bc

TUTKU KAPANI

book_age16+
507
FOLLOW
5.2K
READ
sweet
office/work place
like
intro-logo
Blurb

TUTKU KAPANI – Betilayben

Bazı sırlar saklanamaz. Bazı ihanetler affedilemez.

Melike, başarıya alışkın, güçlü bir iş kadınıydı. Ancak gizli kalması gereken bir zaafı vardı: kleptomani. Onun hayatı, yalnızca bu sırla şekillenmiyordu; sevgilisi Erman’ın yaptığı kirli işlerin gölgesi, gün geçtikçe üzerine daha fazla düşüyordu.

Gazeteci Kaan, Melike’yi sert bir gerçekle yüzleştirdi: Erman, karanlık bir dünyada yolsuzluk batağında boğuluyordu. Ama Melike’nin karşılaştığı tek sorun bu değildi… Erman, suçu kendi üzerinden atmak için onu feda etmeye karar vermişti.

💥 Gerçeklerle yüzleşmek mi? Yoksa bu karanlık oyunda kaybolmak mı? Melike, ihaneti çözüp adını temize çıkarabilecek mi? Yoksa her şeyin içine çekildiği bir kapan mı olacak?

📖 "Tutku Kapanı", tutkunun, ihanetin ve yolsuzluğun kıskacında bir kadının mücadelesini anlatıyor.

chap-preview
Free preview
Bölüm 1
Yayım Tarihi 30 Temmuz 2023 Keyifli okumalar şimdiden... *** Bu onun için bir tutku değildi sadece; yıllardır üzerinden atamadığı karanlık bir gölgeydi. Çalmadan duramıyordu. Parmak uçları bir eşyaya değdiğinde başlıyordu o tanıdık ürperti. Sanki kendini değil, başka birini izliyordu dışarıdan — kontrolsüz, kırılgan, bağımlı biri... Mağazanın vitrininde gördüğü kolye, her zamankilerden farklıydı. İnceydi, zarifti, taşları göz kamaştırıcıydı. Adeta onun için tasarlanmış gibiydi. Kalbi, kolyeye bakarken değil, onu boynuna taktığı anda hızla çarpmaya başlamıştı. Aynanın karşısına geçti. Zarif boynunda parlayan kolye, bir anlığına onu mutlu etti. Belki de yalnızca bu an için yaşıyordu. Ama o his çabuk sönmüştü. Titreyen parmakları zincirin ucuna dokunduğunda pişmanlık bütün bedenine yayıldı. Midesi burkuldu. Yutkundu. Göz bebekleri büyüdü. Kalbinin atışları kulaklarında yankılanıyordu. "Hayır, hayır... Bunu yapmamam gerekiyordu..." diye fısıldadı. Zinciri çıkarmaya çalıştı, hızlıca. Nefes nefeseydi. Ama artık çok geçti. Tınnnn... O tanıdık, keskin ve acımasız ses mağazayı doldurdu: Alarm! Kalabalığın içinden başlar çevrildi, gözler ondan tarafa döndü. Ayak sesleri arttı. Melike donakaldı. Nefesi boğazına takıldı. Zaman ağırlaştı. Zincirin ucu hâlâ parmakları arasındaydı. Vicdanı ve korkusu aynı anda sarılmıştı boğazına. Utanç, soğuk terler gibi sırtından aşağı süzüldü. Yalnızca yakalanmak değil... Kendi karanlık tarafıyla, göz göze gelmek de yıkıcıydı. Kapıya doğru yöneldi. Kapının önünde bir adam duruyordu. Siyah saçlı, kahverengi gözlü, dikkat çekici derecede yakışıklı biriydi. Melike, göz göze geldikleri anda yakalandığını sandı. Kalbi tekrar hızlandı. "Ben... ben sadece... ona bakmak..." dedi kekeler gibi. Ama adam onun sözlerini önemsemiyor gibiydi. Gözlerinin içine bakarak gülümsedi: "Merhaba, ben gazeteci Kaan. Sizinle bir konu hakkında konuşmak istiyorum." Sırtından süzülen ter, anında ateş gibi yaktı tenini. Yüzü hafiften kızarmaya başladı. "Gazeteci mi?.. Benimle konuşmak mı istiyor? Beni takip mi etti?.. Yoksa... kolyeyi aldığımı mı gördü?" Kaşlarını çattı. İçinden yükselen panik, yüzüne sert bir ifadeyle yansıdı. "Acele bir yere yetişmem gerekiyor. Konu neydi?" Sesi sertti. Ama gözlerinde gizlemeye çalıştığı merak, tüm maskesini delip geçmişti. Kaan, Melike'nin yüzündeki panikle karışık merakı görmüştü. Onu daha fazla bekletmeden, konuyu doğrudan açmaya karar verdi. "Şirketiniz ve erkek arkadaşınız Erman," dedi gizemli bir sesle. "Onun nasıl biri olduğunu bildiğinizi sanmıyorum. Ama ben biliyorum." Kalabalığın dağıldığı, mağaza görevlilerinin alarmı susturduğu o anlarda, ortamda tuhaf bir boşluk oluşmuştu. Sanki ikisi dışında herkes susmuş gibiydi. Melike'nin içindeki yakalanma korkusu yerini bir anda başka bir endişeye bırakmıştı. 'Erman ne alaka? Küçük sırrımla ilgili bir şey mi anlattı? Ne yapacağım? Köşeye sıkıştım...' "Tamam, konuşalım. Ama burası uygun değil. Beni takip edin..." dedi acele eden bir sesle. 'Şimdi buradan uzaklaşmam lazım.' Hızlı adımlarla kapıya yöneldi. Çıkış kapısına yöneldiği anda alarm ötünce bir anlık duraksama oldu. Melike hızını azaltmadan hedefine yürümeye devam etti. Yakalanmaya niyetli değildi. Mağaza çalışanları şaşkın bir ifadeyle bakakalırken, güvenlik görevlisi hemen harekete geçmişti. "Hanımefendi, bir dakika lütfen!" Melike arkasına bakmadan hızla yürüyordu. Güvenlik görevlisi arkasından seslenmeye devam ediyordu: "Lütfen durun! Çantanıza bakmamız gerekiyor!" Melike kalabalığın arasına karıştı. Panik havası kısa süreli bir kargaşaya yol açmıştı. Güvenlik görevlisi dış kapıya yöneldiğinde mağaza müdürü telaşla kameralara yöneldi: "Çabuk olun! Güvenlik kayıtlarını kontrol edin... Bu kadını daha önce de görmüştüm..." Güvenlik görevlisi bir an kararsız kaldı. Sonra hızla Melike'nin peşinden koştu. "Hey! Bir dakika, hanımefendi!" Melike dönüp arkasına baktı. Kalabalığın içinde bir anlık boşluktan faydalanarak kapıdan mağazanın dışına fırlamıştı. Güvenlik peşinden çıktı ama kalabalık, hızla akan araçlar ve çalan korna sesleri arasında Melike'yi gözden kaybetmişti. Telsizine uzandı, nefes nefeseydi: "Cadde yönünden kaçtı. Bu sefer kaçtı ama tipi belli. Hemen polise bildiriyorum, efendim." Melike, köşeyi döndüğünde hâlâ nefes nefeseydi. Çaldığı kolyeyi sıkıca avucunun içinde tutuyordu. Kafasında sorular dönüp duruyordu: 'Kalmak mı, kaçmak mı, yoksa teslim olmak mı?' Kaan ise mağaza çıkışında kalakalmıştı. Az önce olanlar karşısında şaşkındı. Olayın ağırlığı omzuna binmişti ama içindeki gazeteci içgüdüsü hâlâ canlıydı. Genç kız gözden kaybolmadan, sessiz ve dikkatlice Melike'yi takibe başladı. Genç kadın hızlı adımlarla yakındaki bir otoparka yürüyordu. Lüks bir arabanın yanına geldi. Anahtarını çıkarıp kapıyı açtı. Kısa bir bakışla Kaan'a döndü. "Hadi, binin." Kaan bir an duraksadı. Özel arabasına binmek, bir gazeteci olarak kurallarına aykırıydı belki. Ama bu, sıradan bir haber gibi değildi; içindeki gazeteci sezgisi onu daha fazlasına itiyordu. Melike'nin bakışları sert ve sabırsızdı. "Fazla zamanım yok, söylemiştim. Konuşmak istiyorsanız binin." Ardından kapıyı çarpıp direksiyona geçti. Gözle görülür bir telaş içindeydi. Arabayı büyük bir gürültüyle çalıştırdı. Kaan'a son kez ters bir bakış attı. Kaan kısa bir tereddütten sonra kararını verdi, kapıyı hızla açıp bindi. Melike, hiçbir şey söylemeden gaza yüklendi ve hızla otoparktan çıktı. Kaan, koltuğuna gömülmüş, göz ucuyla Melike'ye bakıyordu. Genç kadının gözleri yola kenetlenmişti ama kaşlarını çatması zihninin bambaşka bir yerde olduğunu gösteriyordu. Konuşmak için ağzını açmak istedi ama Melike'nin çenesindeki gerginlik onu susturttu. Melike, içten içe hem korkuyor hem de güç topluyordu. Direksiyona öylesine sıkı tutunmuştu ki, parmak eklemleri beyazlamıştı. İçindeki fırtına susmuyordu: 'Küçük sırrımla ilgiliyse... Hayır, kimse bir şey bilmiyor... Sadece konuşacak. Dinlerim, sonra yalanlarım... Gerçekten Erman hakkında mı konuşmak istiyor? Peki ama şirket?' Kaan daha fazla dayanamadı, "Melike Hanım... nereye gidiyoruz?" diye sordu. Melike, sert bir bakış attı ama içinde bir kırılma vardı. "Varınca öğrenirsiniz," dedi kısaca. Bu cevap Kaan'ı tedirgin etmişti. Yutkundu. Sessizce camdan dışarı baktı. İpler genç kızın ellerindeydi. Araba şehir dışında, otobanda hızla ilerlerken Kaan'ın içini bir huzursuzluk kapladı. İstanbul'un karmaşasından uzaklaştıkça, göğsündeki daralma artıyordu. Camdan dışarı baktı; hızla geride kalan tabelalar, tanıdık olmayan manzaralar... "Bu sadece bir röportaj değil," diye düşündü. "Bir şey var... başka bir şey." Yaklaşık bir saat sonra Şile'ye vardılar. Bulundukları yerde tek başına bir ev ve çok yakınında ormanlık bir alan vardı. Ortalık da sinek uçsa kanat çırpışı duyulacak kadar dünya dışı bir sessizlik hâkimdi. Melike arabayı evin önünde durdurdu. Kaan'a bakmadan konuştu: "Geldik." Kaan, camdan dışarıya baktı. Bulundukları bölge, terk edilmiş gibi duruyordu. "Burası neresi?" diye sordu. "Burası benim kır evim," dedi Melike, arabadan inerken. Kaan hâlâ tam olarak neden burada olduklarını anlamamıştı. Melike yürüyüp anahtarla evin kapısını açarken, yavaşça arabadan indi. Tam o sırada, evin aşağısından acıklı, kesik kesik ağlayan bir köpek sesi duyuldu... Sanki küçük, kaybolmuş bir yavru ağlıyordu. Kaan, sesi dinleyerek, araba yolunu takip ederek yürümeye başladı. Yol, bir virajla sağa doğru büküldü. Kaan sese doğru ilerlerken, ağlama sesi giderek daha yakından gelmeye başlamıştı. Biraz sonra, selvi ağaçlarının dibinde aniden beliriveren bir mezarlıkla karşılaştı. İçi ürperdi. Beklemediği bir şeydi. Gidip gitmemek konusunda mezarlığa doğru tereddütle baktı. Küçücük bir köpek yavrusunun mezarlığın paslı demir kapısından içeri süzülüp gözden kaybolduğunu gördü. Ses de onunla birlikte uzaklaşmıştı. Çekinerek biraz ilerledi. Demir kapıya kadar geldi. İçeri baktı. Görünürlerde köpek yoktu. Tam geri dönerken hemen girişteki mezar taşlarındaki yazıları şaşkınlık içinde okudu: "Sevgili karım ve annemiz Elif Yaman 1970 – 2000"' "Sevgili oğlum, sevgili kardeşim Emre Yaman 1995 – 2000" Kaan, mezar taşlarını sessizce inceledi. Gözleri, "2000" yılına odaklanmıştı. Kaan'ın kalbi hızla çarpmaya başlamıştı. "'Yaman?' Melike'nin soyadı 'Yaman' değil miydi? Elif ve Emre... Melike'nin annesi ve kardeşi olabilir miydi? Eğer bu doğruysa aynı yıl içinde hem annesini hem de kardeşini kaybetmiş Melike. Bu nasıl bir acı?" diye geçirdi içinden. Düşünceli bir halde geri dönüyordu. Gördüklerinin etkisiyle adımları yavaşlamıştı. Eve yaklaştığı zaman, Melike'nin bahçedeki bir bankta oturup onu beklediğini fark etti. Beklettiği için özür dilemek ister gibi seslendi: "Melike Hanım... Geldim ben." Melike başını çevirdi. Kaan'ın geldiğini görünce hafifçe tebessüm etti. Kaan bahçeye girdi. Gördüklerinin şoku halen üzerindeydi. Melike'nin karşısında durdu ve yüzündeki üzgün ifadeyle konuştu. "Melike... Bu mezarlar..." Melike'nin gözleri acıyla doldu, bakışlarını kaçırdı ve usulca başını öne eğdi. "Evet... Bu mezarlar benim annemin ve kardeşimin mezarları... Onları bu köyde korkunç bir trafik kazasında kaybettim... Her sene kazanın olduğu gün, bu evin kapısını sessizce açar, annemden kalan eski bir fuların kokusunu içime çekerim. Kardeşimin oyuncaklarını severim. Burası benim için çok önemli..." Kaan ne diyeceğini bilemedi. Sadece usulca yanına oturdu. Rüzgar saçlarını hafifçe savurdu. Melike konuşmaya devam etti: "Bu kır evi, annemin çocukluk anılarını taşıyor. Dedeme aitmiş. Evlendikten sonra da yalnız kalmak istediği zamanlar buraya gelirmiş. Bazen beni de getirirdi. Buraya gülüşünü, kokusunu anılarını bıraktı. O yüzden buraya geliyorum, annemle zaman geçirmiş gibi hissediyorum kendimi. Burada kafamı toparlıyorum, daha net düşünüyorum. O yüzden konuşmak için sizi de buraya getirdim." Melike, bakışlarını mezarlık tarafına çevirip içini çekti. Orada yatan herkes için derin bir üzüntü hissetti. Kimi erken veda etmişti bu dünyaya kimi ise ani bir veda. Kaan'ın boğazı düğümlenmişti. Melike'nin böyle bir acı yaşadığını bilmiyordu. Kıza yaklaştı ve elini omzuna hafifçe dokundurdu. "Melike... Çok üzgünüm... Bunu bilmiyordum... Sizin için yapabileceğim bir şey varsa, lütfen söyleyin!" Melike, Kaan'ın eline baktı. Onun sıcaklığını omzunda hissetti. İçinden onunla konuşmak ve ona her şeyi anlatmak geçtiyse de bu düşünceleri susturdu ve Kaan'a gülümsedi. "Benimle konuşmak istediğinizi söylemiştiniz... Ama önce gelin, içeri girelim... Dışarısı çok soğuk..." Ardından Melike, döndü ve eve doğru yürüdü. Ev küçük ama şirindi. İçeri adım attıklarında, şöminenin sıcaklığını vaat eden bir koku, eski ahşabın ve uzun zamandır havalandırılmamış eşyaların kokusu sarmıştı onları. Oturma alanını çevreleyen kapılardan biri yatak odasına, diğeri ise banyo ve tuvalete açılıyordu. Pencereye bakan bir kanepe ve ortada küçük bir masa duruyordu. Ama tüm gözler, odanın kalbindeki taş şömineye çevrilmişti. Melike, şömineye baktı ve omuzlarını ovuşturdu. Kaan genç kızın üşüdüğünü anlamıştı. Hemen şöminenin önüne çömeldi ve içinde hazır duran odunları kenarda duran kibriti çakarak tutuşturdu. Söndürdüğü kibrit çöpünün geniz yakan dumanı ikisinin arasında kıvrıla kıvrıla yükseldi ve yavaşça dağıldı. "Oturun lütfen. Bir şey içmek ister misiniz?" Kaan, oturdu. "Teşekkürler. Eğer mümkünse bir kahve alabilir miyim?" dedi gözleriyle kır evinin içini tararken. Melike, oturan gazeteciye halen elinde tuttuğu kolyeyle baktı. "Tabii. Hemen hazırlıyorum..." Mini mutfak tezgahına yönelmeden önce elindeki kolyeyi değersiz bir şey gibi masanın üzerine gelişigüzel bir şekilde bıraktı. Kaan'ın gözleri kızın her hareketini bir kamera gibi izliyordu. Melike, kahveleri hazırlayıp birini Kaan'a verdikten sonra karşısına oturdu ve ona merakla bakıp, "Şimdi konuşabiliriz. Şirket ve Erman'la ilgili önemli ne öğrendiniz?" diye sordu. Sesinde gizlemek istediği bir gerginlik seziliyordu. Kaan, kahvesinden bir yudum alıp kendinden emin cevap verdi: "Türkiye'deki en büyük holdinglerden birinde büyük bir yolsuzluk yapıldığına dair bir bilgi gazetemize sızdırıldı. İddiaya göre şirketle iş yapan firmalara düşük tutarlı fatura kesilmesi karşılığında şirkete ait olmayan hesaplara para transferi isteniyormuş. Bu durumda; vergiden para kaçırma ve haksız kazanç elde etme söz konusu. Bu şirketinizi hukuken suçlu duruma düşürür. Ayrıca rüşvet alındığı da iddialar arasında... Gazete bu iddiaları araştırma görevini bana verdi ve araştırmalarım sonucunda bu yolsuzluğu yapan kişinin kimliğine ulaştım." "Kimmiş yolsuzluk yapan? Herhalde buraya kadar üstü kapalı konuşmak için gelmediniz," diye sordu Melike ciddi bir ses tonuyla. Kaan hiç tereddüt etmeden, " Erkek arkadaşınız Erman," dedi. Söylediklerinden emin görünüyordu. Melike, donup kaldı. Boş gözlerle gazeteciye baktı. 'Kaan'ın söyledikleri doğru muydu? Ama bunu nasıl biliyordu?' diye zihninden geçti. "Peki bunu nasıl öğrendiniz? Emin misiniz?" Sesi titreyerek sordu Melike. "Eminim," dedi Kaan, dosyanın üzerindeki elini çekmeden. "Bu yolsuzluk skandalını ortaya çıkarmak için aylardır çalışıyorum. Erman'ın peşindeydim. Doğrudan şirketinize gelirsem, Erman'ı harekete geçirecek, belki kaçmasını ya da tüm delilleri yok etmesini sağlayacaktım. Bu yüzden size şirket üzerinden ulaşmam mümkün değildi... Ama bugün mağazada sizi görünce, fırsatın ayağıma geldiğini düşündüm." Kısa bir duraklamadan sonra hafifçe gülümsedi. "Erman'ın sık görüştüğü birkaç kişiye ulaştım. İddiaları sorunca, doğruladılar. Hatta rüşvetin belgesini de gösterdiler." Yanındaki dosyayı açıp Melike'nin önüne bıraktı. Kapağını açtığında içinden sayısız dekont ve hesap dökümleri saçıldı." "Bakın, bu hesap numaralarının hiçbiri şirketinize ait değil. Ama milyonlarca lira, sistematik olarak bu hesaplara aktarılmış." Melike, gözlerini dosyaya dikti. Sayfalarca dekont, isim, hesap hareketi... Her şey netti. Dudakları aralandı ama bir kelime dökülmedi. Gözlerinde beliren boşluk, zihninde dönen binlerce soruyu saklamaya yetmiyordu. "Kim göndermiş bu paraları?" diye sordu kısık sesle, gözlerini Kaan'dan ayırmadan. "İş ortaklarınız. Ama hepsi Erman tarafından buna zorlanmış. Üstelik onlara bunun sizin talimatınız olduğunu söylemiş." Melike'nin yüzü bir anda sapsarı kesildi. Boğazındaki düğüm, sesinin zor çıkmasına neden oldu. "Ben mi istemişim?.. Bunu nasıl söyler... Neden?" Kaan, onu göz hapsine almış gibiydi. "Hiç şüphelendiğiniz bir şey olmadı mı, Melike Hanım?" Melike gözlerini kaçırdı. Elindeki kahve fincanını parmakları arasında döndürdü. Sessizlik birkaç saniye sürdü. Ardından, sesi çatallaşarak konuştu: "Şimdi düşündükçe... Belki de bazı şeylere bilmeden ben sebep oldum." Derin bir nefes aldı. "Kendi şirketimi dolandırmak için deli olmam gerek... Ama anlamadığınız şey şu: Benim bir hastalığım var. Kleptomani. Çalmadan duramıyorum. Bu, utanarak sakladığım bir şeydi... Ama bugün artık gizleyemem. Bu hastalık yüzünden çok acı çektim. Ailemle aram bozuldu; hatta bu zaafım aile içinde bile kullanıldı. Arkadaşlarım benimle görüşmeyi bıraktılar. Sevgililerim bu durumumdan yararlanmaya kalktılar; tıpkı şimdi Erman'ın yaptığı gibi." "Peki bu hastalığınız nasıl başladı?" "Bu hastalığın başlangıcı annem ve kardeşimin ölümü... Onlar benim her şeyimdi... Onları kaybettikten sonra hayatım alt üst oldu... Yapayalnız kaldım... Depresyona girdim... Doktorlara gittim. Psikolojik destek aldım... Ama hiçbiri işe yaramadı... Sonra çalmaya başladım... Her çaldığım eşya, annemle kardeşimin yokluğuna bir yama gibiydi." Kaan genç kızı anlamıştı. Melike'nin çalması onun bir savunma mekanizmasıydı. Yasını atlatmasına yardımcı oluyordu. "Bence bu sorunu çözmelisiniz," dedi düşünceli bir ifadeyle, Kaan. "Denemediğimi sanıyorsunuz?.. Tam mesafe aldığım bir anda, beni üzen bana acı veren bir şey oluyor ve o üzüntüyle, acıyla baş edebilmek için her şey yeniden başlıyor..." "Siz bunu başarabilirsiniz...Büyük bir şirketi yönetiyorsunuz. Güçlü bir kadınsınız. Bu hastalığı yenmek için size yardım edecek bir sürü kişi ve kurum var... Daha önce yaptığınız gibi yeniden destek alabilirsiniz." Kaan'ın söyledikleri doğruydu. Melike bunu biliyordu. Ama sadece bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. "Biliyorum... Ama başarısız her tedavi süreci bende hayal kırıklığı yarattı... Şimdi ise kendimi nasıl kontrol edeceğimi bilmiyorum... Her seferinde pişman oluyorum... Ama sonra yine aynı şeyi yapıyorum..." "Belki her şeye yeniden başlamalısınız..." **** Dönüş yolunda hiç konuşmadılar. Sanki aralarında bir sessizlik anlaşması yapılmış gibiydi. Melike, Kaan'dan öğrendiği gerçeklerden sonra donmuş gibiydi. Erman'ın, çaldığı paraları onun üzerine yıkmak için kurduğu plan... Beklemediği kadar derindi, çirkindi, acımasızdı. "Ben şurada ineyim." Kaan'ın sesi sessizliği bozmuştu. Melike duymamıştı bile. Gözleri yola kilitlenmişti; omuzları gergin, elleri direksiyona öyle sıkı yapışmıştı ki, neredeyse kanı çekilmişti parmaklarından Sımsıkı sıkılmış parmakları arasındaki direksiyon yamulmadan durmak için güç harcıyor olmalıydı. Kaan, genç kızın dalgınlığını fark edince yeniden daha yüksek bir sesle ona seslendi. "Melike Hanım, ben sağda ineyim, oturduğum yer buraya çok yakın." Sonunda kız duydu. Birden frene bastı. Araç sert bir şekilde durunca Kaan öne savrulup yerine geri oturdu. Melike'ye dönüp kısa bir bakış attı. "Teşekkür ederim bana zaman ayırdığınız için. Görüşmek üzere, iyi akşamlar." Dosyalarını toparlayıp indi. Melike tek kelime etmeden gaza basıp fırladı. Oturduğu lüks sitenin güvenliğinden içeri girerken güvenlik görevlileri onu durdurdu. "Melike Hanım, polisler geldi. Apartmanın önünde sizin gelmenizi bekliyorlar efendim." Melike'nin boğazı kurudu. Yüreği hızla çarpmaya başladı. "Niçin bekliyorlarmış?" Yüreği ağzında sordu. Biliyordu aslında. Mağazadan çaldığı kolye için gelmişlerdi. "Bilmiyoruz efendim." Melike hemen geri vitese taktı ve siteye girmeden döndü ve bir yandan telefonuna uzandı. Avukatını aradı. "Yıldırım, hemen sana atacağım konuma gel. Çok acil!" Deniz kenarında belediyenin yerleştirdiği banklardan birine oturmuş, Yıldırım'ın gelmesini bekliyordu. Orta yaşlardaki avukat seri adımlarla kızın silüetinin göründüğü banka doğru ilerlerken yine ne çaldığını düşünüyordu. "Geldim efendim," diye alçak sesle konuştu Yıldırım. Melike'nin ani seslerden korkup tepki verdiğine çok şahit olmuştu çünkü. "Hemen karakola git! Hakkımdaki şikayetle ilgilenip gereğini yap. Karakola gitmeden önce benim kır evine uğra. Aradıkları şey orada masanın üzerinde. Onu alıp onlara ver. Bir de çek yaz. Konu basına sızmayacak. Adım hiçbir yerde geçmeyecek. Anlaşıldı mı?" "Anlaşıldı efendim," dedi Yıldırım, uzatılan anahtarı dikkatle alırken. "İyi akşamlar. Olay çözülünce sizi haberdar ederim." "Tamam. Hemen git şimdi." *** Kıyı boyunca uzanan iş yerlerinin ve evlerin ışıkları, denizin yüzeyinde titreşerek dans ediyordu. Hiçbir şey düşünmeden bomboş bakışlarla denize bakarak sadece seyretti. Kafasının içini boşaltmaya ihtiyacı vardı. Ama boşaltmak da kolay değildi. Tam o anda telefonu titredi. Çantasından çıkarıp ekrana baktı. Babasıydı. "Melike, neredesin? Herkes geldi, seni bekliyor. Sen hâlâ ortalarda yoksun..."

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

KIZIL ŞEYTAN (BERDEL) TAMAMLANDI

read
14.2K
bc

İNFAZ

read
4.8K
bc

Sessiz Çığlık

read
10.0K
bc

Askerin Yaralı Gelini

read
26.4K
bc

Askerin Gelincik Çiçeği

read
33.2K
bc

KARŞI KOMŞUM Bİ ROMEO

read
7.3K
bc

YIKIK MESKEN

read
3.3K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook