gelen maille ilgilendi. Erna defterine notlar alıyor, Dağhan da müvekkilinin üzerinden geçmek istediği maddeleri işaretliyordu. Bir süre sonra gözlerini dinlendirmek için ayağa kalktı, pencerenin önüne geçti ve Erna’nın da onun peşinden ayaklandığını işitti.
“Sanırım önce bunu okuyacağım,” dedi kız.
Dağhan omzunun üstünden ona şöyle bir bakarak gülümsedi. “Benim için bir mahsuru yok.”
Diğer kitapları aldığı yerlere geri bırakıp defteri, kalemi ve kitabını aynı anda kucakladı.
“Deftere kitapların konusunu mu yazıyordun?”
“Ah, hayır!” Erna utanarak gözlerini kaçırdı. “Kendime okuma planı hazırladım.”
“Nasıl yani?”
“Aylık okuma hedefi gibi…”
“Hım…”
“Sonuçta ev işleri dışında yapacak bir şeyim yok.”
“Anlıyorum.”
“Artık sizi yalnız bırakayım. Acıkırsanız bana haber verin, hemen bir şeyler yaparım.”
“Belki bir saat sonra…”
Başını sallayıp ofisten çıktı, kapıyı da arkasından yavaşça kapattı.
O gittikten sonra Dağhan telefonunu almak için yatak odasına geçti. Nisan onu iki kez aramıştı, annesinden hâlâ haber yoktu ve Doğuhan’ın da sesi hiç çıkmamıştı.
İstemese de nişanlısını geri aramaya karar verdi. Merak etmesini ya da endişelenmesini istemiyordu. Hatta kadının üzülmesini de hiç istemiyordu. İlişkilerine dair hisleri netleştikçe ona karşı suçlu hissetmeye başlaması belki de bu yüzdendi.
“Dağhan?”
“Efendim Nisan?” dedi sakince.
Normalde ona ‘canım’ diye hitap ederdi ama kelime dilinin ucuna gelse de artık biraz eğreti duruyordu.
“Seni iki kez aradım.”
Sesi alıngan ya da kızgın değildi.
“Telefon yanımda değildi. Bir şey mi oldu?”
“Hayır. İşlerini bitirdin mi diye sormak istedim.”
“Sayılır. Müvekkilimin bu hafta imzalamak istediği bir sözleşme üzerinde çalışıyorum. Hâlâ içine sinmeyen bazı noktalar var.”
“Anlıyorum.”
Normalde bunun sıkıcı bir iş olduğuyla ilgili ona sataşırdı ama bu kez sesi ifadesizdi.
“Sen neler yaptın?” diye sordu. Neyse ki bu kez bunu hatırlamıştı.
“Kızlarla buluştum. Sude de önümüzdeki ay Kanada’ya gidecekmiş, biliyor musun?”
“Hım… Ne için?”
Nisan sesi biraz daha canlanarak ona buluşmalarını anlattı. Bir süre böyle konuştular. Sesleri de sözleri de normale göre oldukça donuktu. Sanki yapmak zorunda oldukları için konuşuyor gibiydiler.
Anlatacak bir şey kalmadığında Nisan derin bir nefes aldı. “Bugün görüşmeyeceğiz anladığım kadarıyla?”
Dağhan yutkundu, başını kaşıdı ve sıkıntıyla odanın duvarlarına baktı. “İstersen akşam yemeğine gelebilirsin.”
“Dışarı çıkamaz mıyız?”
“Yorgunum Nisan,” dedi sessizce. “Ayrıca hiç dışarı çıkasım yok.”
“Bu aralar hep yorgun ve meşgulsün.”
“Üzgünüm,” dedi sadece.
İnkâr etmenin ne anlamı vardı ki?
Daha Nisan bir şey diyemeden önce zil çalmaya başladı ve ardından Doğuhan’ın neşeli gürültüsü evin içinde yankılandı. “Dağhan nerede Erna?”
Dağhan kaşlarını çatarak yerinden kalktı. “Nisan, Doğuhan beni arıyor.”
“Peki Dağhan…”
“Akşam gelecek misin?”
“Bu kez hayır. Sonra görüşürüz.”
Kadın birden telefonu kapatınca yüzünü buruşturdu. Büyük ihtimalle birkaç saat içinde yine arayacak ve o zaman böyle sakin olmayacaktı.
Odasının kapısı sertçe açılıp duvara çarpınca öfkeyle ikizini karşılamak için döndü.
“Sürpriz!” diye bağıran Doğuhan yaptığından hiç de pişman gibi durmuyordu.
“Ne yapıyorsun Doğuhan?” diye sorarken sesi öfke ve bıkkınlıkla biraz yükseldi.
“Hayatına biraz heyecan katıyorum sevgili ikizim! Hep yaptığım gibi!”
Dağhan onu azarlamak için ağzını açsa da kapının önünden çekilmesiyle birlikte ne söyleyeceğini unuttu. Annesi ve babası şimdi tam karşısında duruyor, Doğuhan da ona neşeyle sırıtıyordu. Anlaşılan yine ikizlere özel bir hissiyatla neye ihtiyacı olduğunu anlayıp onun için bir şeyler yapmak istemişti.
Belki kardeşi asla büyümüyor ve bu sayede bazen onun da ciddiyetinden sıyrılmasına sebep oluyordu ama böyle anlarda bir ikizi olduğu için kendini çok şanslı hissediyordu.