14 utanç

1393 Words
yiğit Demir Yorgun bir iş gününün ardından eve geldik. Afrayı çok görmek istiyordum; hem çok özlemiştim hem de konuşmam lazımdı. Evde çok sıkıldığını ve kendini yük gibi hissettiğini biliyordum. Oysa bir bilse… O yük değil, benim her şeyimdi. Onun için yapabileceklerimin sınırı bile yoktu, bir bilse… İçi rahat olsun diye işini ayarlamıştım. Bi arkadaşımın moda evinde çalışacak işi hazırdı. Afra kıyafetlere özel tasarımlar yapacak, Seda ise hemen arkadaki bir otelde müşteri temsilcisi olarak çalışacaktı. İkisinin de güvenliğinden emindim, gerekli ayarlamaları yapmıştım. Afra duyunca mutlu olacaktı. Usul usul kapısına geldim. Seda ortalarda yoktu, odasına çekilip uyumuş sanırım. Uzun bir süre düşündükten sonra hafifçe kapısına vurdum. Cevap vermedi, “Uyumuş olmalı” diye geçirdim içimden. Odama döndüm. Kısa bir duşun ardından pijamalarımı giyip yatağa uzandım. Gözlerim ağırlaşmaya başlamışken Afranın sesiyle irkildim. Yine kabus görüyordu… Koşarak odasının kapısına gittim. Biliyordum, elini tutsam sakinleşecekti. Ama bu sefer tereddüt ettim. Ya yine uyanırsa? Zaten bana inanmamıştı. Ben düşünürken Afranın sessiz çığlıkları gitgide artıyordu. Yüreğim parçalanıyordu. “Ne olursa olsun, onu böyle yalnız bırakamam. Kovsa bile gidemem!” dedim kendi kendime. Kararlı bir şekilde kapının kolunu usulca indirdim. Ama açılmadı. Lanet olsun, kapısını kilitlemişti! Anlamıştı işte, her gece geldiğimi. Kendince bana iyilik yapıyordu. Ama görmüyor muydu kahrolduğumu? Bu kadın… neden göremiyordu halimi? Üzgünce kapıya yaslandım, usulca vurdum ama uyanmadı. Çaresizce dinlerken onun çığlıkları gitgide büyüyordu. Uzun zamandır böyle yüksek bağırmamıştı. Seda ve Can da geldi. Seda şaşkın gözlerle, telaşla bana baktı. “Yiğit, ne oluyor?” Derin bir nefes alıp kısık sesle cevap verdim. “Afra yine kabus görüyor işte…” Seda kaşlarını çattı. “Uzun zamandır bu kadar bağırmıyordu… Peki neden girmedin?” Acıyla baktım ona. “Kapısını kilitlemiş çünkü.” Seda’nın gözleri büyüdü. “Ne? Kapıyı mı kilitlemiş?” Başımı eğdim. O da kapıya vurdu, ama Afra uyanmadı. Seda usulca omzuma dokundu. “Yiğit… Afra sadece seni korumak için bunu yaptığını biliyorsun, değil mi?” Boğazım düğümlendi. Gözlerimi kaçırarak fısıldadım. “Biliyorum… ama daha çok canımı yakıyor. Bir de bunu bilse…” Seda üzgün bir ifadeyle yüzüme baktı. İç çekerek, “Hadi, siz gidin,” dedim. “Yapacak bir şey yok.” Seda istemese de Can onu ikna edip götürdü. Ben odama gidemedim. Afranın kapısının önüne oturdum, sırtımı kapıya yasladım. Onun her çığlığında biraz daha kahroldum. Gözlerimden iki damla yaş süzüldü, engelleyemedim. “Bu böyle olmaz,” dedim kendi kendime. “Ne yapıp ne edip Afrayla konuşmam lazım. O da seviyor beni, biliyorum.” Zamanla Afranın sesi azaldı, sonra tamamen kesildi. Kabus bitmişti sanırım. Ama ben gitmedim. Orada öylece kaldım. Yavaş yavaş gözlerimin kapandığını hissettim… ~~~ Sabah gözlerimi açtığımda Afranın kapısının önünde olduğumu hatırladım. Her yerim tutulmuştu. “Bu kız bana iyilik mi yapmıştı şimdi? En azından koltukta uyuyabilirdim…” diye düşündüm. Usulca kalkıp odama gittim, yüzümü yıkadım ve aşağı indim. Koltukta başımı ellerimin arasına almış düşünüyordum. Birden Afranın çığlığını duydum! Silahımı kaptığım gibi koşarak yukarı çıktım. Ardından Sedan’ın ve Can’ın da sesi geliyordu. Üst kata vardığımda Afra koşarak bana çarptı. “N’oluyor Afra?!” Afranın gözleri kapalıydı, ama yüzü pancar gibi kıpkırmızıydı. Nefesi düzensizdi, elleri titriyordu. “Ya Yiğit, çekil! Aşağı ineceğim!” Onun önüne geçip kollarından tuttum. “Önce söyle, ne oldu?” “Sedaya bir şey söyleyecektim, birden odasına daldım…” Hâlâ gözlerini açmıyordu. Dudakları titredi, yüzü ateş gibi yanıyordu. “Ee, ne oldu?” dedim sabırsızca. “Ya… Canda oradaydı işte! Bastım ben onları!” Bir an ne diyeceğimi bilemedim. İstemsizce gülümsedim, elimdeki silahı yere bıraktım. “Açsana gözlerini, Afra.” “Yok, açmayacağım!” O sırada Seda ve Can da geldiler. Seda biraz utanmış gözlerle saçını düzeltirken, Can söylenip duruyordu. “Ya kızım, niye çalmıyorsun kapıyı!” diye çıkıştı Can. Afranın yüzü bana dönüktü, ama gözleri hâlâ kapalıydı. Dudaklarını ısırarak konuştu. “Nereden bileyim ben, Can? Siz ne zamandır aynı odada kalıyorsunuz?” Sonra derin bir nefes alıp yüzünü Can’a çevirdi, hâlâ gözlerini açmadan. “Dünden beri sayende kötü bitti ama… Hem sen neden gözünü kapatıyorsun ki? Giyindim ben, Afra!” Utangaçça gözlerini usulca araladı. Kıpkırmızı yüzüyle derin bir nefes verdi. “Kusura bakma…” dedi ve hızla aşağı koştu. Onu uzaklaşırken, kendi kendine “Ben bunu nasıl unutacağım…” diye söylenmesini duydum. Seda sessizce odasına girdi. Ben de Cana gülerek aşağıya indim. Nazlı kahvaltıyı hazırlamıştı bile. Afra hâlâ kıpkırmızı, koltukta oturuyordu. Usulca yanına gittim. Onun bu hali aşırı tatlıydı; küçük bir kız çocuğu gibiydi. Yüzümdeki gülümsemeye engel olamıyordum. Afra dudaklarını büzerek bana baktı. “Ya Yiğit, ne gülüyorsun? Çok mu komik?” “Biraz,” dedim, gözlerimle onun utangaç hâlini süzerken. Yüzü iyice düştü, kaşları hafif çatıldı. “Tamam Yiğit… Ben bir daha nasıl Can’ın yüzüne bakacağım?” Gözlerimi devirdim hafifçe. “Ya sanki ne var bakamayacak? Abartma hadi.” Onu kolundan tutup zorla kaldırdım. Sofraya kurulunca Seda ve Can da geldi. Afra, inatla Cana bakmıyordu bile. Kim bilir nasıl görmüştü, ama Can’ın pek utanma duygusu yoktu tabii. Afranın biraz sakinleşmesi için iş mevzusunu açtım. “Afra, Seda… sizin işiniz hazır. İki gün sonra başlıyorsunuz,” dedim. İkisi de aynı anda bana baktı. Afranın gözleri parladı, öyle bir ışıldadı ki… O güzel gözleri çok nadir böyle parlar, içimde kıpır kıpır bir sevinç oldu. “Yaa, nerede?” dedi merakla, hevesi yüzünden okunuyordu. “Sen Elura Butik’te çalışacaksın,” dedim hafif gülümseyerek. Afra heyecanla bana döndü, gözleri büyümüştü. “Nasıl yani, Elura Butik’te mi çalışacağım? Orası çok gösterişli ve büyük… Nasıl aldılar ki?” “ Sahibini tanıyorum. Ayrıca senin çizimlerini de gösterdim. Çok beğendi. Özel koleksiyonlarına özel tasarımlar yapacaksın. Uzun uzun mesai yapmana gerek yok bu sayede.” Afra, kocaman bir heyecan yaşamasına rağmen, sadece takıldığı şeyi söyledi. Dudaklarının arasından çekingen bir sesle döküldü: “Beğendi mi gerçekten çizimlerimi?” Gözlerimin içine baktı. İçimde derin bir sıcaklık hissettim. “Evet tabii ki. Çizimlerin eşsiz, Afra.” (Sen de eşsizsin aslında, farkında mısın acaba?) diye geçirdim içimden. Seda söze girdi. “Peki ya ben?” dedi merakla. “Sen yine otelde, aynı iş. Ama Afranın iş yerinin hemen arka sokağı olacak.” Seda gülümsedi. “Teşekkür ederiz Yiğit.” “Rica ederim.” Afranın utangaçlığı kaybolmuş, yerini kocaman bir heyecan almıştı. Onun mutluluğunu gördükçe ben de çok mutlu oldum. Ama şu gece ve rüya meselesini çözmem lazımdı. Madem tedaviye yanaşmıyor, o zaman ben olmalıydım her an yanında. Acı çekecekse birlikte çekmeliydik. Kahvaltıdan sonra şirketi arayıp geç geleceğimi söyledim. Afra’yla konuşmam lazımdı. Can işe gitti, Seda odasına çekildi. “Afra, biraz konuşabilir miyiz?” “Tabii Yiğit.” Bahçeye çıkıp koltuğa oturduk. Hafif bir rüzgâr esiyordu. “Afra, dün gece yine kabus gördün. Sesin geliyordu,” dedim yavaşça. “Ee olabilir Yiğit,” diye geçiştirdi gözlerini kaçırarak. “Gelmek istedim yanına ama kapın kilitliydi, giremedim. Önce sormam lazım… Sen rahatsız mı hissettin yani güven açısından mı böyle bir şey yaptın?” Kaşlarını çattı. Dudakları titredi, gözlerinde hafif bir kızgınlık belirdi. “Tabii ki hayır Yiğit. Sadece benimle birlikte uykusuz kalmana ya da acı çekmene gerek yok. İstemiyorum bunu.” Derin bir nefes aldım. Biliyordum aslında ama emin olmam lazımdı. “Ama ben yine uykusuz kaldım.” Şaşkınlıkla bana baktı. “Nasıl yani?” “Sen öyle kabuslarında boğulurken ben nasıl uyuyabilirim ki?” Afra başını iki yana salladı, yüzünde hem öfke hem de üzüntü vardı. “Yiğit… ben iyiyim artık. Beni düşünmekten vazgeç. Lütfen biraz da kendin için bir şeyler yap.” Başımı iki yana salladım, sesim kararlıydı. “Afra, bu böyle olmaz. Bak, ya izin vereceksin geceleri seni sakinleştirmeme… ya da…” Gözlerimi kısmıştım, cümlem havada asılı kaldı. “Ya da ne Yiğit?” “Ya da tedaviye gideceğiz. Ben en iyi psikoloğu bulabilirim sana.” Kaşları yeniden çatıldı, yüzü iyice düştü. Dudakları titreyerek konuştu. “Hayır Yiğit… hazır değilim. Anlatamam, ya da paylaşamam…” “İlk başta sadece tanışırsınız. Bir dene lütfen,” dedim neredeyse yalvarır gibi. Sesi yükseldi artık. “Hayır dedim Yiğit, ısrar etme!” Sessizlik bir an aramızda gerildi. Ben derin bir nefes alıp pes etmeden devam ettim. “Peki o zaman… benim yanında olmama izin ver.” Bir süre durdu, bakışlarını yere dikti, ne diyeceğini bilemedi sanki. Sonra keskin bir sesle, gözleri dolarak konuştu: “Hayır Yiğit! Beni sıkıştırma. Israr etme artık. Kendi hayatına odaklan! Benimle uğraşıp durma.” Bir şey daha diyecektim ama ani bir hareketle ayağa kalktı. “Müsaadenle,” dedi, sesi titreyerek. Sonra kaçtı, adımlarının sesi bahçede yankılandı. Arkasından bakarken içimden geçirdim: Ama ben yanılmıyorum… Gördüm gözlerinde. Seven bir kadın vardı içinde. Ve ben bunu ona itiraf ettireceğim. Yanımda olmama izin verecek, başka çaresi yok.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD