1-GÖLGE

3693 Words
20 Haziran Bol miktarda su, çamurlu bir pantolon ve muhtemelen domatese dönmüş bir burun. Şu anda bulunduğum durumu en iyi şekilde sadece bu üç kelime anlatabilirdi. Botlarımın çamurda çıkardığı iğrenç sesi umursamamaya çalışarak cebimde yırtılmaya yüz tutmuş kağıda son kez baktım. Işıklı Mahallesi/Batak Caddesi Kağıdı buruşturarak yere attım. Sonunda mahallenin adının yazdığı tabelayı gördüğümde derin bir nefes alarak yürümeye devam ettim. Karanlık sokaklardan geçerken mahalleye verilen ismin ne kadar da kendisiyle bir uyum içerisinde olduğunu düşünmeden edemedim; Işıklı mahallesinin içindeki karanlık sokaklar. Biraz daha ilerlediğimde sonunda karşıma bir tabela daha çıktı. Kocaman, fosforlu bir ışık saçan gri tabelanın üzerine beyaz harflerle yazılmış bir kelime; Batak. Eğer Doruk'u burada bulursam elimden çekeceği vardı. Hızla üzerime boşalmaya devam eden yağmur sudan nefret etmeme neden olurken yavaş yavaş kulağıma gelen müzik sesi ile adımlarımı hızlandırdım. 'Shıny Club' yazısını gördüğümde yüzümü buluşturdum. Adı Batak olan bir caddede 'Parlak Kulüp' adının verildiği bir bar olması garibime gitmişti. Kulübe doğru ilerlerken ayağımın bir şeye takılması ile yere düştüm. Pardon, cehenneme! Küçük bir cinnet geçirme çığlığı atarak battığım çamurdan doğrularak çıktım. Senden nefret ediyorum Doruk! Arkama baktığımda takıldığım şeyin yerden üç santim kadar yüksek bir beton olduğunu gördüm.İçinde bulunduğum şeye baktığımda ise ağzım şaşkınlıkla aralandı. Yolun tamamı bu betonla döşenmişti. Etraf aşırı karanlık olduğu için görmek mümkün değildi. Betonun kapladığı yerin boyu yaklaşık benimki kadardı ve içi çamurla doluydu. Ayağımı zorlukla kaldırarak çamurun içinden çıktım. Burası gerçek bir bataklıktı. Yolu genişlemesine kapattığını düşünürsek "Dikkat!Çamur var!" yazması saçma olurdu. Buraya kadar gelmişken geri dönmek mantıksız olacağından yürümeye devam ettim. Zaten geri dönerken yine bu çamurdan geçecektim. Kulübün önüne geldiğimde önünde güvenliği sağlamak adına kimsenin bulunmadığını gördüm. Üzerimdeki leş gibi olmuş kazağıma ve pantolonuma bakarak yüzümü buruşturdum. Böyle içeri giremezdim. Dışarı çıkmakta olan bir kızı gördüğümde hızla yanını gittim. Kızın bakışları beni bulduğunda yüzü iğrenir gibi bir hal aldı. Kabul, üzerimdeki pisliğe bakılırsa haklıydı. Yüzüme samimi olduğuna inandığım bir gülümseme yerleştirerek " Bir şey sorabilir miyim?" dedim. Bir şey söylemeden sabırsızca başını salladı. Kırmızı ruju dudaklarından hafifçe taşmıştı ve saçlarıyla aynı renkteydi. Baygın bakışlarına bakılırsa sarhoş olmalıydı. "Size bir isim versem, içeride olup olmadığına bakar mısınız?" "Kendin bak. Acelem var." Umursamazca verdiği cevaptan sonra yine umursamazca bir hareketle yanımdan geçip gitti. Arkasından şaşkınca bakarken aralık kalan ağzımı kapattım. Sanki ben bilmiyordum içeriye bakmasını! Gözlerim dolmaya başlarken çalan telefonumla çamurlu elimi cebime sokarak cep telefonumu çıkardım. Numarayı görmemle derin bir iç çektim ve zorlukla da olsa telefonu açarak kulağıma götürdüm. "Neredesin seni aptal!" Bir süre karşı taraftan ses gelmedi. Sırtımı duvara yaslayarak "Hey!" dedim. "Orada mısın Doruk? Ciddiyim, sıkıldım bu saklambaç oyunundan." Karşı taraftan gelen ses hafif bir öksürme sesiydi. "Eylül?" Tanımadığım bir ses beni karşılayınca kaşlarımı çattım. "Evet, benim.Sen kimsin?" diye bağırdım sesimi yükselterek. "Bir arkadaş. Gelip Çelik'i almalısın." Ses tonu oldukça sakindi. Çelik, Doruk'un soyadıydı. Hemen atılarak "O nerede?" diye sordum. "O.." dedi ve birkaç saniye düşünür gibi sustu. Sonra aynı ses tonuyla devam etti. "Arafta sanırım." Kaşlarımı çatarak ne söylediğini anlamaya çalıştım. "Ne demek arafta? Ne saçmalıyorsun?" İyice korkmaya başlamıştım. O anki endişeyle arafın kelime anlamını hatırlayamadım bile. "Batak Caddesine gel. Kime sorsan söyler sana." Ayağımı yere vurarak "Oradayım zaten!" dedim. Bir süre karşı taraftan ses gelmedi. "Bekle orada. Gelip alacaklar seni." "Ne za-" Telefonu yüzüme kapattığında oflayarak beklemeye başladım. Onu sağlam bir şekilde görmeden diğerlerine haber vermek istemiyordum. Boş yere endişeleneceklerdi. Sırtımı duvara yaslamış beklerken içeriden gelen çığlıkları ve aşırı sesli olan müziği dinlemek zorunda kaldım. Ta ki siyah, son model bir araba barın önünde duruncaya dek. Arabanın temiz olması dikkatimi çekmişti. Ve tabi ki buraya geliş yönü de! Bu lanet yerin iki girişi mi vardı? Ve ben gidip her zaman ki gibi en berbatını mı seçmiştim? Şaşırma Eylül, bu ilk değil. Arabadan inen uzun boylu genç adamın bakışları beni bulduğunda duraksadı. Parmağını bana doğru salladığında gerildiğimi hissettim. "Eylül sen değilsin değil mi?" Yutkundum. "Be-benim." "O halde seni arabama hayatta almam." Kaşlarım anında çatışırken sonucunun ne olacağını umursamadan bir iki adım atıldım. "Yolun ortasına çamur döşerken bana mı sordunuz? Ne olacaktı üzerimde, gül suyu mu?" Ağzından 'hah' sesi çıktı. Bir süre bir bana bir arabasına bakarak düşündü. Siyah yeni çıkmaya başlamış sakallarını eliyle kaşıyarak ofladı. "Bin." Ses tonu aslında bunu yapmamamdan yanaydı. Ama umursamadan onun arkasından ben de arabaya bindim. Arabayı çalıştırırken yüzünü buruşturarak çamurlanmış koltuğa baktı. "Telefonda benimle konuşan sen miydin?" Cevap vermeden dümdüz önüne bakmaya devam etti. Sessizliği sevmediğim için soru sormaya devam ettim. "Arabanı pislettiğim için kusura bakma ama binmemi söyleyen sendin değil mi?" Bana öyle bir bakış attı ki sorularımı sormaya ona bakmadan devam ettim. "Doruk'a ne olduğunu biliyor musun?" Cevap yok. "Arabana böyle oturduğum için içinden sövüyor olabilirsin ama bunu yolun ortasına çamur koyarken düşünme-" "Kes lan sesini!" Araba bir anda durduğunda sesimle birlikte nefesimi de kestim. "Bağırma bana!" Anahtarı kontaktan çıkarırken ona baktım. Onun da gözleri benimkileri bulduğunda tüm ciddiyetiyle "Sinir bozucu bir sesin var." dedi ve arabadan indi. Ayakkabımı yere vurarak tabanlarındaki çamurlardan kurtulmaya çalıştım. Yaptığımı görmeden hızla ben de indiğimde anahtarı kapıdaki -görevli olduğunu düşündüğüm- adama fırlattı. Gözleri beni bulduğunda elini arka cebine atarak telefonunu çıkardı. Kulağına götürürken kollarımı göğsümde birleştirip beklemeye başladım. "O burada.Ama içeriye almanı tavsiye etmem." Yüzü iğrenir gibi bir hal aldı ve arabasına baktı. "Üstü başı çamur içinde kalmış. Batak'a ilk gelişi anlaşılan." Ses tonundaki alayı yok saymaya çalıştım. Bir an önce Doruk pisliğini görmek istiyordum. "Gönderiyorum." Telefonu kapattıktan sonra az önce arabasının anahtarlarını verdiği kel adama döndü. "Onu Gölgeye götür. Arabayı da hallet. Ben Dark'a geçiyorum." İri yarı adam onu ciddi bir şekilde onayladı ve bana döndü. O sırada beni buraya getiren gencin çoktan ortadan kaybolduğunu gördüm. Görevli eliyle geçmemi işaret ederek geçmemi buyurdu. Karşımdaki bar, -az önce gördüğüm- Shiny Club'tan daha büyük ve daha görkemli görünüyordu; Pain Place. "Acının Yeri." diye fısıldadım. Barın dış kısmı yanıp sönen mavi lazer ışıklarıyla aydınlatılmıştı. İçeriden dışarı vuran spot ışıkları karanlık caddeyi aydınlatıyordu. Burada ne işin var Doruk? Görevlinin önünden içeriye adımımı attığımda her şey normaldi. Ta ki giriş kapısıyla arasında yaklaşık 2 m bulunan diğer bir kapıyı açana kadar! İçeriye adımı attığım anda irkildim ve refleks olarak bir adım geri gittim. "İlerleyin lütfen." Görevlinin sert ve itaatkar sesi ile kendime geldim. İçeride inanılmaz bir gürültü vardı. Çalan şarkının adını çıkaramasam da oldukça tanıdık geliyordu. "Ses neden dışarıdan duyulmuyor?" Adam sanki ona ahlaksız bir soru sormuşum gibi kaşlarını çattı. "Çünkü yalıtımlı." Koluyla beni sol tarafa yönlendirdiğinde içimden 'vay be' dedim. Kimin aklına gelirdi ki? İlerlerken duvardaki resimler dikkatimi çekti. Siyah duvar kağıdının üzerine bordo ve gri ile çeşitli şekiller resmedilmişti. Oldukça ilgi çekiciydiler. Asansöre vardığımızda görevli beni içeriye ittirerek bir düğmeye bastı. "Aşağıda bekle. O seni bulacak." Alaylı bakışlarını çamurlu giysilerimde dolaştırarak tekrar yüzüme baktı. "Zor olmayacaktır." Asansörün kapıları kapanırken ona öfkeli bir bakış attım. Bu iş gittikçe daha gizemli bir hal almaya başlamıştı ve ben gerçekten meraklanıyordum. O adam telefonda arafta derken ne demek istemişti? Doruk neredeydi? Tüm bu çamurlar, Batak da neyin nesiydi? On saniye kadar sonra kapılar açıldığında sorularımın cevaplarını almayı umarak ilerledim. Duraklamama neden olan şey, bir adamın acı çeker gibi durmadan bağırması, kesik kesik inlemeler ve izleyici olduklarını düşündüğüm insanların çığlıkları ve tezahüratları nefesimi tutmama neden oldu. "Bitir işini Gölge!" Tırnaklarımı avucuma geçirerek derin bir nefes aldım ve kalabalığa doğru ilerledim. Son bir haykırış daha duyduğumda gözlerimin dolmasına engel olamadım. Bu adam nasıl bir insandı? O an aklıma gelen şeyle adımlarımı hızlandırdım. Doruk'un başına da böyle bir şey gelmişse? Allah'ım ne olur ona bir şey olmuş olmasın. Üzerimdeki çamuru umursamadan insanları itekleyerek aralarından geçmeye çalıştım. Sonunda ringe uluştığımda gördüğüm şeyle çamurlu elim ağzıma gitti. "Hadi Gölge!" Ağzıma gelen ekşimsi tadı umursamadan tüm cesaretimle bir adım öne çıkarak acımasız pisliğe bağırdım. "Ne yapıyorsun adama ,aptal?" Kalabalıktaki ses bir anda kesilerek uğultulara dönüştü. Aralarından işittiğim ve beni en fazla ürküten tek cümle şuydu. "Aptal sürtük. İşin bitti." Ringteki adam yaptığı işi bırakarak bakışlarını bana çevirdiğinde bir adım geriledim. Ancak sırtımda hissettiğim baskıyla tekrar öne doğru sendeledim. Ayağı kalkarak bana doğru ilerlediğinde bakışlarımı terlemiş ve yer yer tırnak izleri olan vücudunda gezdirmeden edemedim. Hayır, büyültecek bir vücudu yoktu. Ama hala yerde ölü gibi yatan adama baktığımda gücünün nereden geldiğini merak ettim. Elini kanayan burnuna götürerek yüzündeki tek hasarı temizledi. Ve o an hayatımda daha önce işitmediğim en soğuk sesi işittim. "Çelik'e yapılanı." Söylediğini anlamam iki saniyemi almıştı. Doruk 'a bu iğrenç şeyi mi yapmıştı? Gözlerime dolan yaşların akmasına izin verdim. O dayanamazdı. Böyle bir acıya dayanamazdı. "Ama bu zevki kendime yaşatmadığım için pişmanım. Şanslısın ha, Taner?" Bakışları kulağımın arkasında az önce iğrenç sırıtışını duyduğum adama kaydı.Nefesini ensemde hissettiğimde irkildim. "Haklısın Gölge. Çok zevkliydi. O da çok eğlendi." Hızla arkama dönerek var gücümle ona tokat attım. Gülümsemesi yüzünden silinirken birden saçlarımda hissettiğim acıyla dizlerimi kırmak zorunda kaldım. "Oyun mu oynamak istiyorsun? Emin ol senden daha sert oynayabilirim." Ellerimi göğsüne koyarak ittirdim ama bir faydası yoktu. Saçlarımdan ellerini çektiğinde yere yığıldım. Nefesim hızlanmaya başladığında elim göğsüme gitti. Gözyaşlarımın arasından diğer elimle ceplerimi yokladım. "Polis mi çağıracaksın? Sürtük, hadi çağır. Elini bileğinden ayırmam saniyelerimi alır." Şu an onu duymuyordum. İhtiyacım olan lanet şey neredeydi? Öksürmeye başladığımda nefesimin kesildiğini hissettim. Sonunda başım zeminle buluştuğunda aklımda olan tek şey Doruk'tu. Doruk'la Batu sayesinde tanışmıştık. Nehir ve Batu sürekli birlikte takılırlardı. Okul çıkışları yaptıkları kaçamaklara son sınıfta ben de katılmaya başlamıştım. Sürekli gittiğimiz bir kafe vardı, Mavi Cafe. İlk ve son kez orada içmiştim. İlk başlarda beni pek takmazdı ama sarhoş olduğum gece beni evime bırakmak zorunda kalmıştı. Belki de sarhoşluğumun verdiği dürtüyle beni öpmesine izin vermiştim. Yine ilk ve son kez. Aramız son zamanlarda iyiydi. Ondan hoşlanıyordum. O bunu benden çok önce itiraf etmişti. Üç ay sonra üniversiteye başlayacaktık. O ailesinden ayrı bir eve çıkmak istiyordu. Daha doğrusu babasından. Babasıyla ciddi problemleri vardı. Bu yüzden son sınıfın neredeyse son dört ayı farklı işlerde çalışmıştı. Annesini o adamdan kurtarmak için her şeyi yapardı. Görünüşe göre yapmıştı da. Gözlerimi yavaşça araladığımda kuruyan boğazım yüzümü buruşturmama neden oldu. O an yüzümdeki oksijen maskesini farkettim. Kahretsin, astım krizim tutmuştu. Son yaşadıklarımı beynimde canlandırmaya çalıştım. " Çelik'e yapılanı." demişti. Ringe vardığımda gördüklerim gözümün önünde canlanınca hızla oksijen maskesini çıkardım. Başımı yana eğerek öğürdüm. Dün hiçbir şey yemediğime emindim. Kapının sesini duyduğumda elimle ağzımı kapayarak gelen kişiye baktım. Beni içeriye alan görevliydi bu. Konuşmasına fırsat vermeden "Lavaboya gitmem lazım. " dedim. Bana yaklaşarak doğrulmamı sağladı. "Maskenizi çıkarmamalısınız." "Ağzımı çalkalamalıyım." diye direttim. Görevli yatağın yan tarafındaki boşluğa bakınca yüzünü buruşturdu. Haksız da sayılmazdı hani. "Gölge'ye haber vermeliyim." "Ne halt ediyorsan çabuk yap!" diye bağırdığımda sert bakışlarını üzerimde dolaştırarak odadan çıktı. Kusmuğumun iğrenç kokusu midemi bulandırırken üzerime göz gezdirdim. Hala aynı kıyafetlerimleydim. Elllerimde ve kıyafetlerimde kurumuş çamur vardı. Lanet olsun, iğrenç kokuyordum! Hemen bir duş almalıydım. Aksi takdirde tekrar kusabilirdim. Görevli gittikten sonra dakikalar geçmişti. Ama hala gelen giden yoktu. Bir an beni oyuna getirdiğini düşündüm. Başımı pek de rahat olmayan yatağın başlığına yaslamış beklerken odanın da benim kusmuğumdan farklı kokmadığını fark ettim. Ya da kusmuğumun kokusunu ezdirmemek için saçmalıyordum. Saçmalamak zaten genelde yaptığım bir şeydi. Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde parmaklarımla gözlerimi sildim. Doruk'a ne olmuştu? Gölge denilen lanet adam kimdi? Dakikalar saat gibi geçerken Batu ve Nehir'e ne söyleyeceğimi düşünüyordum. Telefonumu bulmak amacıyla cebimi yokladım. Sonuç, olumsuz. Doğrularak ayaklarımı tek kişilik yataktan sarkıttım. Yanlış hatırlamıyorsam görevli çıkarken kapıyı kilitlememişti. Daha fazla bekleyemeyeceğime karar vererek ayağa kalktım. Kapıya yaklaştığımda dış taraftan gelen ayak sesleri hızla yatağa geri dönmeme neden oldu. Kusmuğumu görmemle elimle ağzımı kapadım. Ayakta dikilirken kapının sesini duydum. Yavaşça arkama dönerken ringteki genci gördüm. O adama yaptıkları aklıma geldiğinde kaşlarımı çattım. Elimi ağzımdan çekerek bir adım geriledim. Kapıyı ayağıyla kapatarak gözlerini benden ayırmadan sırtını kapıya yasladı. "Hala Batak denen lanet yerde miyim?" diye sordum sesimin sinirli çıkmasını umursamadan. Tek kaşını kaldırarak bana bakmayı sürdürdü. Sinirlerim gittikçe bozuluyordu. Ayrıca oda iğrenç kokuyordu. "Cevap versene." Ani bir hareketle sırtını kapıdan ayırarak bana doğru geldi. Omuzlarımı dikleştirerek karşısında durdum. Cesaret hapı almadığıma emindim. Bakışlarını benden ayırarak arkamda dolaştırdı. Kustuğumu hatırladığımda bakışlarımı kaçırdım. Tekrar ona baktığımda üzerimdekilere bakıyordu. Fazlasıyla rahatsız edici bakışları vardı. Yüzünün hiçbir kası oynamadan bir elini cebine koydu ve arkasına dönerek kapıya doğru ilerlemeye başladı. "Nereye?" Cevap vermeden kapıyı açtı ve ilerlemeye başladı. Olduğum yerde dikilirken sert sesini duydum. "Beni izle." Nefesimi seslice vererek arkasından ilerlemeye başladım. Zaten koridor yan yana yürüyemeyeceğimiz kadar dardı. Karanlık yüzünden bir elim duvarda yürüyordum. Soğuk duvar ürpermeme neden olurken hala Gölge denen adamın arkasından ilerliyordum. Adımları kesildiğinde ben de durdum. Eli paslı demir kapının kolundayken omzunun üzerinden bana baktı. Yüzünün yarısı görünmüyordu. Arkamdaki parmaklıklı pencereden sızan ışık kirpiklerinin elmacık kemiklerine gölge düşürmesine neden oluyordu. Bu kadar ciddi durması canımı sıkıyordu. "Tekrar kusmayacağına garanti vermen gerek." Cidden mi? Şu anda bile bunu zor bastırıyordum. "Ne var içeride?" diye sordum fısıltıyı andıran sesimle. Dudağının kenarı kıvrıldığında benim gibi fısıltıyla çıkan sesini duydum. "Sürpriz." Kaşlarım çatılırken kapının kolunu indirdi. Burnuma dolan iğrenç kokuyla gözlerimi sımsıkı kapadım. Bu lanet kokuya rağmen benden kusmamamı bekliyordu öyle mi? Islık sesi duyduğumda gözlerimi araladım. Ağzım korkuyla aralanırken çamurlu ellerimi dudaklarıma götürerek çığlığımı bastırdım. Islık sesi Gölge'den geliyordu. Ama midemi alt üst eden bu kokunun sahibi farklıydı. Yüzüm buruşurken gözpınarlarımda biriken yaşların yanaklarımı ıslattığını hissettim. Bunu yapmış olamazlardı. Bu kadar acımasız olamazlardı. Ellerimi yavaşça ağzımdan indirirken fısıltılılı sesimle konuştum. "Do-Doruk?" Hoşlandığım çoçuk. İlk kez beni öpen, ilk kez hoşlandığımı söylediğim çocuk;ilkim. "Seni buraya onu götürmen için çağırdım. Aptal aptal ölüsüne bakman için değil." Söyledikleri sinirlenmeme neden olsa da dönüp bir şey söylemedim. Gözlerim hala isli duvarın dibindeki bedene bakıyordu. Hareket etmemesinden çok yüzünün hali korkutuyordu beni. Ölüsü... Hayır ölmüş olamazdı. Zorlukla birkaç adım atarak ona doğru ilerledim. Midemi ağzımda hissederken dizlerimi kırarak yanına oturdum. Gözyaşlarım yüzümü ıslatırken yumruk yaptığım ellerimi tereddütle yüzüne uzattım. O güzel yüzü kandan görünmüyordu. Çamurlu ellerim kanlı yüzünde gezinirken onun Doruk olduğuna hala inanamıyordum. Yüzünden gülümseme eksik olmayan çocuğun karşımda bu şekilde, cansız durmasını kendime hala yediremiyordum. "Doruk?" dedim cevap bekleyen fısıltılı sesimle. Olmadı, cevap gelmedi. Elim iğrenç sıvıda durmaya devam ederken hiçbir tepki vermiyordu. "Aşkım?" Bunu ona ilk defa söylüyordum. Garip bir duyguydu. Birine 'aşkım'demek. Ama aşkım dediğin kişinin karşında cansız bir şekilde yatması kadar garip değildi. Yanağını hafifçe tokatladım. Değişen bir şey olmadı. Gözyaşlarım yanaklarıma süzülürken yere oturarak başını dizime yasladım. "Doruk lütfen... Lütfen bir tepki ver." Odadaki tek ses benim çaresizce ve ağlamaklı çıkan sesimdi. Onu kaybetmiştim. Daha kazanamadan ona veda etmek içimi acıtıyordu. Yalnızca 18 yaşındaydı. "Ölme nolur?" Başımı son bir umut ağzına doğru eğdim ve nefesimi tuttum. Sadece onun nefes alışını duymak istiyordum. Bekledim. On saniye... Yirmi... Otuz... Göğüs kafesim sıkışmaya başladığında bile bekledim. Benden daha fazla açtı nefes almaya. Ama olmadı. Neredeyse bir dakika geçmesine rağmen duyduğum tek şey yaklaşan ayak sesleriydi. "Ne yapıyorsun aptal?" Koltuk altlarımdan çekildiğimde kucağımdaki başın düştüğünü hissettim. "Nefesini bırak!" Hala tuttuğum nefesimi hızla bıraktığımda öksürmeye başladım. Ayakta durmamı sağlayan elini kolumdan çektiğinde dizlerimin üzerine düştüm. Öksürmeye devam ederken bakışlarım yerde aynı şekilde yatan Doruk'a kaydı. Gerçek miydi tüm bunlar? Daha üç gün önce birlikteydik. Daha dün bana iyi olduğuna dair mesaj atmıştı. Şimdi ise karşımda cansız bir şekilde yatıyordu. Bizimkilere ne söyleyeceğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Bulamadım? Bizi terk etti? Öldü? "O öldü. Seni aradığımda nefes alıyordu ama gördüğün gibi şimdi o da yok. Bu yüzden yasını sonraya erteleyip şu çöpü bölgemden uzaklaştırmaya ne dersin?" Öfkeyle oldukça sakin görünen yüzüne baktım. "Çöp mü? Çöp ne biliyor musun? Çöp buradaki herkes!" Bağırdığımda yüzü kasıldı ama bu beni durdurmaya yeterli değildi. "Batak denen lanet yer de çöplük!" Yavaş adımlarla bana yaklaşarak önümde durdu. Dizlerini hafifçe kırarak bana doğru eğildiğinde elimi yumruk yaptım. "O zaman, çöpünü çöplüğümden çıkar. Yoksa onu çok iyi bildiğim bir çöp kutusuna atacağım. Ve o zaman inan bana onun bedenini bile bulamazsın." Tekrar doğrulduğunda bakışlarımı ondan ayırmadan ayağı kalktım. Tam karşısında durduğumda alayla bana bakan gözlerini görmezden gelerek konuşmaya başladım. "Ona bunu siz yaptınız. Ben buradan onunla çıktığımda ne olacak sanıyorsun?" Deli gibi ağlamak istiyordum. Titreyen sesim cesaretli olma çabamı gölgeliyordu. "İstediğim." dedi kendinden emin bir ifadeyle. "Polise gideceğim." "Ne adım atarsan at, sonucun ne olacağını biliyorsun." Başımı iki yana salladım. Tehdit miydi söyledikleri yoksa olacaklar mı kestiremiyordum. "İğrençsin." Titreyen sesime sağ yanağımdan süzülen bir damla yaş eşlik etti. "Öyleyim." dedi bakışlarını kaçırmadan. Gözlerinin elaya çalan yeşili karanlıkla savaşırken, o rengi hak etmediğini düşündüm. "Ringte o adama yaptıklarını gördüm. Acımadan dişlerini söküyordun. Sen... Sen insan olamazsın." dedim kesilmeye başladığını hissettiğim sesimle. Başını bana doğru eğerek konuştu. "Evet insan değilim. Ben Gölge'yim. Ve eğer yanlış bir davranışta bulunursan emin ol yağmurlu hava da bile peşinde olurum. Tek sorun, sen bunu fark bile edemezsin." Bir şey söylemedim. Şu an tek istediğim bir an önce bu iğrenç yerden uzaklaşmaktı, Doruk' la birlikte. Bakışlarım tekrar yerde yatan bedenine kaydığında haykırarak ağlamak istedim. Ben buraya onu alıp evine, bizimkilerin yanına götürmek için gelmiştim. Cesedini almaya değil! "Neden?" diye mırıldandım titreyen sesimle. "Niye yaptınız ki?" "Sen sürekli böyle başa mı saracaksın?" Sinirle ona baktığımda o Doruk'a doğru yürümeye başlamıştı. Hızla önüne geçerek sağ elimi karnına bastırdım. Çatık kaşlarıyla karnındaki elime bakıp bakışlarını yüzüme çıkardığında "Ona dokunma." dedim. "Ben hallederim." Elini yavaşça kaldırdığında elimi geri çektim. Eli hızla bileğimi tutarken "Bırak!" diye bağırdım. Hala sert bir şekilde bileğimi tutarken diğer elimle onu itmeye çalıştım. "Onu buradan götürmek için yirmi dakikan var. Şimdiden kokusu etrafı sarmaya başladı bile." Bileğimi bıraktığında elimle ovuşturdum. Onu nasıl çıkaracaktım? Batu'ya şu an haber veremezdim. Nehir ise öğrendiğine çıldırırdı. Ailesi ise... Şu an ki en kötü fikirdi. "Neyi bekliyorsun?" Yaşlı gözlerimle ona baktım. Asıl o neyi bekliyordu? Alayla sırıtıp kollarını göğsünde çaprazladı. "Buradan gerçekten çıkabileceğine inanıyor musun? Ben bile bazen çıkışı karıştırıyorum. Yanlışlıkla başka bir odaya girmeni istemem." Aptal gibi sırıtan yüzüne sorarcasına baktığımda omzunu silkti. "Bu gece bir ceset yeter sana." Söylediğini anlamam saniyelerimi almıştı. Ne yani? Burada başka insan ölüleri de mi vardı? "Sen nasıl bir insansın?" dedim hayretle. Bir cevap bekleyerek sormamıştım. Çünkü duygusuz pisliğin tekiydi. "Sana ne olduğumu az önce söylediğimi sanıyordum." Bir şey söylemeden Doruk'a döndüm. Yaklaşarak diz çöktüm ve ellerimi koltuk altına uzattım. Hala ağlarken onu diklemeye çalıştım. Normalde zayıftı ama şu an fazla ağırdı. "Sen ciddi misin?" Omzumun üzerinden ona baktım. Kaşlarını çatmış bana bakıyordu. "Bir arkadaşını çağırsana. Bir de senin için mi çağıralım birini?" "Kimseyi ça-çağıramam." Nefesim kesilmeye başlamıştı. Doruk'un bedenini yavaşça yere bırakıp ona döndüm. "En azından onu şu lanet yerden çıkarmama yardım edemez misin?" diye sordum çaresiz sesimle. Çamuru kurumuş elimin tersiyle sızlayan burnumu çektim. Elleri ceplerinde bana doğru geldi. Başını yana eğerek konuştu. "Taşımana gerek yok. İstersen temizletebilirim." dediğinde öfkeyle ona doğru yürüdüm. "Neyi temizliyorsun sen?" diye bağırdım. Şu anda acınası görünüyor olabilirdim ama söylediği son cümle beynimde yankı yaparken delirmiş gibi bağırmaya devam ettim. "Bir paçavra gibi buraya attığınız bedenin neyini temizliyorsun? Üzerine toprak mı atacaksın? Hah! Ne yapacaksın?" Ona vurmak istiyordum. Doruk gibi burnu, dudağı kanasın istiyordum. Duygusuz bir şekilde bana bakmayı sürdürürken başımı iki yana salladım. Aynı anda yanaklarımdan aşağı yaşlar süzüldü. "Ona Batak'ı mezar ettiniz ya?" Tek kaşını kaldırıp dinlemeye devam etti. "Hepinizi buraya gömeceğim." "Mezarım Çelik'inkine yakın olsun." Ona iğrenç bir şeymiş gibi baktım. Öyleydi de zaten. Buruşmuş yüzüme bakarak sırıttı. Nasıl bu kadar vicdansız bir insan olabiliyordu? Ah,doğru. O insan değildi; Gölgeydi. Pabucumun gölgesi. Aklıma gelen şeyle meydan okurcasına konuştum. "Kendine Gölge diyorsun ya? Gölge her zaman insanların arkasından gelir." Hafifçe sırıtarak bana doğru geldi. "Şansını zorlama ufaklık. Yoksa ikiniz için Çelik'in başka bir arkadaşını daha çağırmak zorunda kalacağım." Ne kadar bir cevap vermek istesem de kendimi tutmayı başardım. Cebinden telefonunu çıkararak birini aradı. Bakışlarını Doruk'un ve benim bedenimde dolaştırarak konuşmaya başladı. "Buraya gel hemen." Karşı tarafı dinlemeden telefonu kapattı ve cebine koydu. "Umarım onu nereye götüreceğini biliyorsundur." Kaşlarımı çatarak bir adım yaklaştım. "Bizi buradan çıkar yeter. Gerisini ben hallederim." Bana alaylı bir bakış atarak konuştu. "Eğer biraz daha bana diklenmeye devam edersen sizi bırakacağım yeri tahmin bile edemezsin." Bir şey söylemeden tekrar Doruk'un yerdeki bedenine döndüm. Onu buradan bir an önce çıkarmam gerekiyordu. Batuhan ve Nehir'i sonra halledecektim. Ve bu kendini bir halt sanan acımasız adam buraya ilk ve son kez geldiğimi sanıyorsa yanılıyordu. Buraya bir kez daha gelecektim. Ama yalnız değil! Nefesimi içime çekip orada tuttuğum süre boyunca omuzlarım titremeye başlamıştı. Elimi boğazıma koyarak beklemeye devam ettim. Nefesimi bırakmayı omzumdan ittirilince akıl edebilmiştim."Bu ikinci oluyor." diyerek sert bakışları altında arabanın arka kapısını açtı. Beni buraya getiren adamdı bu. Takmamaya çalışarak Doruk'un bedeninin yanındaki yerimi aldım. Kapıyı üzerime sertçe kapatarak dışarıda bekleyen Gölge'nin yanına gitti. Beni işaret ederek anlattıklarını az çok tahmin edebiliyordum. "Bu kızın arabamda ne işi var?" "Başkasının yaptığı pisliği neden biz temizliyoruz?" Gölge'nin bakışlarını üzerimde hissettiğimde ıslanan gözlerimi silerek Doruk'a döndüm. Nefes alış verişlerim normale dönerken iç çektim. Bu gerçek miydi? Sevdiğim adam karşımda cansız bir şekilde duruyordu. Bunu annesine nasıl söyleyecektim? Alışmam zor olacaktı. Çok zor. Arabanın ön kapısı açıldığında toparlanarak elimle Doruk'unkini tuttum. Soğukluğu beni ürpertse de tutmaya devam ettim. Üstü kurumuş kanla kaplı elini sıkıca tuttum. Dikiz aynasından göz göze geldiğimizde bakışlarını kaçırdı. "Kaybın için üzgünüm." Ağzımdan 'hah' diye bir ses çıkmasına engel olamadım. Bu neydi böyle şimdi? "Kaybın için üzgünüm." Benimle dalga geçme yolları bu muydu? Zaten her şey onlar yüzünden olmuşken şimdi karşıma geçmiş üzgün olduğunu mu söylüyordu? Bir şey söylemeden Doruk'un güzel yüzüne baktım. "Bak anlıyorum zor ama-" "Sakın! Beni anladığını söyleyemezsin!" Susarak bana baktı. Beni anladığını söyleyemezdi. Şu durumda kimse söyleyemezdi. "Peki. Bir şey demiyorum." dedi ve sustu. Birkaç dakika sonra araba durduğunda diklenerek kapıyı açtım. O da inerek yanıma geldiğinde Doruk'u arabadan çıkarmasını izledim. Duvarın dibine öylece bırakırken "Yavaş." dedim. Bakışları kısa bir süre bende durduktan sonra beklediğim gibi sırtını yavaşça duvara yasladı ve karşımda durdu. "Oldu mu?" "Git şimdi." Kaşlarını çatarak bana baktığında "Gitsene!" diye direttim. "Bana bak küçük kız. Sinir katsayım arttığında ne yapacağımı o küçük beynin algılayamaz bile. Bu yüzden bana diklenmeyi kes." "Defol." dedim sakince. Eliyle yakasını düzelterek sabır diler gibi havaya baktı. "Ne halin varsa gör." Arabasına binip gittiğinde Doruk'un yanına diz çöktüm. Elimle yüzünü okşarken ne kadar masum göründüğünü düşündüm. Artık sesini duymayacağımı düşünmak beni deli ediyordu. Batuhanları hala aramamıştım. Nasıl söyleyecektim en yakın dostunun öldüğünü? Cebimdeki telefonu çıkardım. Bir sürü cevapsız çağrı vardı. Annemden, Batuhan'dan, Nehir 'den... Ilk önce Batu'yu aradım. Kısa sürede açmıştı. "Eylül? Sonunda, orada mısın?" Tekrar akmaya başlayan gözyaşlarımı tutmaya çalışmadım bu sefer. Boğazımdan çıkan hıçkırığı da. "Kahretsin ! Ağlıyor musun sen?" Cevap veremedim. Ağlamaya devam ettim sadece. Belki de saatlerdir tuttuğum gözyaşlarımdı bunlar. Doruk 'a vedamdı. Her şeyin farkına varışımın kanıtıydı ; Doruk artık yoktu. "Eylül? Nerdesin canım? Söyle yanına geleceğim." "Ben..." Devam edemedim. Nerede olduğumu bilmiyordum. "Bilmiyorum." "Etrafına bak. Tarif et işte çıkıyorum yola." Arkada duyduğum hareketlilikle arabaya bindiğini anladım. Ben de etrafıma göz atıyordum. Karanlık, sessiz, yıkık evler. Nereye bırakmıştı bizi böyle? "Bilmiyorum çok karanlık." Bi küfür mırıldandığını duydum. "Bana yardımcı olman lazım Eylül. Bir şey bulmaya çalış." Doruk'un kafasına dikkat ederek ayağı kalktım. Etraf karanlıktı. Karanlıktan hiç bu kadar korkmadığımı fark ettim. Çünkü bu karanlığın diğerleri gibi olmadığını biliyordum; Hiç bitmeyecekti. Birkaç adım atarak etrafa göz gezdirmeye devam ettim. Beynimde canlanan görüntüyle gözlerimi kocaman açtım. "Eylül?" İrkilerek etrafıma baktım. Doruk yerde yatıyordu; cansız bir şekilde. "Eylül orada mısın?" Sesin elimdeki telefondan geldiğini anlayınca derin bir nefes aldım. "Buradayım." diye cevapladım kendimin bile zor duyduğum bir sesle. "Bakıyorsun değil mi?" Sanki ne yaptığımı görüyormuş gibi başımı salladım. "Eylül korkutma beni." "Nerede olduğumu biliyorum." Arabanın fren sesini duyduğumda "Dikkatli ol!" diye bağırdım. Değer verdiğim birine daha bir şey olmasına izin veremezdim. "Sorun yok neredesin?" Çaresizce mırıldandım. "Batak'tayım" ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD