1. Bölüm yağmurla gelen

1180 Words
(Yiğit demir) O gün aslında her zamanki gibiydi. Evrak işleri, toplantılar, bitmek bilmeyen telefonlar… Hiçbiri o günü diğerlerinden ayıracak gibi değildi. Onunla tanışacağımı bilmiyordum. Hayatımın yön değiştireceği bir gün olacağını da. Hava kapalıydı. Ofisin camından dışarı baktığımda, griye çalan gökyüzü üstüme üstüme geliyordu sanki. Sokaktan geçen insanların aceleci adımlarına, şemsiyelerin rüzgârla savaşına takılıyordum ara sıra. Akşam üzeri, Can’la ofisten çıkmadan önce, “Kahve içmeden eve gitmem!” diye tutturdu. Onun ısrarıyla şehrin ara sokaklarında, küçük ama sıcak bir kafeye girdik. Sokağın köşesindeki taş binanın zemin katındaydı kafe. Ahşap çerçeveli pencereler buğulanmıştı; içeriden gelen tarçın kokusu daha kapı açılmadan yüzümüze çarpıyordu. Yağmur yağıyordu. Belki de bu yüzden içerisi tıklım tıklımdı. Yalnızca arka köşede bir masa boştu; geçip oturduk. Masamız duvara yaslıydı. Duvarda solmuş bir siyah-beyaz İstanbul posteri vardı; Galata Kulesi puslu bir fonda göze çarpıyordu. Ortamda loş bir ışık vardı, fonda caz müziği çalıyordu ama konuşmaların uğultusuna karışmıştı. İkimiz de kahvelerimizi söyledik. Can her zamanki gibi espriler yapıyor, bir yandan da arka masadaki kadına göz süzüyordu. “Arkadaki kahverengi kabanlı... bir şeyler içiyor ama aslında beni yutacak gibi bakıyor,” diye fısıldadı gülerek. “Belki içtiği şey senin kadar bayat değildir,” dedim dalgınca. Can, benim en yakın arkadaşım, ortağım ve ev arkadaşımdı. Farklı evlerde kalabilirdik ama nedense yıllardır bu düzeni bozmadık. Hayatı fazla ciddiye almayan biriydi Can. Babası tarafından fazlasıyla şımartılmış, ağzından çıkan her şeyi anında elde etmiş bir çocuktu. Kendine özgü, dağınık ama karizmatik bir havası vardı. Sakalı her zaman birkaç günlük, gömleğinin üst düğmeleri hep açıktı. Yakışıklıydı ve bunu avantaja çevirmekte hiç zorlanmazdı. Kadınlar konusunda neredeyse rakipsizdi. Onun bir kadına bağlanması… imkânsız gibiydi. Kahvelerimizi yudumlarken, kapı hızla açıldı. Aslında herkes kendi işine bakıyordu ama… Ben bir şekilde o tarafa döndüm. Ve gözlerim ona takıldı. Sanki sahne yavaşladı. Kapıdan içeri giren kadın, bir fırtına gibi girmişti. Hırçın bir ifadeyle… Orta boyluydu. Uzun, kahverengi saçları yağmurdan yüzüne yapışmıştı. Gözleri telaşlıydı… nefes nefeseydi. Üzerinde sadece kalın bir kazak ve bol bir kot pantolon vardı. Montu yoktu. Sanki bir yerden kaçmış gibiydi. Etrafa hızla bir göz gezdirdi, sonra doğrudan bizim masaya yöneldi. Ayağındaki spor ayakkabılar ıslak zeminde hafifçe kaydı ama dengesini bozmadı. Bizim masadaki boş sandalyeye, izin bile almadan oturdu. Yanakları kızarmıştı — soğuktan mı, utançtan mı bilemedim. Gözleri önce masaya takıldı, sonra kafasını kaldırıp şaşkınlıkla ona bakan Can’a ve ardından bana baktı. Ve o an… göz göze geldik. Yeşil gözleri kızarmıştı. Ağlamıştı belli ki. Ama gözlerinin içinde hâlâ bir derinlik vardı. Yorgunlukla birlikte bir çeşit... isyan. “Ben… sadece beş dakika oturabilir miyim? Lütfen,” dedi. Ben daha bir şey demeden Can atladı: “Tabii, tabii oturun!” dedi neşeyle. Her zamanki gibi kadınla hemen sohbete girişmişti ama kadın kısa ve net cevaplar veriyordu. Neredeyse hiç konuşmuyordu. Arada kazağını bileklerine, ellerinin üzerine iyice çekiştiriyordu. Su uzattım ona. “İçer misin?” dedim. Bir an tereddüt etse de başıyla teşekkür edip aldı. İçerken bileklerindeki morlukları gördüm. Bileklerine baktığımı anlayınca hemen kapattı tekrar. Bir şey vardı bu kadında… gözlerindeki yorgunluk, aynı zamanda… korku muydu? “İsminizi öğrenebilir miyim?” dedi Can, sesine flörtöz bir hava katarak. Kadın başını çevirdi, gözlerini başka bir noktaya dikti. Yanıt vermedi. Ara sıra etrafa korkuyla göz gezdiriyor, sonra elini yüzüne hafifçe kapatarak kendini gizliyordu. Birkaç kez dudaklarını ısırdı, ellerini dizlerine bastırarak titremesini bastırmaya çalıştı. "İyi misiniz?" diye sordum usulca. Ve yine göz göze geldik. Bu, ikinci kezdi. O an içimden bir şey koptu. Sanki kırılmış bir yaprağın sessiz düşüşüne tanık oluyordum. Ya korkudan ya soğuktan titriyordu ama çözememiştim. "İyiyim," dedi. Sesi hafif sertti — kendini korumak isteyen biri gibiydi. Montumu çıkarıp üzerine vermek istedim. Daha çıkarmaya fırsat bulamadan anladı niyetimi. "Hayır, gerek yok," dedi. Sesi yine aynı şekilde sertti ama içinde bir teşekkür gizliydi sanki. Tam o anda, kapı yeniden açıldı. Bu defa daha sert bir şekilde. İçeri iri yapılı, yağmurdan sırılsıklam olmuş bir adam girdi. Yüzü düzgün, ama gözleri karanlıktı. Etrafa şöyle bir göz gezdirdikten sonra bağırdı: “Afra! Buradasın, biliyorum!” Önümde oturan kadın irkildi. Tüm bedeniyle… Adının Afra olduğunu o anda öğrendim. Ne kadar güzel bir isimdi… Adam yaklaştıkça Afra ayağa kalktı. Korkuyordu, ama belli etmemeye çalışıyordu. “Demek buraya saklandın ha? Benden kaçabileceğini mi sandın?” Tüm kafe susmuştu. Herkes onlara bakıyordu. Can’la ben çoktan ayağa kalkmıştık ama ne yapacağımı bilemiyordum. Afra titriyordu ama dik duruyordu. Korkudan değil; yorgunluktan… Geldiğinden beri böyleydi aslında. Afra daha ağzını açıp bir şey demeden… Adam onun yüzüne bir tokat indirdi. Sertti. O kadar sertti ki, içimdeki her şey kabardı. Refleksle ileri atıldım. Gözümün önünde başka şeyler canlandı sanki... geçmişten bir anı belki. Herkesin bir yarası vardır. Belki benim yaramın kabuğu açılmıştı o an. Adamın yüzüne bir yumruk, ardından karnına bir darbe… Yere düştü. Başımı çevirdim, Afra’ya baktım. Dudağının kenarından aşağı ince bir kan süzülüyordu. Ama o hâlâ ağlamıyordu. Etrafta sesler yükselmeye başlamıştı bile. Bazıları bağırıyor, bazıları “Polisi arıyorum!” diyordu. Ama ben… sadece Afra’ya bakıyordum. Neden bu kadar öfkelendiğimi bilmiyordum. Kadına şiddeti elbette kabul etmem. Ama bu… başka bir öfkeydi. Sanki içimdeki biri daha harekete geçmişti. Afra’nın eline uzandım. Elini değil, bileğini tuttum. Ve onu dışarı çıkardım. Şaşkın gibiydi. Yoksa başka bir şey mi vardı? Çözemedim. Can da peşimizden koşmuştu. Sokağa çıktığımızda… Yağmur hâlâ yağıyordu. Gökten dökülen damlalar, Afra’nın saçlarında yeniden ıslaklık yaratmıştı. Kaldırımlar parlıyordu; geceyle birleşmiş su yansımaları ayaklarımızın altında kırılıyordu. Afra birden bileğini çekti elimden. Sertti. Ama hemen ardından duraksadı. “Teşekkür ederim…” “Önemli değil,” dedim. “İyi misin? Seni eve bırakmamı ister misin? İyi görünmüyorsun.” “Hayır… teşekkür ederim,” dedi tekrar. Ve arkasını dönüp gitmek üzereydi. Can bu kez onu durdurdu. Ama yüzünde o her zamanki alaycı gülümsemesi yoktu. Kadınları etkileme çabası da… gitmişti. Yerine endişe gelmişti. Hayatı genelde şakaya alsa da, şiddete onun da tahammülü yoktu. “Bak… bizden sana zarar gelmez. İyi görünmüyorsun, gel evine bırakalım.” Ben de lafa girdim: “İstersen hastaneye ya da karakola da gidebiliriz.” Gözleri aniden açıldı. “Hayır! Hayır… Hastanede beni bulur. Polis de… ona pek bir şey yapamaz.” Şaşırmıştım. Ve şaşkınlığımı gizleyemedim. Kimdi bu adam? “Tamam…” dedim. “Hiçbir yere gitmene gerek yok. Sadece seni evine bırakalım.” İsteksizdi. Ama sonunda kabul etti. Arabaya bindik. Can direksiyondaydı, ben yan koltukta. Afra arka koltukta oturuyordu. Küçük bir buğu, arabanın camlarında toplanmıştı. Camın dışından hâlâ yağmurun şıpırtısı geliyordu. Silecekler, yağmurun ağırlığıyla mücadele ederken bile Afra'nın sesi kadar sessizdi. Can ona döndü: “Adresini söyler misin?” Afra tam konuşacakken sesi kesildi. Bir anlık sessizlik… Sonra arkamı döndüm, onu koltuğa yığılmış halde gördüm. Bayılmıştı. Can panikle frene bastı, araba sertçe durdu. Hemen arka kapıyı açıp Afra’ya koştum. Ateşi vardı. Ve çok yüksekti… Demek bu yüzden titriyordu. Demek sadece korkudan değilmiş. “Ne yapacağız?” dedi Can. Afra’nın “hastane olmasın” sözleri hâlâ kulağımdaydı. Yüzüne baktım. Yanakları ateşten kıpkırmızıydı, saçları hâlâ ıslaktı. Yüzü… o hâliyle bile çok güzeldi. Yorgun, kırık, ama güçlü. İnsan nasıl kıyar böyle birine? Nasıl vurur? Onu izlerken, içimde tanımlayamadığım bir huzursuzluk yükseldi. Can bir şeyler söylüyordu ama duymuyordum. Sadece ona bakıyordum. Nefes alıyor muydu? “Eve götürelim,” dedim. “Başka çare yok gibi…” İçimde garip bir his vardı. Sanki… o gün, hayatım değişiyordu. Belki Afra’nın da. Ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD