2-ACI

2614 Words
Dakikalar saat gibi akıp giderken Doruk'un başını kucağıma koymuş bir ileri bir geri sallanıyordum. Elim üşümüştü. Onun elini ısıtmaya çalışırken ikimiz birden üşüyorduk. Batak' tan çıkıp çıkmadığımızı bilmiyordum. Batuhan'a Batak'ta olduğumuzu söylememin nedeni caddenin, evlerin duruşunu Batak' ın girişine benzetmemdi. Belki de beni buraya bırakan çocuk bu taraftan girmişti Batak denen lanet yere. Umarım Batuhan doğru yolu bulup buradan gelirdi çünkü ön taraftan arabayla gelmesi imkansızdı. Başımı duvara yaslayarak beklemeye devam ettim. Kuruyan gözpınarlarım acıyordu. Doruk'a bunu yapanlara günlerini gösterecektim. Onu bizden alanların ellerini kollarını sallayarak etrafta dolanmalarına, hayatlarına devam etmelerine müsaade etmeyecektim. Gözlerimin önüne gelen gülüşünü hatırladıkça bir daha onu göremeyeceğim düşüncesi kaplıyordu beynimi ve çok korkuyordum. Öyle ya da böyle ona çok alışmıştım. Şimdi yokluğuna alışmak zor olacaktı. Kulağımı dolduran fren sesi ile gerçek dünyaya döndüm. Gözlerimi kamaştıran farların sahibini iyi biliyordum. Hafifçe tebessüm ettim. Gelmişti, sonunda. Arabadan hızla inerek aynı hızla kapıyı kapattı. Çok geçmeden gözlerimiz buluştuğunda başımı arkamdaki duvara yasladım. Gelmişti, Doruk rahat bir şekilde ulaşacaktı sonsuzluğa; daha fazla acı çekmeden... Bakışları kucağıma kaydığında duraksadı. Kim olduğunu anlamaya çalışır gibiydi. Aslında anlamıştı da. Sadece kendini 'o olamaz' diye avutmaya ya da alıştırmaya çalışıyordu. Yutkundum. Boğazım kurumuştu. Dudaklarımı zorlukla hareket ettirerek o kelimeyi söyledim. "O..." Aynı şekilde durmaya devam ederken gözlerinin dolduğunu gördüm. Başını hızla iki yana sallarken gözyaşı yanağını ıslattı. Kabullenemiyor gibiydi, ben de öyleydim. Ama şimdi cansız bir şekilde kucağımda yatarken başka bir şeye inanmak saçma olurdu. "Hayır... Hayır hayır... O olamaz hayır..." dizlerinin üzerinde yere düşerken elleriyle yüzünü kapattı. Omuzları sarsılarak ağlarken benim gözyaşlarım da ona eşlik etti. Bize yapılan koca bir haksızlıktı. Canımız yanıyordu. Nehir'in öğrendiğinde ne hale geleceğini merak ediyordum. Yakınlardı. Doruk onun sahip olamadığı erkek kardeşiydi. Batu' nun dostu, benim ise yeni bulmuşken kaybettiğim sevgilimdi. Hava sıcak değildi. Aksine dışarıda yağmur yağıyordu. Ama sanki birileri sırtımdan aşağı kaynar su döküyormuş gibi hissediyordum. Boğazım kurumuştu. Midemde bir ağrı vardı. Açlıktan olduğunu söylediler ama aç hissetmiyordum. Canım hiçbir şey istemiyordu. Ne bir şey yapmayı ne de dışarıya çıkmayı. Kimse ne olduğunu anlamadı. Anlayamadı. Anladığını söyleyenler ise yalnızca kendini kandırıyor, bizi ise avutuyordu. O gece Batuhan Doruk'u zorlukla arabaya yerleştirdi; Ardından beni.Bozuk plak gibi takılmıştım. Polislere bir şey anlatamadım. Ağzımı açıp 'Bunu yapanların kim olduğunu biliyorum" diyemedim. Korktuğumdan değil, sadece konuşamamıştım işte. Hastanede Doruk'un annesinin yanında küçük bir kriz geçirmiştim. Bu yüzden kendimi suçlu hissediyordum. Zaten içi kan ağlayan bir anneyi yanında ağlayarak daha da üzmüş, Doruk'un artık olmayacağını kabullenmesini sağlamıştım. Polislere gelince, cenazeden sonra tekrar ifadem alınacaktı. Ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Bir saniye, elimdeki seçeneklere bir göz atmalıydım. -Onu nerede buldun? -Onu Batak denen lanet yerde ölü buldum. -Yanında kimse var mıydı? -Evet. -Gölge denen lanet herif vardı.- Hayır. -O aptal caddede kafama göre dolaşırken içeri girip bi bakayım dedim ve Doruk'u gördüm.- Ah, gerçekten güzel kurguydu. Gölge denen herifi korumaya niyetim yoktu. Ne biliyorsam anlatacaktım. Belki Doruk'a yapılanların yarısı kadar bile olmazdı intikamım ama en azından yakalanmalarını bilmek az da olsa güven verecekti, yani umarım. Öte yandan Nehir; Öğrendiğinde verdiği tepkiyi hatırladıkça ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Önce tepkisiz kaldı. Gözleri bir noktada sabit, tıpkı ben polislere ifade vermeye çalışırkenki gibi. Sonra yalnız kalmak istediğini söyleyerek kendini odaya kilitledi. Bir süre ses gelmedi. Ardından koca bir haykırış kanımızı dondurmaya yetti. Batu'nun aniden kırdığı kapının farkına varmadım bile. Nehir hıçkırarak ağlarken Batu ona sıkıca sarılmıştı. Ben ise sırtımı duvara yaslayarak yere çökmüştüm. Ne hale gelmiştik böyle? Nasıl eskisi gibi devam edecektik? 20 Haziran artık benim için farklıydı. Ölmekti, acıydı. "Hadi sarı, vakit geldi." Bakışlarımı dışarıda yağan yağmurdan hızla çekerek arkama baktım. Kalbim kulaklarımda atarken ağzım şaşkınlıkla aralandı. "Ama..." "Şşş." diyerek susturdu beni. "Çok kırıldım sana." Sesi kırgındı ve yüzünde acı bir tebessüm vardı. "Neden? Ben bir şey yapmadım ki." Başını iki yana salladı. "Evet yapmadın. Ben orada son nefesimi verirken hiçbir şey yapmadın." Onaylamazca "Hayır! Hayır denedim gerçekten. Kontrol ettim. Yaşamıyordun." dedim. "Yaşıyordum ama bir önemi yok artık." "Yaşamıyordun ki." Gülümsedi. Çaresizce gülümsedi. O masum gülümseyişi ona çok yakışıyordu. "Söyledim ya, bir önemi yok artık. Gitme vaktim geldi." "Gitme lütfen." diye yalvardım ağlamaklı sesimle. "Senden bir şey isteyebilir miyim sarı?" "Sakın bana mutlu ol deme Doruk." dedim başımı onaylamazca iki yana sallayarak. "Bataktan uzak dur." Uzanarak elini tuttuğumda avucumun yandığını hissettim. Omzumun sarsılmasıyla hızla gözlerimi açtım. Karşımda Batu vardı. "İyi misin Eylül?" Üzerimdeki pikeyi kenara iterek ayağı kalktım. Etrafı gözlerimle tararken onu görmeyi amaçlıyordum. Ama yoktu, gitmişti. "O nerede?" diye sordum Batu'ya dönerek. Bana sorarcasına baktı. "Kim Eylül? Kim buradaydı?" Sesinden endişelendiği belli oluyordu. Avucum kaşındığında hızla kaşıdım. "Neyin var senin?" "Bilmiyorum. Avucumun içi yanıyor sanki." Elime uzanarak nazikçe tuttu. Kaşları çatılırken avucuma baktım. Yer yer kızarmıştı. "Kızarmış. Kaşıdın mı?" "Kaşındığı için kaşıdım." "Uykunda kaşımışsın işte. Rüya mı gördün?" Hafifçe tebessüm ettim. "Evet. Sonra anlatırım. Vakit geldi mi?" Başını onaylarcasına salladı. "Vakit geldi." "Gidelim mi?" Kolunu girmem için uzattığında omzumdaki siyah şalı başıma örttüm ve koluna girdim. Nehir ailesiyle gelecekti. Ben burada -Doruk'un evinde- kalmıştım. Batu'da sabah gelmişti. Onu sonsuza dek toprağa gömmek... Çok zor olacaktı. Evden çıkıp arabaya binerken aklıma Doruk'un söyledikleri geldi. "Batak'tan uzak dur." Her şey çok çabuk olup bitmişti. Doruk' un üzerine toprak atılırken annesinin feryatları, Nehir'in hıçkırıkları ve Batu'nun onlara destek olmaya çalışırkenki direnişi... Gözlerim yanıyordu. Ne kadar ağlamak istesem de bir türlü yaş akmıyordu. Ağlama kotamı doldurmuştum sanırım. Aklıma Doruk'un söyledikleri geldiğinde kendimi derin bir düşünmenin içinde buldum. Yaşıyordum mu demişti? Hayır, hayır! Kesinlikle nefes almıyordu. Yoksa onu orada öylece bırakmazdım. Evet, yaşamıyordu. "Ölmüştü." diye mırıldandım. "Efendim canım?" diye soran kişiye baktım. Cenaze evinde yardıma gelenlerden biriydi. Başımı iki yana sallayarak "Yok bir şey." dedim ve ileride gelip gidenleri karşılayan Doruk'un babasına doğru ilerledim. Cenazade hiç konuşmamıştı. Sürekli bir şeyler düşünüyormuş gibi düşüncelere dalıyordu. Pişmandı sanırım, olmalıydı da ama artık çok geçti. Yanına geldiğimi gördüğünde bakışlarını kaçırdı. Ne söyleyeceğimi az çok tahmin ediyordu anlaşılan. "Nasılsınız?" Bakışlarını tekrar bana çevirdiğinde afallayarak bana baktığını gördüm. Sorum onu şaşırtmış olmalıydı. "İyi olmaya çalışıyorum." Hah! İyi olmaya çalışıyormuş! "Doruk son günlerde neden ortalıklarda görünmüyordu?" Kaşlarını çatarak bana bakmayı sürdürdü. "Bunu neden bana soruyorsun?" "Neden mi?" sesimin tonunu düşük tutmaya özen göstererek devam ettim. "Babası olduğunuz için olabilir mi? Aslında hiç olmayan babası..." Vücudunu tamamen bana dönerek karşımda durdu. Az önceki halinden eser yoktu diyebilirdim. "Sen kim oluyorsun da benimle böyle konuşabiliyorsun?" "Sizin yüzünüzden Doruk o hale gelmişti. Sırf annesiyle birlikte bu evden, sizden kurtulmak için yapmadığı şey kalmamıştı. Sonucu ne oldu peki?" "Bu kadar yeter küçük hanım. Evimden hemen gitmeni istiyorum. Bana yoksa bile ölen arkadaşına saygın olsun." Yanımıza doğru gelen Batu'yu gördüğümde hızla evin kapısına doğru ilerledim. Şu anda kimseyle konuşacak durumda değildim. Dışarı çıktığımda siyah kalabalığın arasından ürkekçe geçerek bahçeden dışarı çıktım. Sırtımı duvara yaslayarak derin bir nefes aldım. Ne kadar düşüncesiz bir babaydı. Kabul, ben de babamla çok iyi bir baba kız ilişkisi içinde değildim. Ama bu kadarı da fazlaydı. O, çok iyi bir evlattı. Cebimdeki telefonum titrediğinde üşengeçce cebimden çıkardım. Sabahtan beri susmamıştı. Ben Batak'ta kaybettiğimi sanıyordum ama eve geldiğimde telefonum cebimdeydi. Birisi daha başınız sağ olsun dersene ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Şu an sadece telefonu suratına kapatmak iyi bir fikir gibi geliyordu. Ekrana baktığımda kayıtlı olmadığını gördüm. Ne güzel, en azından açmamak için iyi bir nedenim var. Kapatarak etrafa bakmaya devam ettim. Tekrar titrediğinde büyük bir iç çekişle ekrana baktım. Gözlerim endişeyle açılırken hızla dışarıya göz gezdirdim. Kim, nasıl arıyordu ki bu numaradan? Kapanmasına fırsat vermeden açtım ve kulağıma götürdüm. "Kimsin sen?" Birkaç saniye karşı tarafın sessizliğini dinledim. Sabrım tükenmek üzereyken aklıma dün gece geldi. Beni Doruk'un telefonundan aramıştı. Gölge denen herif olmasını dileyerek öfkeyle sorumu yineledim. "Kimsin dedim!" "Batak'a gel." Ağzımdan hah diye bir ses çıktı. "Kim olduğunu sanıyorsun sen?" Soğuk bir sesle cevapladı. "Bildiğini sanıyordum." "Hiçbir yere gelmiyorum aptal!" "Buraya gelmek için yarım saatin var. Aksi takdirde arkadaşının telefonunu yok etmek zorunda kalacağım ve emin ol bana aptal demenin cezasını oraya gelerek ödetirim." Telefon kapandığında bir süre olayın etkisinde kalarak hareket edemedim. Oydu. Arayan Gölge denen adamdı. Doruk'un telefonunu ondan almam gerekiyordu. Ama oraya tek gitmeye korkuyordum. Ayrıca bu konuyu henüz polise bile anlatmamıştım. Cenazeden sonra ifadem alınacaktı. Konuşmaya hazır mıydım bilmiyordum. Batuhan'dan habersiz oraya gitme fikri pek parlak durmuyordu. Telefonumun saatine baktım. Üç dakika geçmişti. Oraya gitmek yirmi dakikadan fazla sürecekti. Bu adam neye güvenerek yarım saat demişti? Bahçeye göz gezdirdim. Çoğu kişi çardakta toplanmış ikramlardan yiyordu. Batuhan'ı görme umuduyla çevreye bakındım ama yoktu. Eve arkamı dönerek ilerlemeye başladım. Belki yaptığım şey koca bir yanlıştı. Ama içimden bir ses gidip yüzleşmem gerektiğini söylüyordu. Tek yapmam gereken o lanet yere arka taraftan girmeyi başarmaktı. Aksi takdirde tekrar bir çamur banyosu yapabilirdim ve bu şu an isteyeceğim en son şeydi. Yaklaşık yirmi dakikadır taksideydim. Şoföre Batak dediğimde emin olmak için birkaç defa sormuştu. Başta bilmediği için sanmıştım ama orasının tekin bir yer olmadığını söylediğinde gülümsemiştim. Tekin olmadığını benden iyi kimse bilemezdi. Taksi durduğunda camdan dışarı baktım. İki ayrı yol vardı. Dün gece böyle bir yol gördüğümü hatırlamıyordum. "Neden durduk?" "Ben buradan ileri gidemem kızım. Kusura bakma." Sesinde çaresizlik vardı. Batak'tan ne kadar korkuyorlardı böyle? "Sorun değil. Ne taraftan gitmeliyim bilmiyorum." Eliyle sol taraftaki yolu gösterdi. "Bu taraf direk o adamın yerine gidiyor." Başta söylediği şeyi anlamamıştım. Ancak sonra aklıma Gölge geldi. Tabi ya! O adam! Adamlığı kerpetenle diş sökmek sanan adam. "Teşekkürler." diyerek parayı uzattım ve taksiden indim. Sürücü hızla uzaklaşırken derin bir nefes alarak söylediği yoldan ilerlemeye başladım. Kollarımı göğsümde bağlamış yürürken, etrafta hemen hemen hiç ağaç olmadığını fark ettim. Sokak dardı; insanı geren bir havası vardı. Yaklaşık beş dakika sonra sonunda yerleşim yerine benzeyen bir şey gördüğüm için şükrettim. Bir an adamın beni yanlış yönlendirdiğini düşünmüştüm. Uzun, düz çatılı bir şeydi bu. Sanki küçük yerleşim yerlerindeki sağlık ocaklarına benziyordu. Ya da bir...hapishaneye. Evet, yalnızca birkaç santim daha alçaktı. Telefonumun çalmasıyla duraksadım. Az önce tanımadığım için açmadığım numara arıyordu. O olacağını düşünerek açtım. "Evet?" "Bu nasıl bir resmiyet böyle? Benden bu kadar korktuğunu düşünmemiştim." Özgüveni karşısında kaşlarımı çattım. Görmesini dilerdim. "Numaran kayıtlı bile değil." Birkaç saniye ses gelmedi. Ardından az önceki alaylı sesinin aksine sert bir tonla konuştu. "Umarım beş dakika içinde burada olursun." Duyduğum sinir bozucu sesle kapattığını anladım. Koca bir of çekerek ilerlemeye devam ettim. Az öncekinin aksine hızlı ve birazcık, endişeli adımlarla. Biraz sonra o çocuğun Doruk'la beni bıraktığı duvarı gördüm. Ellerimi yumruk yaparak yürüdüm. Ta ki Pain Place'i görene kadar. Adına bakınca Shiny Club kadar şaşırmıyordum. Çünkü burası tam da dendiği gibi Acının Yeri ydi. Kapıdaki görevli beni gördüğünde gözlerini kısarak üzerimi inceledi. Geldiğim yöne bakarak sırıttığında kaşlarımı çattım. "Bir sorun mu var?" "Doğru yolu bulmuşsun." dedi alayla. Hah! Üzerimde çamur olmasını falan mı bekliyordu? "Bir tuzağa iki kez düşmem." dedim bilmişcesine. Onaylayarak aynı sinir bozuculukla karşılık verdi. "Aklı olan kimse düşmez. Gölge seni bekliyor." diyerek kapıyı geçmem için açtı. Kapıdan içeriye geçerken duraksadım ve ellerim kulaklarıma gitti. Bana garip bir yaratıkmışım gibi bakarken omuz silktim. "İçeride fazla ses var. Aç artık şu kapıyı." Kapıyı sabır dilercesine bir nefes vererek açtığında beklediğim gibi bir ses şöleni beni karşıladı. Hızlı adımlarla görevliyi takip ederken bir yandan etrafa göz gezdiriyordum. İçerisi bayağı büyüktü. Spot ışıklarının yanıp sönmesi gözlerimi kamaştırıyordu. Asansörün önüne geldiğimizde durdum. "Eğer yine aşağıdaysa söyle ona gitmek istemiyorum. O gelsin." Kaşlarını kaldırarak beni incelerken başını onaylamazca salladı. "Aşağıda değil. Ama bu isteğini yine de iletebilirim." "Kalsın." diyerek açılan asansöre bindim. Görevli ikinci kata basarak asansörden indiğinde kaşlarımı çattım. "Gelmiyor musun?" "Kalsın." diyerek alayla güldü. Bu adam gerçekten fazla sinir bozucuydu. "O seni bulur. Asansörden indiğinde direkt karşındaki salona gir." Asansörün kapısı kapanırken ona dil çıkardım. Aptal adam! Böyle bir yerde aklı başında birini bulmak mantıklı gelmiyordu zaten. Asansörden inerek etrafa bakındım. Karşımdaki salon epey genişti ve sanırım kapısı yoktu. Duvarlar bordo, yer yer siyah renkteydi. Çekimser adımlar atarak salonun girişine geldim. İçeride en az otuz kişi vardı. Bazıları bir köşede sohbet ederek içiyor, bazıları ise bilardo oynuyordu. Bazıları olan diğer kısımdan bahsetmek bile istemiyordum. Onlar yiyişen kesimdi sanırım, evet ; böyle söylemek daha mantıklıydı. En köşedeki bilardo masasının önünde onu gördüm. İstekanın ucunu siliyordu. Tereddütle elimi kaldırarak ona seslendim. "Hey! Gölge bozuntusu! Ben geldim." Salondaki herkes bir anda sessizliğe büründüğünde tüm bakışlar bana çevrilmişti, onunkiler de dahil. Sessizlik yavaş yavaş uğultulara dönüştüğünde havada duran elimi indirdim. Elindekini yavaşça masaya bırakarak bakışlarını benden ayırmadan bana doğru gelmeye başladı. Çatık kaşlar, sert bir yüz ve kendinden emin adımlarla. Sanırım nefes alamıyordum. Geriye doğru ürkek adımlar atarken bana doğru öyle hızlı yürümeye başladı ki bir anda arkama dönerek koşmaya başladım. Gölge bozuntusu dememe mi kızmıştı? Olan bir şeyi söylemek ne zamandan beri suç sayılıyordu? Onun kıymetli onurunu düşünemeyecek kadar yorgun hissediyordum. Arkamda hiçbir ses duymayınca duraksayarak omzumun üzerinden arkaya baktım. Hiç kimse yoktu. Gümbür gümbür gelen müzik sesi ile alt kata kadar koştuğumu anladım. Derin bir nefes vererek elimi göğsümün üzerine koydum. Telefonu sonra da alabilirdim, yani sanırım. Arkama dönmemle vücudum sert bir duvara çarptı. Sımsıkı kapadığım gözlerimi açtığımda bunun bir duvar değil, gövde olduğunu gördüm. Boynu, dudakları ve gözleri... Hayır! Bu kesinlikle bir duvar değildi. Bir adet Gölge'ydi. Çatık kaşları ile bana bakarken yavaşça yutkundum. "B-ben..." "Sen," diyerek sertçe sözümü kesti. "Kim oluyorsun da benim mekanımda bana, laf kalabalığı yapıyorsun?" Müziğin sesini bastırmak için bağırıyordu ve ben bana bağırılmasından hoşlanmazdım. "Doruk'un telefonunu ver." diyerek elimi uzattım. "Sen önce bana cevap ver!" Uzanarak kolumu sıktığında dudaklarımı birbirine bastırdım. "Bırak, ne yapıyorsun?" "Yaptığın saçmalık için özür dile." Kolumu çekmeye çalışırken "Özür falan dilemeyeceğim." diye tısladım. Kaşlarını çatarak yüzüme doğru eğildi. "Karşında kim olduğunu unutuyorsun galiba." Ağzımdan 'hah' sesi çıktı. Yüz ifadesi sertleşirken, yanıp sönen ışıklar yüzüne gölge düşürüyordu. Gölge... Hafifçe sırıttım. Aslında daha çok alayla. "Sana Gölge dememi bekliyorsun değil mi?" Büyük bir cesaretle diğer elimi kaldırarak avuç içimi gösterdim. "Bunu yalarsın." Müthiş bir hızla kolumu arkama bükerek yüzümü duvara yapıştırdığında acı bir çığlık attım. Tabi duyulduğundan emin değildim. Duyan olsa bile gelip yardım etmezdi. "Bırak!" "Sana laflarını ödeteceğim." Diz kapağımın arkasında hissettiğim baskıyla boynumu zorlukla hareket ettirerek aşağıya baktım. Dizini oraya dayamıştı. Hareket etmemi zorlaştırıyordu. Arkamda hissettiğim hareketliliğin ardından bir paket sesi duydum. Ne yapıyordu? Çenemi sıkıca tuttuğunu hissettim. Yana doğru çevirirken elindeki beyaz hapı gördüm. Gözlerim korkuyla açılırken dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. "Aç şu ağzını." Diğer eliyle çenemi tutarken hap olanıyla dudaklarımı aralamaya çalışıyordu. Gözlerim yanmaya başlamıştı. Ağzımdan çıkan boğuk iniltiler bir işe yaramıyordu. Parmaklarının dudaklarımı araladığını hissettiğimde başımı çevirmeye çalıştım. Ama boşunaydı. Açılan aralıktan hapı atarak avucunu sıkıca ağzıma bastırdığın debelenmeye başladım. Koluyla boynuma baskı uygularken ağzımda biriken sıvıyı yutmamak için direniyordum. "Yut şunu." Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatırken yumruk yaptığım ellerimle duvara vurmaya başladım. Nefesimin kesildiğini hissederken ayaklarımın topuklarını sertçe yere vurdum. Elleri birden ağzımdan çekilmişti. Yere yığıldım. Durmadan öksürürken boğazıma kaçan şeyle öksürüklerim derinleşti. Elimle göğsümü sıkmaya başladım. Birden bir çift el koltukaltlarımdan tuttu. Konuşmaya mecalim yoktu. Havalandığımı hissettiğimde elim hızla sırtına gitti. Beni nereye götürdüğü hakkında en ufak bir fikrim yoktu. O lanet şeyi yutmuştum. Tekrar bir öksürük nöbetine girerken bir kapıyı açtığını duydum. Ardından bir tane daha. Beni yere oturttuğunda ne yapmaya çalıştığını idrak etmeye çalıştım. "Dön arkanı." diyerek beni çevirmeye çalıştı. "Ne yapı-" Ağzımın dibindeki klozeti görmemle hızla geri çekilmeye çalıştım. Elini enseme sertçe koyarak hareket etmemi engelledi. "Kus." dedi emredici bir tonla. "Saçmalama." diye mırıldandığımda sesimi duyduğundan şüphe ettim. Enseme öne doğru baskı uyguladığında ellerimi klozetin iki yanına koyarak dengede durmaya çalıştım. "Kusuyor musun yoksa müdahale edeyim mi?" Başımı iki yana salladım. "Yapamam." Böyle birden kusmamı nasıl beklerdi? Nefesini seslice verdiğini duydum. Bir eli hala ensemdeyken diğerini ağzıma soktu. Ne olduğunu anlamadan parmağını küçük dilimde hissettim. Boğazımdan iğrenç bir öğürme çıktı, ardından da midemde ne varsa klozete boşaldı. Gerçi iki gündür düzgün bir şey yememiştim ama rahatladığımı hissediyordum. Dizlerimin üzerinde doğrularak elimle ağzımı kapattım. Ona baktığımda ellerini yıkıyordu. "Neden yaptın?" diye sordum güçsüz çıkan sesimle. Suyu kapatarak kalçasını mermere yasladı. "Astımın yok mu senin?" Başımı 'evet' anlamında salladım. Bana bu yüzden yardım etmiş olamazdı. "Polisleri başıma toplamak parlak bir fikir değil ha?" Ah, en azından polise gideceğimi anlamıştı. Ama bu yardımının bir şeyi değiştireceğini düşünmüyordum. Doğrularak ellerini ceplerine soktu. "Ama Batak'ın dışında olsaydık, emin ol arkama bakmadan uzaklaşırdım." Çatık kaşlarla ona bakarken banyodan çıkışını izledim. Ellerimi saçlarıma geçirerek öfkeyle çektim. Benim bir başıma burada ne işim vardı ki? "Gidebilirsin." Banyonun kapısına yaslanmış bana bakan onunla göz göze geldiğimde yerden destek alarak ayağı kalktım. Göz ucuyla aynaya baktığımda ne kadar berbat göründüğümü fark ettim. Saçlarım birbirine girmişti. Gözlerim kızarmış, maviliği ben buradayım diyordu. Bıkkın bir ifadeyle ona döndüm. "Telefon?" "Bir dahaki sefere." dedi umursamaz bir tavırla. Yüzüm şaşkın bir şekil alırken "Senin derdin ne?" diye bağırdım. Kaşları çatılırken yutkundu, yutkundum. Onunki sabır diler gibiydi. Benimki ise daha çok korkudandı. Ah, hayır! Tabi ki de korkmuyordum. Sadece bu sefer hap yerine başka bir şey vermesi düşüncesini değerlendiriyordum o kadar. "Benim bir derdim yok. İnsan gibi gelip telefonu isteseydin bir daha ne sen buraya gelmek zorunda kalacaktın ne de ben senin yüzünü bir daha görecektim." Geçmem için geri çekilerek yol verdiğinde başımı iki yana salladım. Yanından geçerken duraksadım. Tereddütle dudaklarımı konuşmak için araladığımda bakışları bana kaymış, ne yaptığımı anlamaya çalışıyor gibiydi. "Bana anlatsana." dedim sonunda. Gözlerini kısarak kollarını göğsünde bağladığında gerildiğimi hissettim. Ama ne kadar korkunç olursa olsun o gece hakkında bir şeyler öğrenmek istiyordum ve bunu bana sadece o anlatabilirdi. "Neyi?" "O geceyi." Kaşlarını sorarcasına havaya kaldırdığında derin bir nefes vererek cevapladım. "Doruk'un buraya geldiği geceyi. Anlatır mısın?" Kaldırdığı kaşları çatılırken tepkisiz bakışlarını üzerimde gezdirdi. "Hayır." Hadi ama! Bu kadar kesin konuşmak zorunda mıydı? "Neden?" "Gerçekten burada oturup seninle sohbet edeceğimi falan mı düşünüyorsun sen?" Bunu gerçekten düşünmüştüm. Şimdi ise hata yaptığımın farkına varmıştım. Sadece Doruk'un o gece neler yaşadığını merak ediyordum. Bunu bana ondan başka kimse anlatamazdı. "Lütfen bilmek istiyorum." Yüzüne umutla bakarken vereceği cevabı bekledim. Birkaç saniye sessizce bana baktı. Ben de sabırla tamam diyeceği anı bekledim. Bu süre zarfında zaman geçirmek için her zaman yaptığım şeyi yaparak onu incelemeye başladım. Gözleri yeşildi. Normalde nasıllardı bilmiyordum ama şu an sanırım bana sinirliydi ve bu yüzden koyulaşmışlardı. Burnu büyük değildi. Aslında oldukça biçimliydi diyebilirdim. Sağ gözü ile saçlarının başladığı yer arasında bir ben vardı. Bunu şu an fark etmiştim. Kötü durmuyordu. Aslında dikkat çekiciydi. Yine yüzünün bazı yerlerinde dikkatli bakıldığında belli olan küçük benler vardı. Ademelması hafif çıkıntılıydı ve sanırım az önce yutkunmuştu. Bakışlarımı daha yukarı çıkararak tekrar gözlerine baktım. Kaşlarını çatmıştı. Gözlerimi kısarak ona bakmayı sürdürdüm. Neden bu kadar tuhaf bakıyordu ki? "Ne yapıyorsun aptal?" Gözlerimi kırpıştırarak kendime geldiğimde ona az öncekinden daha yakın olduğumu fark ettim. Geri çekildiğimde hala çatık kaşlarıyla bana bakıyordu. "Anlatacak mısın?" diye sordum umutla. Bıkkınlıkla nefesini verdi. "Hayır. Anladın mı, hayır!" Tam ağzımı açacakken kolumdan sıkıca tuttu ve beni odaya kadar sürüklercesine götürdü. "Bırak!" Daha fazla sıktığında ağzımdan bir inilti çıktı. "Tamam gideceğim." Odanın kapısını açarak boş koridorda beni sürüklemeye devam etti. Dizlerim kırılırken koluma asılarak diklenmemi sağladı. "Bıraksana!" diye bağırsam da bana göz ucuyla bile bakmıyordu. Gözlerim kolumun acısıyla dolmaya başlarken diğer elimle granit sertliğindeki elini gevşetmeye çalışıyordum. Merdivenleri adeta koşarak inerken ayaklarımın birbirine dolanması ile dizlerimin üzerine düştüm. "Dur!" Boğazımın yırtıldığını hissettim. Yine durmadı. Az önceki oyun salonunun önünden geçerken üzerimdeki bakışlar huzursuz ediciydi. En kötüsü ise hiçbiri umut vaat etmiyordu. Hepsinin gözünde acımasız bir duygu vardı. Umursamaz, nefret dolu. Daha çok Hadi Gölge! Bitir işini! Der gibiydiler;Doruk'a yaptıkları gibi. Tekrar merdivenlere yöneldiğinde "Hayır..." diye mırıldandım. "Dur ne olur?" Merdivenlerden aynı hızla inerken hıçkırarak ağlamaya başladım. Canım acımasını umursamıyordum. Ben kolumun acısına bile katlanamazken Doruk'un çektikleri aklıma geliyordu. Canı daha fazla yanmıştı. Kim bilir ne kadar yalvarmıştı? Müziğin sesi ile ilk kata indiğimizi anladım. Hala durmadan ilerliyordu. "Dur..." Sesimi artık ben bile duymuyordum. Gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. Yüzüme yapışan saçlarım havalandığında tenime değen rüzgarı hissettim. Dışarı çıkmıştık. Biraz sonra durduğunda derin bir nefes aldım. Buna şu an çok fazla ihtiyacım vardı. Nefesini saçlarımın açık bıraktığı kulağımda hissettiğimde irkildim. "Bir daha..." Susarak nefesini düzene sokmaya çalıştı. "Sakın, Batak'a adımını atma." Beni sırtımdan ittiğinde dengemi sağlamak için ellerimi yere koydum. Hissettiğim iğrenç şeyle zorlukla gözlerimi açtım. Kolum kendiliğinden yere düştüğünde gözyaşlarım çamura akmaya başladı. "Git." Duyduğum kendinden emin adım sesleri ile gittiğini anladım. Bu tuzağa ilk geldiğimde de düşmüştüm. Neden gelmiştim ki buraya? Nasıl geri dönecektim? Diğer elimle yerden destek alarak ayağa kalkmaya çalıştım. Çamurun ağırlığı fazlaydı. Ayağımı yavaşça kaldırarak betona bastım. Bedenimi taşıyamayacak kadar yorgundum. Yerden fazla yüksek olmadığı için şanslıydım. Yoksa bu bataklıktan çıkmam kolay olmayacaktı. Ayaklarım yere bastığında omzumun üzerinden arkaya baktım. Klübe girip çıkanlar göz ucuyla bana bakıyordu. Önüme dönerek yürümeye başladım. Adımlarım bir kaplumbağa kadar yavaştı. Sağlam olan kolumu kaldırarak elimi hala acıyan kolumun üzerine koydum. Dudaklarımı birbirine sıkıca bastırdım. Kahretsin! Çok acıyordu. Kazağımın kolunu hafifçe yukarı sıyırdım. İşte bu görmekten korktuğum şeydi. Morarmaya yüz tutmuştu. Kapatarak yavaş adımlarla yürümeye devam ettim. Akan burnumu kazağımın koluna sildim. Canım yanıyordu. Hem fiziksel olarak hem de ruhsal olarak. Yaşananları hiçbirimiz hak etmemiştik. Doruk yoktu. Aklıma geldikçe deli oluyordum. Yapacağım hiçbir şeyin onu geri getirmeyeceğini bilmek çok kötü bir histi. Yaklaşık yarım saattir yürüyordum. Batak'tan çıkalı çok olmamıştı. Batu'yu aramak aklımdan geçse de yapabileceğim bir açıklamanın olmayışı kolayca vazgeçmemi sağlamıştı. Şimdi evime gidiyordum. Elimde sıkıca tuttuğum telefonun ekranına baktım. Saat 22.52'ydi. Annemlerin hala cenaze evinde olma ihtimali oldukça yüksekti. Kimseye görünmeden eve gitmeliydim. Annem ve Batu'dan birçok cevapsız çağrı vardı. Polislere hala ifade vermemiştim. Beni arıyor olmaları muhtemeldi. Mahalleye girerken evimizin ışıklarının kapalı olmasını diliyordum. Annemi geçiştirsem de babam kesin bir açıklama beklerdi ve şu anda yapabileceğim hiçbir açıklama beni haklı göstermezdi. Evi görmemle derin bir nefes aldım. Evde kimse yoktu. Şanslıydım ki etrafta da kimse dolaşmıyordu. Arka cebimden anahtarı çıkararak sol elimle açmaya çalıştım. Diğer kolum felç olmuş gibiydi. Hareket ettirmesi zordu. Burnumu bir kez daha silerek kapıyı hafifçe kendime doğru çektim. Ayakkabılarımı çıkararak dışarıda bıraktım ve içeri girdim. Bir yere sürünmemeye özen göstererek üst kata, koridorun sonundaki odama çıktım. Kapıyı kilitleyerek hızla banyoya koştum. Üzerimdekileri çıkarmaya başladım. Hala ağlıyordum. Şu an bundan daha iyi bir seçeneğim yoktu. Küvetin içine girerek oturdum. Ilık suyun beni ıslatmasına izin verdim. Başka türlü temizlenemezdim. Kollarımı dizlerime bağlayarak ileri geri sallanmaya başladım. Başımı dizime yaslayarak ağlamaya devam ettim. Yarın ne olursa olsun polislere bildiğim her şeyi anlatacaktım. Batak denen lanet yeri, Gölge bozuntusunu... İnsanlara orada yaptıkları her şeyi anlatacaktım. O kendini bir halt sanan adamdan korkmadığımı ona gösterecektim. ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD