12 reddedilme korkusu

961 Words
Erkenden kalktım, başım çatlıyordu sabah sabah ellerimi yüzüme kapattım. Yine can’a saldıran adamları bulamadık ama yakında bulacağım. İçimde huzursuz bir öfke vardı, her sabah daha da büyüyordu. İşe gitmek için hazırlandım. Aşağı indiğimde Afra daha sakin görünüyordu; sabah kahvaltısı yaptık. Ama kahvaltı sırasında yüzüme pek bakmıyordu. Seda ile Can ise birbirlerinden başka bir şey görmüyor gibiydiler. Ara ara atışsalar da sonra toparlanıyorlardı. Arabama doğru yürüdüğümde gözüm Fuat’a takıldı. Bu adamda bir şeyler vardı. Diyer Korumalar gibi değildi; her şeyi fazla merak ediyor, kurcalıyordu. Sanki onu gözümün önünde tutsam iyi olacaktı. "Günaydın Fuat," dedim. Fuat başını hafifçe eğdi, sesi saygılı ama içinde gizlenmiş bir tedirginlik vardı. "Günaydın Yiğit Bey." "Bugün sen de bizimle geliyorsun şirkete." "Peki Yiğit Bey." Birkaç toplantıya girdik Can’la. Akşam olmak üzereydi. Can hâlâ toplantı salonunda bir şeyler konuşuyordu. Ona, "Aşağıda buluşup çıkarız," dedim. Odamdan eşyalarımı alıp çıkacaktım ki… Odaya girmemle birlikte gözlerim dondu kaldı: Fuat, odada gizlice çekmecelerimi karıştırıyordu. İçimde yükselen şüphemde haklı çıkmıştım. Can olayında da bunun parmağı vardı. O gün Can yanına birkaç koruma almıştı; onların içinde bu adam da vardı. Ama nedense kimse Can’la Seda uzaklaşırken peşlerinden gitmemişti. Koşar adım yanına gittim, öfkem gözlerimden fışkırıyordu. "Ne yapıyorsun sen burada!" dedim sert bir sesle. Fuat’ın yüzü kireç gibi oldu, dudakları titredi. "Yi.. Yiğit Bey ben…" Artık daha fazla kanıta gerek yoktu. Zaten hareketlerinden belliydi her şey. Yumruğum hızla yüzüne indi. Geri sendeledi, ama hemen karşılık verdi. Koridorun yankısı yumruk sesleriyle dolmuştu. Korumalar sesleri duyunca odaya daldılar. "Bunu hemen depoya götürün!" dedim, nefesim öfkeyle titrerken. Aşağı indiğimde Can arabasının önünde, iki elini çapraz bağlamış, yüzünde koca bir trip ifadesiyle beni bekliyordu. "Neredesin oğlum sen, ağaç oldum burada!" diye homurdandı. "Fuat, tam tahmin ettiğim gibi hainmiş. Odamı karıştırırken yakaladım. Depoya götürdüler çocuklar. Biz de gidelim hemen." Can başını iki yana salladı, yüzünde hem merak hem de kızgınlık vardı. "Yani yukarıda aksiyon yaşıyorsun, bu Can’ın da canı çeker demiyorsun haber vermiyorsun öyle mi?" Ellerimi yukarı kaldırarak sabır diledim, dişlerimi sıkarak: "Oğlum, dur bir… Can’ı çağırayım mı deseydim? Zaten depoya götürdüler, gel sorgula işte!" Homurdanmaya devam ederek arabaya bindi. "Manyak bu ya…" Depoya gittiğimizde adamı biraz hırpalamışlardı. Can dayanamayarak hemen içeri daldı. "Hayda! Lan kimse beni beklemiyor mu? Bana niye bırakmıyorsunuz arkadaş?" diye bağırıyordu. "Hadi Can, söylenmeyi bırak da konuşturalım şunu, eve gitmek istiyorum," dedim sabırsızca. Can gülerek omzuma vurdu, alaycı bir bakışla, "Hayırdır, ne o, Afra’yı mı özledin oğlum? Seda benim sevgilim, ben senin gibi ‘hadi gidelim’ diye tutturmuyorum, aptal âşık!" Öfkeyle bir tane ensesine vurdum. "Kes lan, hadi işimize bakalım!" "Tamam Yiğit ya, ne dedik sanki?" dedi ensesini kaşıyarak, yürüdü. Fuat’ın karşısına dikildim. "Konuş! Kimin için çalışıyorsun?" Can da yanıma sokuldu. "Dinlemiyor bu, konuşmuyor," dedi. Hızla yanına gidip birkaç yumruk daha savurdum. Yüzünde vurulacak yer kalmamıştı. Silahımı çıkarıp şakağına dayadım. "Konuş ulan! Kim gönderdi seni?!" Dudakları kıpırdadı ama vazgeçti. Çıldırarak Can’a döndüm: "Araştırın bunu! Ailesini, sevdiklerini kim varsa buraya getirin! Her konuşmadığı saat birini öldürün!" Adam irkildi, gözleri büyüdü. "Tamam, tamam!" diye bağırdı yerinden kalkarak. Tabii ki öyle bir şey yapmayacaktım. Bu sadece bir blöftü. Can da hemen anlamıştı zaten. Daha kapıdan çıkmadan adam konuştu: "Selçuk erden!" Kelimeleri titreyerek döküldü dudaklarından. "Ne istiyormuş benden, söyle!" "Senin yeni alacağın araziyi istiyor. Adamlar seninle anlaşmış zaten. Seni ve ortağını ortadan kaldırmak istiyordu araziyi almak için…" Öfkeyle bıraktım adamı olduğu yere. Anlamıştım. Zaten o araziyi iki güne tapuyla almış olurdum. Ama Selçuk’a yeterince büyük bir ceza vermeliydim. "Salih!" diye seslendim. "Git, araştır! Selçuk’un istediği kaç tane arazi varsa bulun. Neyin peşindeyse bana getirin. Adıma değerli olan varsa alacağım. İt gibi kudursun!" "Tamam abi," dedi Salih, gözleri parlayarak. Artık eve gitme vakti gelmişti. Anahtarla kapıyı açıp içeri girdik. Seda kanepede oturmuş televizyon izliyordu. Afra ise her zamanki gibi balkondaki koltukta, sessiz, düşünceli… Sedayla selamlaştıktan sonra Afra’nın yanına gittim. Yanına otururken kalbim istemsizce hızlandı. "Hoş geldin," dedi yumuşak bir sesle. Gözlerinin içi gülüyordu. "Hoş buldum," dedim. "Nasıl geçti günün?" "İyi, senin?" "İyi…" Bir an sustu. Sonra derin bir nefes alarak, gözlerini yere indirdi. "Yiğit… şey… Ben dün seni kırmak istemedim. Yani… ‘hapis gibiyim’ derken seni toprakla kıyaslamak istemedim…" Sesi titriyordu. Yere bakıyordu. Yüzünü ellerimin arasına aldım, bana bakmaya mecbur kaldı. "Biliyorum Afra. Ben de özür dilerim. İnan, seni düşünüyorum. Daha önce de söyledim; güvende olduğunu bilmeye ihtiyacım var." O an bakışları değişti, gözlerimin içine saplandı. "Neden?" dedi. "Efendim?" "Neden Yiğit? Neden bu kadar önemsiyorsun?" Kalbim gürültüyle çarpıyordu. "Söylemeliyim," dedim içimden. "Tam sırası. Alt tarafı ‘Seni seviyorum’ diyeceğim. Evet, yapabilirim." "Afra, aslında ben…" Ama sözümü kesti. "Yiğit… Eğer başka şekilde bakıyorsan bana… yani ben bir ilişkiye hazır değilim. Toprak’tan sonra da olabileceğimi sanmıyorum. Yani… seni seviyorum ama o şekilde değil…" Sözleri kalbimi paramparça etti. İyi ki "Seni seviyorum" dememiştim. Sessizliğimde yaralarımı sakladım. "Afra, ben sana değer veriyorum. Merak etme, başka bir niyetim yok," dedim. Oysa vardı. Sevgilim ol demeliydim. İçimden haykırmak geliyordu: Seni seviyorum! Ama onu kaybedemezdim. "İyi, sevindim Yiğit," dedi hafifçe gülümseyerek. Sonra ayağa kalktı. "Neyse… ben odama gideyim, çok yorgunum, uyuyacağım." "İş meselesi ne oldu Yiğit?" "Bir iki haftaya bir korumam gelecek. Ondan sonra ayarlayacağım. Biraz daha sabret." "Peki… Yemek yemeyecek misin?" "Hayır, uyuyacağım." Kendimi zorla odama attım. Az daha söylüyordum ve reddedilecektim. Belki de Afra kalmak istemeyip gidecekti. "İlişkiye hazır değilim," dedi. Onu anlamama rağmen öfke vardı içimde. Ne yapacaktım ben? Uyku tutmadı. Sağa sola dönüp durdum. Ta ki Afra’nın yine kabus sesleri gelene kadar. Usulca odasına gittim. Yine nefes nefeseydi. Yüzünü okşadım, eğilip saçlarını kokladım. O mis kokusunu ciğerlerime çektim. Koltuğuma oturup elini tuttum. Bir elim elini kavrarken diğer elim saçlarını okşuyordu. Yüzünü ekşiterek tırnağını geçirdi etime. Diğer yaraların tam yanına ince bi kan aktı. Onun bu hâli beni kahrediyordu, dayanamıyordum. Birkaç kez Seda’ya terapi için konuş demiştim ama Afra kabullenmemiş, "Anlatmaya hazır değilim," demişti. Tam sakinlemişti ki huzursuzca sayıklamaya başladı. Kafasını sağa sola çevirdi. Birkaç saniye içinde gözlerini açtı… Ve işte, şimdi yandım. Ne diyeceğim ben?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD