bc

CENNETİN IŞIĞI SÖNERKEN +18

book_age18+
12
FOLLOW
1K
READ
revenge
dark
curse
bxg
soldier
another world
cruel
musclebear
like
intro-logo
Blurb

Hikayeyi birde hikayenin kötülerinden dinleyin.

Nefretle yoğrulmuş kalpler ancak intikam ister.

Nefretle yoğurulmuş bir ruhtum. Nefret etmeden önce mutluluğu bir kez tatmıştım. Bir anı. Belli belirsiz silik bir anı her zaman varlığımın var olduğu müddetçe hatırladığım en eski anı. Bir kadının belli belirsiz gülüşü, içleri dolu dolu yaşlanmış okyanus mavi gözler ve bebek halimden çıkan agu gugu sesleri. “Özür dilerim bebeğim. Özür dilerim. Beni affet.” gibi türden acı dolu bir ses. Ardından göğsüme gelen bir hançer darbesi ile oyularak çıkarılan kalbim.

İntikam arayışımın sebebiydi; varlık adına yok sayılmam. Varlık için feda edilmem. Bu yüzden kendimi yok etmeye adamıştım. Ruhum sevgiyi tatmamış, sevmek için bir neden bulamamıştı. Nefret etmek içinse annem tarafından öldürülmem dahil bir çok nedenim olmuştu. İnsanken Anna Maria Mia Valentina, İmparatoriçeyken Mia Kut olarak bilinen kadındı. Sahip olduğu her şey için, ailesi, evi ve yaşamı için beni feda etmişti.

Beni hayata getiren kadından nefret etmiştim. Yedi milyar evrende ve yedi milyar yok oluşta da. Mutluluğu tatmış olduğum an intikamıma ulaştığım an bile değildi. Oğlumun doğduğu gündü. Karım Marya’nın oğlumuz Jesus’u doğurduğu günü, doğduğum gün kadar iyi hatırlıyordum. Marya’nın meleklere adanmış yüzünde kusursuz gülümseyişi ve kollarında oğlumuzu tutuşu. Yedi milyarda bir olan olasılıktı. Tüm benliğimde görülmeye değer tek andı. Şu agu gugu sesleri bile duyulmaya değerdi.

Tek anlam veremediğim kısım varlığım boyunca en sevdiğim ve en nefret ettiğim anılarımın bu kadar benzer olmasıydı. Her iki anıda da iki bebeğin gözleri, masumiyeti ve hayata başlangıcı vardı. Her iki anıda da bir kadının gülümseyişi, derin bir sevgisi bebeğine bağlılığı ve diğer kadının bebeğini feda etmesinin acısı vardı. Geçmişteki nefret dolu hatıram, şimdi ise sevgiyle dolu olan anım. Bu iki zıt anı arasında sıkışıp kalmıştım.

chap-preview
Free preview
CENNETİN IŞIĞI SÖNERKEN
GİRİŞ “Yeni İmparator öldü, tahtı devrildi. Kırık tahtın halefi, düşmüş tacın sahibi. İmparatorluğun ikinci güneşi. Fedakarlığın bedeli, ikinci kızın hainliği. İkiz alevlerin karındaş nefesleri, Bir soluğun tükenişi, bir soluğun lanetlenişi. Son doğan savaşın varisi. İlelebet savaş sancağının efendisi.” “İlk doğan olarak kehanete son bir dize daha eklememe izi ver anne.” Sessizlik ölümcül bir zehirli bürünmüş ve çevremize yayılmıştı. “İlk doğan öldürecek Güneşin İmparatoriçesini.” Savaşlar. Direnişler. En sonunda ise mutlak yenilişler. Gözlerinde gördüğüm yenilgi tüm zaferlere değmişti. Taç parmakları arasından ki tutuşundan kurtulup düşmüş ve ayağımın altına kadar yuvarlanmıştı. Kehanetin son dizleri İmparatoriçe’nin kaderini mühürlemişti. Sözlerim İmparatoriçe’nin yüzünde bir gölge gibi dolaşırken, onun gözlerindeki hüzünle karışık korkuyu görebiliyordum. Kehanetin son dizesi, bildiği kaderinin sonuydu. “İlk doğan öldürecek Güneşin İmparatoriçesini.” diye fısıldadı. Öyle sessizce mırıldanmıştı ki kuru dudakları kıpırdamamıştı bile. İmparatoriçe, başını kaldırıp bana baktığında, yaşları yanaklarına süzülürken bir an sendeledi. Çevremizde duran askerlerim bile nefeslerini tutmuştu. Bu, imparatorluğun sonunu getirebcek bir dizeydi. Öz annemle karşı karşıyaydım. Son Getirenler Ordusu ve komutanları hedeflerine ulaşmıştı. İmparatoriçe’ye. Mia Kut çenesiyle, omuzlarını aynı anda dikleştirdi. “İlk doğan. İlk oğlum Daimon.” Bir an benden korktuğuna inanmıştım. Ama o hiçbir şeyden korkmazdı. “Orjinal beni bulmak için kaç dünyayı yok ettin? Kaç beni öldürdün?” Cevap verirdim ama dudaklarım mühürlenmiş gibiydi. Bu kehanetin öngördüğü kıyamettim ben. Varlık için feda edilendim. Mia Kut beni kendi dünyasının kurtuluşu için feda etmişti. Sûr’u bu fedakarlık sayesinde yok etmişti. Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım ve ardından kelimeler döküldü dudaklarımdan. “Ölecek biri için fazla huzurlusun İmparatoriçe.” dedim alayla. Ardından keyifle kahkaha attım. “İmparatorluğunu kaybettin. Luxares’dan olma oğlun Ryan’ı. Kocanı. Halkını. Tahtını ve tacını. Hepsini kaybettin anne.” Kollarımı iki yana açtım. Arkamda tüm heybetiyle dikilen Sulei şehrinin sarayın ön avlusundan görünen manzarası önünde dikiliyordum. “Sıra da onurun ve çocukların var.” Gözleri maviyle parladı, bir an için gözleri güçle doldu. “Çocuklarımdan uzak dur!” Saldırmayı düşünmüştü ama son anda vazgeçmişti. İmparatoriçe risk almak istemiyordu. “Onurumu ayakların altına sermeye hazırım. Her türlü aşağılamayı da kabul ederim. Ancak çocuklarım olmaz. Onlar suçsuz.” “Bende suçsuzdum!” diye tüm öfkemle bağırdım. “Buna rağmen öldürdün beni. Kalbimi söktün ve sırf güç edinmek için... Değdi mi bari anne?" İmparatoriçe’nin yüzü kireç gibi beyazlaştı. Kehanetin dizesi her ne kadar kesin görünse de, bu bir seçimdi. Benim seçimim. Onun yaptığı seçimler, bizi bu sona getirmişti. Sessizlik yine etrafımızı sardı, bu kez ölümcül bir kararlılıkla. Tek bir darbeyle işini bitirebilirdim ama ona acı çektirecektim. İmparatoriçe uzun bir süre düşündü, ardından benimkilerle aynı olan gözleriyle bana baktı. “Daimon,” dedi sert bir tonda, “Tahtı ve tacı oğlum Ryan’a bıraktığımda zaten terk etmiştim. Güneşin İmparatoriçesi artık yok.” Ellerini belinde birleştirdi. “Her türlü işkence ve aşağılamayı kabul ediyorum. Tek isteğim kardeşlerine zarar vermemen.” O an, her şey değişti. Direniş bekliyordum. Ama o kaderini kabullenmişti. Düşlediğim intikam bu değildi. İstediğim intikam. Taç, ayaklarımın dibinde duruyordu. Sıçtığımın imparatorluğu umurunda değildi! Ben beni bu canavara dönüştüren kadından intikam istiyordum. Mia Kut’un kararlı ama kaderine boyun eğmiş hali, içimdeki ateşi söndürmek yerine daha da harladı. Onun teslimiyeti, yıllarca beslediğim kin ve nefretin tam karşısında durmuştu. Karşımda duran sadece bir anne değildi; karşımda duran, tüm benliğimi saran intikamın ruhumu karanlığına batıran nefretimdi. Bir adım öne çıktım, ayaklarımın altında duran tacı tekmeledim. Metalin sert zeminde çıkardığı yankı, herkesin kulaklarında uğuldadı Askerlerim, Mia Kut’un bu durumu kabullenmesiyle birlikte gözlerindeki dehşeti gizlemeye çalışıyordu. Onlar sert, yozlaşmış, salt kötü canavarlardı. “Madem ki onurunla vedalaşmak istiyorsun,” dedim soğuk bir sesle, “O zaman diz çök, İmparatoriçe. Diz çök ve kaderini kabullendiğini göreyim.” Bir anlık tereddütten sonra Mia Kut, ağır hareketlerle dizlerinin üzerine çöktü. Gözlerinden süzülen yaşlar, yanaklarını ıslatıyor ve yere damlıyordu. Bu sahne, içimdeki intikam ateşini bir nebze de olsa tatmin etti. Ancak bu yeterli değildi. Herkesi bu işkenceye şahit göstermeliydim. “Askerler!” diye bağırdım, sesim avluda yankılandı. “Kardeşlerimi ve büyükannemi getirin.” Askerler hızla emirlerimi yerine getirmek için zindana giderken, Mia Kut başını kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. O an, gözlerindeki derin acıyı ve pişmanlığı görebiliyordum. Ama bu, onu affetmem için yeterli değildi. Onunla yüzleşmem ve intikamımı almam gerekiyordu. Kardeşlerim, avluya bir bir çıktığında her birinin ilk baktığı kişi annemiz oluyordu. Mia Kut hâlâ diz çökmüş haldeydi. Eva, üçüncü doğan, “Anne!” diye bağırdı. “Anne!” Abel, ikizlerden biri olan kardeşim askerlere karşı direniyordu. Yaraları olmasına ve zayıf düşmesine rağmen asi ruhu takdire şayandı. Kızlardan birde Lith vardı. Sessiz ama gözleri ölüm saçan kız kardeşim. Bakışları ile beni öldürmeye ant içmiş gibiydi. Evlatlık çocuk Mercury... Bir şeytan dölünü bile sevip, annelik yapabilecek kadar iyi kalpli biriydi Mia Kut. Düşünceler beynimi kemiriyordu. En son Beatrice Evergarden’ı gördüm. Kucağında ki kundakta en son doğanımız, en küçüğümüz Aris vardı. Bir bebek olması onu ölümden kurtarır mıydı? Yozlaşmış ben ve ordum için bebek kanı akıtmaktan da geri durmazdık ama o ölmeyecekti. Bugün Mia Kut dışında kimse ölmeyecekti. “İşte burada, karşınızda diz çökmüş olan anneniz kardeşlerim,” diye haykırdım. “bir zamanlar Güneşin İmparatoriçesi olan Mia Kut.” Mia Kut’un yüzü solgundu, ama gözlerinde bir kararlılık vardı. “Çocuklarım,” diye başladı titrek bir sesle, “Sizi seviyorum. Kim olmayı seçerseniz seçin. Siz benim bebeklerimsiniz.” Sizden asla nefret etmedim. Asla da etmem. Bu ve diğer dünyalarda anneniz olmakla şereflendirildiğim için Tanrı’ya müteşekkirim.” Sesini duyan herkes ben dahil sessizleştik. Sonra bir güdüyle önüne gelerek yüzüne doğru eğildim. “Seni cehennemin kabul edecek bir Tanrı bile yok.” diye fısıldadım dehşetli bir sesle. “Çünkü oraya da kıyameti getirdim.” Mia Kut kimsenin görmediği bir anda yüzüme karşı merhametle baktı. “Beni öldürmene izin vereceğim Daimon. İntikam alman hakkın.” İmparatoriçe biraz daha yakınlaştı. “Ama bil ki güçlerimi kullanmamak benim seçimim. Bu yok oluş döngüsü bitmeli.” “Gökyüzü üzerinize düştüğü anda her şey son buldu Mia Kut.” Eva’nın haykırışları ve Abel’in lanet edişlerinin sesi avluyu inletirken, Ryan’ın da ölü bedeni meydana iki askerim tarafından ayak bileklerinden sürüklenerek getiriliyordu. Doğruldum ve annemin çevresinde daireler çiziyordum. Kılıcımı kınından çekerken, metalin keskin sürtünme sesi duyuldu. İmparatoriçe başını eğdi. Karşısında yatan Luxares’a bakıyordu. Ölü oğlunun cesedi de, kocasının cesedinin yanına getirildi. İmparatoriçe onlara gitmek için hareketlendiğinde sırtına bir kılıç darbesi yedi. İlk kılıç darbesi diğer kılıç darbelerini izledi. Her bir kesik, yılların birikmiş öfkesini, acısını ve intikamını taşıyordu. Mia Kut dizlerinin üzerine çökmüş, kılıç darbelerinin etkisiyle yavaşça ellerini yere yasladı. Kanı avluya yayılırken, kardeşlerim dehşetle izliyordu. İmparatoriçenin sessiz çığlıkları avluda yankılandıkça, kalbimdeki nefret yerini bir boşluk aldı. Böyle hissetmemeliydim. İçimdeki savaşı engellemek imkansızdı, fakat bu yıkımın ortasında bile bir parça değer miydi sorusu vardı. Mia Kut'un her nefes alışı, her acı doluydu. Kılıcımı kanıyla boyadığım annemin dibinde dururken, gözlerimi kapattım. Tüm bu intikamın, öfkenin ve kanın gerçekten bir sonuca varıp varamayacağını düşündüm Ancak durmayacaktım. Duramazdım. Bu hayatım boyunca düşlediğim sondu. Kanıyla arkasından izler bırakırken Luxares ve Ryan’nın cesetlerine ulaşmak için çaresizce sürünmeye çalışıyordu. Tırnakları toprağı şuursuzca aşındırıyordu. Onurunu ayaklarımın altına sermişti. Bir kılıç darbesi daha. Bir tane daha. Ve bir tane darbe daha. Durmadım. Zincirlerin kırılma sesini duyduğumda ne olduğunu anlamamıştım. Kayin’in sertçe bir nefes almıştı. O da buradaydı ya. Hain olan, ihanet eden kardeş. Sırf kardeşlerini kurtarabilmek için... Hizmetine karşılık, altı kişilik bir bağışlanma istemişti. Eva, Lith, Abel, Mercury, Aris, ve büyükanne Beatrice için... Ama eğer karşı taraf beni öldürmek için hamle yapıyorsa -bu kardeşlerinden biri de olsa- benimde elim boş durmazdı. Lith’in kanatlarını açtığını gördüm. Sessiz olup, itaat etmesine inanmamalıydım. En kindarları oydu. Havaya fırladı. Elinde ki zincirler iki yana dönüyordu. İleri doğru savurduğunda zincirler boynuma dolandı. Tüm gücüyle çekip, gökyüzüne yükselirken ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim. Biraz yükseldikten sonra beni yere bıraktı. Yer indiğinde hızla yanima geldi önce bir tekme savurdu. Ardından eğildi. Yumruklarını göğsüme indiriyor ve yüzüme karşın bağırıyordu. “Rahat bırak onu! Zaten can çekişiyor. Piç kurusu!” Dişlerimi sıktım. “Dokunma ona. Yeter! Annemden uzaklaş!” Karşılık vermedim. Benim için bir önemi yoktu. Onu üzerimden çekip alan Kayin ve Judas’tı. Kayin’e bir tekme atarak yere düşmesini sağladığında keşke Kayin yerine kız kardeşim Lith’i tarafıma geçmesini isteseydim diye düşündüm. Cesur ve güçlüydü. Judas, Lith’i sakinleştirebilmek için kulağına bir şeyler fısıldamıştı. Sonra Beatrice’e, daha doğrusu en küçükleri Aris’e bakarak sakinleşmeyi seçti. Ama Lith, Judas sağ kolumdan kurtulmak için çırpındı ve anca yere düşebildiğinde ondan kurtulabilmişti. Mia Kut ise bu çarpışma da Luxares’a ulaşmış ve eşine veda edebilmişti. Luxares’ın elini kavrayarak, avcunu öpmüştü. İmparatoriçe’nin nefesleri sığdı. Kalp atışları durmaya yakındı. Bu aşk draması ve aile trajedisi yeterdi. Silkinerek doğruldum ve boynuma dolanmış zincirlerden kurtuldum. Ağır adımlarla annem doğru yürüyordum. İmparatoriçe bir eliyle ölmüş eşinin elini tutarken, diğer elini havaya - çocuklarına doğru kaldırmıştı. “Sizi seviyorum. Kim olmayı seçerseniz seçin. Siz benim bebeklerimsiniz.” Son çabalar, son sözler neye faydaydı? “Sizden asla nefret etmedim. Asla da etmem. Bu ve diğer dünyalarda anneniz olmakla şereflendirildiğim için Tanrı’ya müteşekkirim.” Çıplak ellerimle göğsünü yardım. Göğüs kafesinin içinde cılız bir kudretle çarpan kalbini buldum. Kalbini söküp aldım. Sıcak kanın aktığı kalbi avuçlarım arasındaydı. O da mı bu anda böyle hissetmişti? Boşluk. Hissizlik. Nefretimin bana vadettiği intikam bu muydu? Kalbi avuçlarımın arasındaydı, nefretle kalbi sıktım. Ardından başını kavradım. Boynunu tereddütsüz kırıp parçaladım. Başını gövdesinden ayırdım ve havaya kaldırdım. Lith çığlık attı. Eva İmparatoriçe’nin adını haykırdı. Kayin bile o anda yerine çöküp kaldı. Yüzü pişmanlıkla harap olmuştu. “İstediğin bu muydu KAYİN?! Ailemizin yok oluşuna şahitlik etmemizi mi istedin? Ailemizin yüz karası!” İkizlerden Abel bağırıyordu. “Güç istedin. Al sana güç. Ryan öldü. Babam öldü. Annem öldü. Mutlu musun hain?! Seni ben geberteceğim. Seni ve tarafına geçtiğin piç kurusunu! Şerefinle ölseydin keşke... Şerefsiz!” Judas’a bakarak başımı salladım ve o da askerlere Abel’i zindana götürmelerini emretti. İmparatoriçe’nin başını yere fırlattım. Lith’in dizlerinin dibine yuvarlandı. Lith annesinin kopuk başına sarıldı. Nefretin bana vadettiği intikam bu değildi. Yedi milyar evren ve belki de daha fazlası ama asla tatmin olmamıştım. Öz annemi öldürmek umduğum o şeyi vermemişti. Ne umduğum bile bilinmezdi. Belki bir parça huzur belki bir parça tatmin duygusu. Hissizlik üzerime bir yığın gibi çöktü. Hissedemiyordum. Mia Kut'un cansız bedeni önümde yatarken, dünya sessizliğe bürünmüştü. Kardeşlerimin çığlıkları ve gözyaşları, bu derin boşluğu dolduramıyordu. Öfke, kin, nefret; hepsi bir anda yok olmuştu ve geriye sadece anlamsız bir boşluk kalmıştı. Anlamsız o boşluk. Doğduğum andan itibaren her daim benimleydi ve benliğim olmuştu. Lith başını kaldırdı ve gözlerini nefretle gözlerime dikti. “Aldın mı bari intikamını ilk doğan? Mahvettin bizi.” Sözler ağzından tükürür gibi çıkıyordu. “Varlığı için feda edildiğin İmparatorluk düştü. Huzur buldun mu?” “Hayır.” Sesim duygudan yoksundu. Buz gibiydi. “Aslına bakarsan Lith hissetmeyi umduğum gibi hissetmiyorum.” Ardından onları arkamda bıraktım. Fethettiğim İmparatorluğun sarayına doğru ilerledim. Canları bağışlanmış ama köleliğe mahkum edilmiş İmperium askerlerini gördüm. Onlara Elementa diyorlardı. Her biri bana kin ve öfkeyle bakıyordu. Bu bakışlara alışkındım. Ya yalvararak canlarının bağışlanması için merhamet dilenen bakışlar görürdüm. Ya da nefretle taşmış kindar bakışları. Kimsesiz kalmış taht odasına giriş yaptığımda bir bacağı kırık olan taht beni karşılayan ilk obje olmuştu. Taht, odanın merkezinde yükseliyordu, gümüş ve altın süslemeleri ile kırık olmasına rağmen tüm ihtişamı ile merkez noktada duruyordu. Çevremde ki duvarların üzerinde asılı olan tablolar, gitti gözlerim. Her birinde İmparatoriçe'nin portleri vardı. Kanatlarım öfkeyle sırtımdan savruldu. Oluşan hava akımı anneme ve ailesine ait her bir tabloyu yere düşürmüştü Tahtın etrafında, antik dönemlerden kalma heykeller ve sanat eserlerini her biri öfkemden payını almıştı. Taht odasında bulunan her bir eşyayı darmadağın- un ufak olana dek durmamıştım. Her darbe, içimde birikmiş olan öfkenin ve hayal kırıklığının dışa vurumuydu. Ancak bu yıkımın sonunda bile, içimdeki boşluk ve anlamsızlık hissi dinmiyordu. İntikam alınmıştı. Nefret dinmişti Kırık, parçalanmış eşyaların arasında dururken, yarattığım yıkımın da ortasında yalnız kalmıştım. Taht odasının sessizliği, içimdeki fırtınayı daha da belirgin hale getiriyordu. Yere çöktüm ve ellerimle başımı tuttum, öfkeyle soluyordum. Anılar zihnime hücum etti; getirdiğim sayısız kıyamet, yok ettiğim dünyalar ve mahvettiğim hayatlar. Her bir anı, içimdeki öfkeyi daha da körükledi. Böyle hissetmemeliydim. Annemin bana ihanet etmesi, beni bu hale getirmişti. Şimdi ise, bu yıkımın ortasında, ne yapacağımı bilemiyordum. Böyle hissetmemeliydim. Öfkemin son kırıntılarıyla, kılıcımı aldım ve tahtın önüne geldim. Bu taht, İmparatorluğun simgesi, gücün ve otoritenin sembolüydü. İmparatoriçe’nin onuruydu. Kılıcımı kaldırdım ve tahtın üzerine indirdim. Metalin tahtla buluştuğu an, gürültü odada yankılandı. Tahtın bir parçası kırıldı ve yere düştü. Bu, benim içimdeki yıkımın bir yansımasıydı. Kılıcımı tekrar yere bıraktım ve dizlerimin üzerine çöktüm. Ardından merdivenlere oturup kaldım. Taht odasında, yıkımın ve acının ortasında, sessizdim. Hissedemediğim huzur, hissetmediğim tatmin, hepsi bir arada içimde kaybolmuştu. Asla tatmadığım duyguların arayışındaydım ama onları asla bulamayacaktım. Bu yıkımın ortasında, ne yapacağımı bilemiyordum. İçimdeki boşluk ve anlamsızlık hissi... O an, odanın kapısı yavaşça açıldı ve Judas içeri girdi. Gözlerinde duygu yoktu. Yanıma geldi ve sessizce eğildi. "Daimon, efendim" dedi soğuk bir sesle, "İmparatorluk düştü. İmparatoriçe öldü. Savaş bizim zaferimizle sonuçlandı. Şimdi ne yapmalıyız? Ben ve ordumuz emirlerinizi bekliyor komutanım.” Başım eğik, duygusuz bir şekilde güldüm. “Judas. Benimle alay mı ediyorsun?” “Haddim değil. Cüret bile etmem.” diye fısıldadı kinayeyle. “Sen Daimonsun. Benim efendimsin. İstediğini aldın sonuçta. İmparatorluğu. Tacı. Tahtı. İntikamını. Senin feda edilişinden, Mia Kut’un var ettiği her şeyi aldın. Zafer senin şanlı Son Getirenler ordusunun komutanı Daimon’un!” Sertçe soludu. “Zafer senin!” Öfkemle parçaladığım taht odasında, yıkımın ortasında, Judas'ın soğuk sesiyle söyledikleri bile içimdeki fırtınayı dindiremiyordu. Annem, Mia Kut, ölmüştü. İmparatorluk düşmüştü. Ama hâlâ ne yapacağımı bilemiyordum. Boşluk hissi çok fazlaydı. Aklım başımda değildi. Ben Son Getiren değildim artık. Sonu getirmiştik zaten. Ancak ben yine istediğimi elde edememiştim. "Zafer," diye tekrar ettim, sesimde ironik bir tonla. "Zafer benim." Başımı kaldırıp Judas'ın gözlerine baktım. "Ama bu zafer bana ne kazandırdı, Judas? İçimdeki boşluğu mu doldurdu? Hayır. Beni tatmin etti mi? Hayır. Hissedemediğim huzuru mu getirdi? Hayır. Sadece daha fazla yıkım, daha fazla boşluk. İstediğimi elde edemedikten sonra bunların hepsi anlamsız.” Judas, sessizce beni dinledi. Gözlerinde duygusuz bir ifade vardı, ama o ifadede derinlerde bir yerde bana karşı nefretini görüyordum. Sonuçta onunda dünyasını yok etmiştim. "Bu senin seçimindi Daimon. İmparatorluğu düşürmek, İmparatoriçeyi öldürmek." dedi sakin bir şekilde. Elinde tuttuğu tacı yere bıraktı. “Şimdi ne yapacağımızı da sen seçeceksin. Halkı katledelim mi? Ya da İmparatoriçe’nin çocuklarını öldürelim mi?” “Hayır.” diye soludum. “Bana Kayin’i çağır.” Judas sessizce başını sallamakla yetindi. Ayağa kalktı ve taht odasından çıktı. Judas da biliyordu. Birlikte yüz yıllar geçirmiştik. O cehennem ejderhası beni tanıyan belki de tek kişiydi. İçten içe yenildiğimi biliyordu. Bir süre sonra Kayin içeri adım attı. Kapıları arkasından sertçe kapattı. Öfkeliydi. Benden farksızdı. Tek farkla öfkeden gözleri dolu doluydu. Üzerindeki zırh ve yüzü ailesine ve İmparatorluğa karşi verdiği, savaşın izlerini taşıyordu. Zırhı parçalanmıştı ve kan lekeleri giysilerinin birçok yerinde iz bırakmıştı. Bu, hainin ve ailesine bıraktığı yıkımın taşıdığı somut belirtilerdi. İçsel bir yıkımın yükü altında ezilmiş gibi görünüyordu. Koyu siyah saçları dağınık bir şekildeydi. Gözleri derin bir öfkeyle doluydu. Aldığı kararın derin pişmanlığının emareleri yüzündeydi. “Annemizi öyle öldürmek zorunda mıydın?” diye bağırdı. Yüzü sert hatlarla gölgelendi, çenesi acı dolu bir ifadeyle gerildi. “Acı çekmeyeceğine yemin etmiştin. Bir anlaşmamız vardı. Yeminin de durmadın.” Acınası haline karşın, küçümsemeyle gözlerim kısıldı. “Abel’i öldürmeliydin. Savaştayken, şansın vardı. Sende sözünde durmadın.” Sadece bir karşılıktı. Abel’in ölüp ölmemesi artık umurumda değildi. Kayin’in kendisini kanıtlamasını istiyordum. Orduma katılan herkes kendini kanıtlamıştı. Her bir askerim kendi en sevdiği yakınını öldürmüştü. Bu bir bağlılık yeminiydi. Kayin de en çok sevdiği ikizini, erkek kardeşi Abel’i öldürmeliydi. “İkiz alevin Abel’i öldür Kayin.” Kayin, odanın ortasına doğru yürüdü ve tam karşımda durdu. Göz teması kurmadan önce bir an için durdu, sessizliği ve gerginliği hissedilebilir bir şekilde arttırdı. Sonunda, konuştu, “O zamanda söylemiştim.” dedi sertçe. “Kardeşlerimden hiçbirinin canına kıyılmayacaktı. Can güvenlikleri sağlanacaktı.” “Öldürmeyeceğime söz vermiştim. Doğru.” İşaret parmağımı göğsüne bastırdım. “Ama seni öyle bir söz vermedin. İktidar istiyorsan, son erkek varisten de kurtulmalı ve kendini kanıtlamalısın.” “İktidar istemiyorum!” diye haykırdı. “Beni öldür. Kardeşimi asla öldürmem.” “O zaman Aris’ten başlayarak tüm kardeşlerini öldürür ve en son seni gebertirim.” Söz ağızdan bir kez çıkardı ve benim hükmüm altındaysa emirlerimi yerini getirecekti. “Ya bir kardeşin ölecek ya da hepsi. Seçimini yap Kayin. Yoksa ölüm emirlerini hemen şimdi veririm.” “Abel.” dedi birden. "Abel'i öldürüceğim" Nefes nefeseydi. Nefesini tuttuğu için yüzü bir ölü kadar solgundu. “Ama bana bir kaç yıl ver. Zaten senin esaretin altındalar, hep gözünün önünde olacaklar. Kız kardeşlerimin yarası sarılsın. Abel’i öyle öldüreyim.” “Nasıl istersen kardeşim. Şimdi git ve dinlen.” Kayin’in çenesi gerilmiş ama bir şey demeden son kez bana nefretle bakıp çıkıp gitmişti. Judas yeniden taht odasına gelirken, birbirimize sessizce bakınmıştık. Adi bir şerefsizsin. Soysuz. Kalpsiz bir it. Kandan zevk alan alçak. Judas’ın yüzünden okuduklarım bunlardı. Sulei Kurucu şehrine baktım. Ellerimi belimde birleştirmiştim. Bir yıkıntı olamazdım. Güçlü bir surdum ben. Derin bir nefes verdim. “Küçük bir birlik hazırla Judas.” Judas’ın küfreden bakışlarına karşı dişlerimi gösterecek bir şekilde gülümsedim. “Logos’un liderliğini yaptığı Jasper ile Ryu Ruling ve Aaron Blayke’in olduğu kaçakları arayın ve onları bana getirin. İmparatoriçe’yi yoldaşlarından mahrum bırakamam.”

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Kan Kırmızı (Türkçe)

read
4.1K
bc

evli kadın evli adama aşık oldu

read
10.0K
bc

Tutku'nun Esiri

read
23.2K
bc

ALFABETA (+18)

read
28.9K
bc

Ölüm Yıllıkları

read
1.1K
bc

ÇAPKIN +18 (365 Gün Serisi)

read
24.2K
bc

SENİ HİSSEDİYORUM ( 2 )

read
7.9K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook