Yiğit demir
Yediğim tokadın acısıyla Afra’dan ayrılıp odama çıktım. Eli ne kadar da ağırdı bu kızın yanaklarımda hâlâ yanma vardı. Afra’nın beni bu kadar korkacak kadar merak etmesi ne kadar hoşuma gitmiş olsa da, onun o korku dolu gözlerini görmek hiç hoşuma gitmedi. Kalbimde garip bir sızı bıraktı. Bir daha böyle bir şey asla olmayacak, diye geçirdim içimden.
Günün yorgunluğuyla pijamalarımı bile zor giyip kendimi uykunun kollarına bıraktım.
Sabah erkenden uyandım, işe gitmek üzere hazırlandım. Can bugünde gelmediği için işler üst üste yığılmıştı, epey yoğundum. Seda’ya açılacakmış sonunda. Umarım bu kızı üzmezdi… İçimde bir koruyuculuk hissi vardı, Seda’ya kıyamazdım.
İşlerimi erkenden halledip eve gitme gibi bir amacım vardı. Hem Afra’yı artık görmediğim her an özlüyordum, hem de yan yanayken aramızda hep belli bir mesafe oluyordu. Onun bana karşı duyguları olduğunu tahmin etsem de emin olamıyordum bir türlü. Ya açılırsam ve onu temelli kaybedersem? İşte o ihtimal beni susturuyordu.
Tam şirketten çıkmak için hazırlanıyordum ki telefonuma bir mesaj geldi.
Can
“Pusuya düştük, yardım et.”
Altında da bir konum vardı. Panikledim. Seda da yanında olmalıydı hâlâ… Hemen adamlarımı arayıp yola koyulduk.
Biraz mesafe vardı, en az otuz beş – kırk dakikalık bir yol. Can akıllı adamdı, biz gelene kadar dayanırdı. Yol bitip de konuma ulaştığımızda etrafa baktım: şehre çok az uzak, ormanlık bir alandı. Neyse ki telefon çekiyordu. Tam o an Afra aradı.
“Efendim Afra…” dedim, sesimi olabildiğince normal çıkarmaya çalışarak.
“Yiğit, Seda’ya ulaşamadım da… merak ettim, haberin var mı?” Sesindeki endişe her kelimesine yansıyordu.
Meraklandırmamak için soğukkanlı olmaya çalıştım. “Can’laydı ya Afra, geziyorlardır.”
“Ya Yiğit hayır! Seda’nın telefonu evde! Can bildiğin kaçırdı onu! Ama Seda Can’ın telefonundan ulaşırdı, o da açmıyor. Ne oluyor? Doğruyu söyle!”
Can’ın Seda’yı kaçırmış olmasına şaşırdım desem yalan olurdu. Ama Afra’yı sakinleştirmem lazımdı.
“Tamam Afra, ben yanlarına gidiyorum. Dönünce aratırım seni.”
“Niye gidiyorsun ki yanlarına? Bir şey mi oldu? Doğru söyle!”
Haydaa, bu kız da ne inatçı arkadaş!
“Hayır, beraber döneriz eve diye aratacağım seni. Şimdi kapatmam lazım.” dedim, telefonu hızlıca kapatıp arabadan indim.
Adamlarla birlikte ormana daldık, etrafı aramaya başladık. Çok geçmeden karşımdalar: Seda’nın kolu yaralı, üstü başı ıslaktı. Koşarak bana sarıldı, ben de ona sarıldım.
“İyi misiniz?” dedim telaşla.
“Ben iyiyim de… Can yaralı!” dedi Seda, nefesi kesilmiş gibiydi.
Başımı kaldırıp Can’a baktım. Kötü görünüyordu. Üzerindeki kıyafetlerden anladığım kadarıyla kan kaybetmişti. İçim endişeyle sıkıştı ama Seda’yı daha fazla korkutmamak için belli etmedim.
Onları hemen hastaneye götürdüm. Her şeyi halledip Seda’nın Afra’yla konuşmasını sağladıktan sonra eve döndük. Tabii ki Afra uyumamıştı, büyük bir endişeyle bizi bekliyordu.
Koşar adımlarla Seda’ya ve Can’a sarıldı. Onların iyi olduğuna ortalama kırk dakika sonra ikna olduysa artık yatabiliriz diye düşündüm.
Gece yine Afra’nın sesleriyle uyandım. Seda artık alışmış olacak ki gelmiyordu bile. Koltuğuma kurulup Afra’nın elini tuttum. Kabuslarla boğuşurken onu sakinleştirmek bana huzur veriyordu. Bu nereye kadar gider, bilemiyorum. Ya birden uyanırsa? Ya beni görüp bir tokat daha yapıştırırsa, şaşmam. Gece gece “odama niye girdin?” dese, ne diyebilirim ki? Ama bu riske değerdi. Çünkü şu an sakinleşmiş hali benim için her şeye değerdi.
Sabah gözlerimi açınca hızlı bir duş alıp aşağı indim. Bu defa herkes benden önce uyanmıştı.
“Günaydın.” dedim salona girerken.
“Günaydın.” dediler bir ağızdan.
Cana döndüm. “Nasıl oldun Can?”
“Ya iyiyim arkadaş, bomba gibiyim!” dedi, sonra muzipçe göz kırptı. “Ama istersen bana bir iyilik yapıp birkaç gün işe gelme diyebilirsin. Çünkü sevgilimle kalmak istiyoruz.” Seda’yı kolunun arasına alıp sıkıca sarıldı.
Tebessüm ederek baktım. Belli ki gayet iyiydi.
Gözüm Afra’ya takıldı. Arkadaşı için mutlu olduğu belliydi ama… o da benim gibi, açık açık endişeliydi Can konusunda. Bakışlarından belli oluyordu.
Afra bana döndü.
“Yiğit, biraz konuşabilir miyiz?”
“Tabii, gel.” dedim.
Bahçeye çıkıp Afra’nın en sevdiği koltuğa kurulduk. Sanırım bu evde en çok burayı seviyor. Kendi odasından bile çok vakit geçiriyor burada.
“Bir sorun mu var, Afra?” diye sordum, merakla yüzüne bakarak.
Başını bana çevirdi, gözlerindeki gölgeyi görmemek mümkün değildi.
“Yiğit, bak… uzun zamandır buradayız. Ben artık çıkmak istiyorum. Çalışmam lazım. Hayatımın sonuna kadar burada kalamam.”
Kaşlarım istemsizce çatıldı. Sanki kalbime ince bir bıçak saplanmış gibi oldum. İçimden ‘Ama seni korumak zorundayım’ diye geçirdim.
“Ama bunu konuşmuştuk Afra. Toprak bulunana kad—”
Sözümü aniden kesti. Sesindeki titrek öfke beni hazırlıksız yakaladı.
“Yiğit! Bunun ne zaman olacağı belli değil. Üzgünüm ama… senin koruman altında hiçbir şey yapmadan daha fazla kalamam.”
Onu aslında anlıyordum ama buna izin veremezdim. Yumruklarım istemsizce sıkıldı, sesim yükseldi.
“Afra, bu konuyu kapat! Çalışamazsın.”
Gözleri bir anlığına parladı, sonra öfke doldu. Dudaklarını sıktı, nefesi hızlandı.
“Yiğit, ben senden izin almıyorum. Haber veriyorum!”
Birden ayağa kalktı, koltuğun arkasına eliyle dayanmasa düşecek gibiydi. Ben de sinirle doğruldum. O sırada içeriden gelen gürültüyü duyan Can ve Seda yanımıza geldiler.
“Afra, yeter artık!” dedim, sesim titriyordu. “Dışarı çıktığın an kıskıvrak yakalanırsın, anlamıyor musun?!”
Afra ellerini saçlarına götürüp parmaklarını aralarına geçirdi. Göğsü hızla inip kalkıyor, boğazı düğümleniyordu.
“Sen anlamıyorsun Yiğit!” dedi, sesi çatallandı. “Ben zaten uzun bir süre hapisteydim… Şimdi de evde aynı şeyi hissediyorum. Aynı değil, biliyorum ama… duramıyorum! Nefesim kesiliyor!”
O an yüzüne baktım, gözleri yaşlarla dolmuştu. Kalbim sıkıştı. Onu üzmek istediğim en son şeydi. Yanına doğru bir adım attım, elim havada kaldı. Dokunmak istedim ama geri çektim.
“Tamam Afra… sakin ol. Ben düşüneceğim bir şeyler.” dedim fısıltıyla.
Gözlerimin içine kısa bir an baktı, sonra başını çevirdi. Yüzünü göremeden odasına yürüdü. Pesinden gidecektim ama sert bir şekilde, “Yalnız kalmak istiyorum.” dedi.
Ardından Seda tereddütsüz peşinden çıktı.
Ben olduğum yerde kalakaldım. Elleri boşalmış bir adam gibi hissediyordum.
O sırada Can yanıma gelip omzuma dokundu, yanında oturdu.
“Yiğit, ne yapıyorsun sen? Niye bağırdın kıza? Sesin içeriye geliyordu.”
Elimi yüzüme kapattım, derin bir nefes aldım. Farkında bile değildim.
“Can, ben sadece onu korumaya çalışıyorum. Gidicem diyor… ne yapmamı bekliyorsun? Gerekirse kendisinden bile korumam lazım onu!”
Can kaşlarını kaldırdı, düşünceli bir sessizlik oldu. Sonra başını iki yana sallayarak konuştu:
“Ama böyle olmaz ki Yiğit. Afra’yı tanımıyor musun sen? Böyle yaparsan kaçıverir elinden. Zorla tutamazsın.”
Sözleri beynimde yankılandı. Doğru… haklıydı. Yine de içimdeki huzursuzluk dinmiyordu. Ellerimi saçlarımın arasına geçirip sertçe çektim. Uzun bir süre düşündüm.
Can sabırsızca sordu:
“Ne düşünüyorsun?”
Gözlerim yerdeydi. Yavaşça başımı kaldırıp ona baktım.
“Can, ben Afra için her şeyi yaparım. Onun güvenli bir şekilde çalışmasını sağlayacağım. Toprak zaten kim olduğumuzu öğrenmiştir, uzun bir süre bir şey yapamaz. Dün size saldıranları da yakında bulurum. Afra’yı korumak içinse…” duraksadım, içimden geçen ismi söylemekte zorlandım. “…Ali’yi çağıracağım. Ondan başkasına güvenemem Afra’yı.”
Can bir an şoka girmiş gibi bana baktı. Gözleri kocaman açılmıştı.
“Yiğit… emin misin? Onu çağırırsan baban bir sıkıntı olduğunu anlar. Araştırır. Hatta buraya gelebilir!”
Başımı ağır ağır salladım. Kararlıydım.
“Evet. Ama Afra’yı korumam gerek. Dünkü saldırı, Toprak… her şey üst üste geliyor. Aynı anda hepsiyle uğraşamam.”
Can bozulmuştu, yüzü gerildi. Dudaklarını birbirine bastırdı ama bir şey demedi.
O Ali’yi hiç sevmezdi. Yıllar önce tanışmışlardı. Biz Can’la ortak olmadan önce Ali, babamın yanında benim sağ kolumdu. Elinden her iş gelirdi; her türlü operasyonu yönetir, herkesi bulurdu. Hatta bir hacker ekibi bile vardı. Ama ben babamın işlerinin içinde olmak istemeyip kendi şirketimi kurarak ayrıldığımda, onunla da bağımı koparmıştım. Tıpkı ailemle iletişimimi kestiğim gibi… Yalnız kardeşimden kopamamıştım. Onunla telefonda görüşür, ama işlerden hiç bahsetmezdik.
Şimdi ise bir telefonla yine yanıma gelirdi, bundan emindim.
Can somurtarak homurdandı, suratını buruşturdu. Ama kararlılığımı görünce daha fazla ısrar etmedi. Ben telefonumu çıkarıp Ali’nin numarasını çevirdim.
“Alo Ali.”
Karşıdan tanıdık, şaşkın bir ses geldi.
“Yiğit? Hayırdır, sen aramazdın… Bir sorun mu var?”
Derin bir nefes alıp sert bir tonda konuştum.
“Evet, sana ihtiyacım var. Yeniden benimle çalışmanı istiyorum.”
Bir süre sessizlik oldu. Ali’nin şoka girdiğini anlamak zor değildi. Ben ona biraz süre tanıyarak bekledim.
Sonunda sesi titrek çıktı.
“Yiğit, iyi misin sen? Hani bizle çalışmazdın, uzak duruyordun? Ne oluyor?”
“Ali, korumam gereken biri var. Yardımına ihtiyacım var. Gelecek misin, gelmeyecek misin?”
Kısa bir sessizlik daha… Derin bir nefes alışını duydum. Sonra kararlı bir tonla cevap verdi:
“Bir–iki haftaya işlerimi halledip geliyorum.”
Gözlerimi kapatıp başımı geriye yasladım. İçimden bir ağırlık kalkar gibi oldu.
“Tamam. Sağ ol.”
Telefonu kapattım. Can hâlâ yanımda, yüzüme bakıyordu. Onun bakışlarında hoşnutsuzluk, endişe ve biraz da kırgınlık vardı. Ama kararımı vermiştim. Afra’yı korumak için gerekirse geçmişin kapılarını yeniden aralayacaktım.