-3-

1618 Words
''Kim olduğunu unutursan, olmaman gereken kişiye dönüşürsün.''    Eğer yalan olsaydı anlattıklarım, o zaman taraf değiştirmeye gerek duyar mıydım? Zaten kocaman bir yalanın içerisinde yaşarken tüm o iltimaslı hayatı neden bırakayım? Bu kafayı görüyor musun Yabancı? İşte bu kafanın içerisinde, hem Işığın hem de Karanlığın çok işine yarayacak binlerce bilgi saklı. Senin anlayacağın ölmemde, hayatta kalmamda birilerinin işine yarayacak. Evet yalan söyleyen biri var, ama onu yanlış yerde arıyorsun! Şimdi otur yerine ve bu lanetli adamın sırlarını dinle. Buna başka bir zaman fırsatın olmayabilir. Çünkü tüm dünya peşimdeyken hayatta kalıp kalmayacağımın garantisi yok. Ama bu beden ölümden korkmuyor, yo hayır, ölüm beni korkutmayı bırakalı çok oldu. Işığın tarafındayken de, şimdi de onu bir düşman olarak görmüyorum. Beni asıl korkutan şey, geride yeterince doğru bırakamamak olur. Oysa önceden intikamımı almadan ölmekten korkardım. Beni hayata bağlayan en güçlü şey intikam duygusuydu. Kimden mi? Hikayemi dinlerken kimden olduğunu öğreneceksin merak etme. Benim bulmak için yıllar harcadığım gerçeği, sen sadece birkaç saat sonra öğreneceksin. Benim uğrunda hayatımı harcadığım, hayatları yok ettiğim gerçeği. O yüzden olayın tadını çıkar Yabancı. Hala ben hayattayken ve konuşabiliyorken bu fırsatın değerini bil. Daha önce de söylediğim gibi, benim için her şey 6 yaşındayken başladı. Hayatımın değiştiği o geceden başlayarak sana içine düştüğüm bataklığın benden neler götürdüğünü anlatacağım. Anlatacağım ki Işık bir insanın hayatından ve varlığından neler çalabilir öğren. Hala o geceye dair kabuslar görüyorum. Neredeyse kabus görmediğim bir uykum yok gibi hatta. Normalde insanlar katil olduklarında öldürdükleri insanlarla ilgili kabuslar görürler. Ama ben öldürdüğüm insanların değil, 6 yaşında küçük bir çocukken ölümüne tanıklık ettiğim insanların kabuslarını görüyorum. Keşke öldürdüğüm insanların kabuslarıyla boğulup, hiç uyanamasam diye düşündüğüm çok gece geçirdim lakin onlar bana hiç görünmediler. Sanki alacakları intikam çok daha büyükmüşçesine erteliyorlar benimle olan buluşmalarını. Onlardan korkmuyorum; içlerinde ölümü fazlasıyla hak edenler de olduğunu biliyorum ama ya masum olanlar? İşte onlardan utanıyorum, evet doğru kelime kesinlikle utanmak. Onlardan söküp aldığım nefeslerini geri veremeyecek olmanın acizliğiyle duyduğum utanç benimki. Çektikleri acıya sebep olmanın verdiği vicdan azabı. Hala o karanlık kuyunun içinde kurtarılmayı bekleyen bir vicdan var sanırım. Onu oradan kurtarabilir miyim ya da biri bunu yapabilir mi bilmiyorum lakin umutsuzluğum en büyük umudum oldu artık. Dilimden, lugatımdan söküp atmayı en çok istediğim kelime, keşke. Sanki artık keşke demeyi bırakırsam eski hayatımdan sıyrılmayı başarmış olacağım. Oysa ne keşke demekten kurtulabiliyorum, ne de taşıdığım ağır yükten. Bir miras gibi taşıyorum içimdeki vahşinin yaptığı şeyleri. İnsan olmanın ötesinde, ilkel doğamın dışa vurumu olan diğer ben. Ona dönüştüğüm ve acımasız bir avcı gibi avlandığım zamanlar çok da uzakta değil. Unutamayacağım kadar taze anılarım. Ve beni ürkütecek kadar tanıdık diğer yarım. Benim neye dönüştüğümü anlamak için, beni bu noktaya getiren geceden başlamak en iyisi. Çünkü geçmişimin en derinlerine inmezsem şu anıma ettiğin tanıklık çok yavan kalır. Beni dinledikten sonra ne düşüneceğin senin sorunun ama ben kendimi anlattıktan sonra belki bir nebze olsun rahatlayacağım. Beni önce bir katile, sonra da Karia’ya dönüştüren hayatımın başladığı gece. O gece, çocukluğumun bütün anılarının kanla ve su katılmamış bir vahşetle silindiği en yıkıcı hatıramdır. Gözlerimi açtığımda karanlığın içinde annemin gözleriyle karşılaştım. O güzel ela gözleri artık mutlulukla değil, dehşetle bakıyordu bana. Hemen uzanıp, yatağımdan çıkardı beni. Elini ağzıma götürüp kapadı. ''Sakın sesini çıkarma tatlım.'' diye fısıldayıp beni hızla odadan çıkarmak için sürükledi. Hala uykuluydum ama dışarıdan gelen bağırışları, ağlamaları ve silah seslerini duyabiliyordum. Sanki bütün köy yakılıyor, yıkılıyordu. Elini ağzımdan çektiğinde, ''Anne! Korkuyorum! Neler oluyor?'' dediğimi dün gibi hatırlıyorum. ''Ne olur sesini çıkarma yavrum. Seni sakladığım yerden de sakın çıkma. Ne olursa olsun çıkmayacaksın oradan! Anladın mı?'' Karanlığın içinde mahzene inerken, ''Peki!'' dedim duyulmasından korktuğum kadar kısık bir sesle. Annem büyük bir meyve sandığını hızla boşaltıp, altındaki kapağı açtı ve son kez bana sarılıp, yüreğine sokacakmış gibi sıktı. Saçlarımı koklayıp yanaklarımdan öptü ve ardından yapması gereken şeyi geciktirmemek için beni açtığı kapaktan içeriye bıraktı. İçeriyi net olarak göremiyordum ve çok korkuyordum. Annem bana son kez baktı ve, ''....sakın buradan çıkma! Ne duyarsan duy, ne olursa olsun bekle burada. Eğer seni bulurlarsa...’’ yutkundu ama cümlenin devamını getiremediğini gayet net hatırlıyorum. Ve artık sebebini de biliyorum tabii, ‘’Gelip seni alacağım. Lütfen sessiz ol ve beni bekle. Seni seviyorum oğlum.'' dedikten sonra beni o karanlığın içinde bırakıp, kapağı kapattı. Giderken ağladığını duyduğumu hatırlıyorum. Ama bana seslendiği ismimi hatırlayamıyorum bir türlü. Yıllardır ne kadar uğraşırsam uğraşayım, ismim benliğimden silinmiş gibi. Ama ona inat o gece ve sabahında olan her şeyi hatırlıyorum. Annemin hamile olduğunu hatırlıyorum mesela. Ve onu bulduğumda ne halde olduğunu da hatırlıyorum. Keşke silinen ismim değil de, annemi en son gördüğüm an olsaydı. Ah bak! Bana yine keşke, dedirttin! Orada, tüm o bağırışlar ve silah seslerinin içinde saklandım. Ne kadar kaldım o karanlık taş hücrede, annem niye benim yanıma gelmek yerine gitti, babam neredeydi bilmeden bekledim. Korku tüm bedenimi öylesine sarmıştı ki ağlamaya bile korkuyordum. Beni kim bulacaktı? Bulursa ne yapacaktı bilmiyordum. Ama dışarıda hiç de iyi şeyler olmadığını gayet iyi biliyordum. Çocuktum ama kötü bir şey olduğunu anlayacak kadar iyi ayırt edebiliyordum gelen sesleri. Sonra sesler, bağırışlar daha yakından gelmeye başladı. Birileri sert adımlarla dolaşıyordu üstümdeki mahzende. Bağırışlar duydum. Oldukça sert bir erkek sesi yanındakilere emirler veriyordu. Ne dediğini anlayamıyordum, benim bildiğim dilde konuşmuyordu çünkü. Ayak seslerini her duyuşumda yüreğim yerinden çıkacak gibi bekledim o küçük hücrede. Sanki birçok kişi mahzende bir şey veya birini arıyordu. Yoksa beni mi arıyorlar diye ürktüm o an. Her an biri kapağı kaldıracak ve beni bulacak diye öyle sıkıyordum ki kendimi, tırnaklarımı etime geçirdiğimi fark ettim duyduğum acıyla. Sonra sesler uzaklaşmaya başladı. Bir süre sonrada tamamen kesildi ama ben yine de yerimde kalmaya devam ettim. Hissettiğim korku hareket etmeme engel oluyordu. İdrarım bacaklarımdan aşağı sıcak bir sızıntı gibi akarken bile yerimden kımıldayamadım. Annem gelip beni alacak diye bekledim, bekledim. Ama ne annem, ne de babam gelmedi beni almaya. Korkudan ve karanlık yüzünden uyuya kaldım. Kendime geldiğimde hiç ses duymadığımı anladım ve odadan çıkmaya karar verdim. Ama o kapağı nasıl açacağımı bilmiyordum. Ayağa kalktım ve el yordamıyla mahzene açılan kapağı buldum. Şükür ki kapak yukarı değil aşağı doğru açılıyordu. Kapağın kulpunu buldum el yordamıyla ve açmaya uğraşırken kapak üstüme doğru açıldı. Kapak açılınca içinden bir şeyler döküldü ayaklarıma. İçindekiler tamamen döküldüğünde içeriye ışık vurduğunu gördüm. Şimdi mesele oraya tırmanmaktaydı. İçeriye vuran ışık sayesinde etrafa bakındım ve az ilerde duvarım dibinde duran küçük tahta kasayı gördüm. Muhtemelen yukarı tırmanmak için konulmuştu buraya. Hemen gidip aldım onu ve kapağın altına getirip üzerine çıktım. Bu sayede kapağın kenarlarından tutunup, büyük meyve sandığının kenarlarına kadar uzanabildim. Oraya da uzanınca sandığın kapağını açtım ve küçük pencerelerden mahzene gün ışığı vurduğunu gördüm. Hava aydınlanmış, sesler kesilmişti. Demek ki o kötü gece geride kalmıştı. Ama annem neden gelip beni almamıştı? Hemen sandıktan dışarı atladım ve mahzenin kapısına doğru koştum. Kapı sonuna kadar açıktı. Normalde hep kilitli olurdu bu kapı. Ama o an bunu düşünemezdim. Mahzenden çıkıp evin içine girdiğimde yerdeki halının kaydığını ve duvardaki resmin yere düşüp, çerçeve ve camının kırıldığını gördüm. İçimde bir ürperti dolaştı o an. Burnuma tuhaf bir koku geliyordu. Parmağım kanadığında burnuma gelen kan kokusuna benziyordu ama çok daha ağır ve kötüydü bu koku. Yavaşça ve ürkek adımlarla mutfağa doğru yürüdüm. Kapıya geldiğimde içerisinin boş ama darmadağın olduğunu gördüm. Tabaklar, bardaklar ve diğer her şey paramparça edilmişti. Mutfağın karşısında oturma odamız vardı ve aynı ürkek adımlarla o odanın kapısına yürüdüm. Orası da boştu ama yine talan edilmiş durumdaydı. Kafamı kaldırıp üst kat merdivenlerine baktım. Korkuyla çıkmaya başladım merdivenleri. Ben çıktıkça duyumsadığım koku da artıyordu. Kokuyla beraber benim korkum da artıyordu. Ayaklarım beni annem ve babamın yatak odasına götürüyordu. İçimden bir ses ise, 'gitme' diye uyarıyordu. Onu dinlemedim, çünkü aradığım şeyin orada olduğunu hissediyordum. Bulmak istemediğim şeyi bulmak için yürüyordum. Kapı sonuna kadar açıktı ve keskin koku da iyice artmıştı. İçeri nasıl süzüldüm bilmiyorum ama gördüğüm manzara benim yaşımdaki bir çocuğun asla görmemesi gerekecek kadar korkunçtu. Annem... karşımdaydı. Yatağındaydı ancak artık yaşamıyordu. Biliyordum çünkü o haldeki birini gördüğünde 6 yaşında bile olsan artık yaşamadığını anlardın. Annemin bana ölümün ne demek olduğunu anlattığını çok iyi hatırlıyorum. Fakat ben bana ölümü anlatan kişinin, göreceğim ilk cesedin sahibi olacağını bilseydim onu sustururdum. Bu çok acımasız bir ironi olmuştu benim için. Ona işkence yapılmıştı. Karnı yarılmış ve organları dışarı taşmıştı. Annem gebeydi ve bana kardeşimin doğmasına çok az zaman kaldığını söylemişti. Karnını yardıklarında bir an kardeşime ne olduğunu düşünsem de korku ve şok daha çok annemin çektiği acıya odaklanmama neden olmuştu. Bakışları ölmeden çektiği acıyı öyle net yansıtıyordu ki odanın kapısında kaldığım birkaç dakika boyunca gördüklerimi hiç unutmayacaktım, istesem de unutamayacaktım çünkü. O kadar korkmuştum ki bir an çakılıp kalmıştım sanki yerime. Bir güç o görüntüleri zihnime kazımak için tutuyordu sanki beni. Sonra, ''Anne! Anne!'' diye bağıra bağıra indim merdivenlerden ama o beni duyamazdı biliyordum. Kapının koluna asılıp açmaya çalıştım ama eskisi gibi kolay olmadı bu. Kapı o kadar zor açıldı ki kapıdan damlayan kanı fark edemedim bile. Nihayet kapıyı açıp, dışarı çıkmaya çalışırken bir vücuda sürtündüğümü anladım. Kendimi dışarı attığımda refleks olarak dönüp sürtündüğüm vücudun sahibine baktım. İkinci kez gördüğüm manzara karşısında daha büyük bir dehşete kapıldım. Babam kapıya çakılmıştı. Evet babam evimizin kapısına kollarından, bacaklarından ve kafasından çakılmıştı. Ona da işkence edilmişti. Olmayan göz çukurları ile bana baktığını gördüm. Dehşet daha da büyüyerek beni tamamen ele geçirdi. Orada kalırsam onlara yapılanlar bana da yapılacakmış gibi ürkmüştüm. Yerimden fırladım, bahçe kapısından çıkıp yola attım kendimi. Yardım isteyecek, birini bulup olanları anlatacaktım ama bulduğum tek şey daha fazla ceset oldu. Yollarda öldürülmüş insanlar vardı. Köpekler bile öldürülmüştü. Ne tarafa koştuysam görebildiğim tek şey sadece parçalanmış cesetler oldu. Aklımı kaçırmak üzereydim. Belki de kaçırmıştım. Çünkü son hatırladığım şey deli gibi bağırarak köyden çıkmaya çalıştığımdı. Sanki köyden çıkabilirsem tüm o delilik son bulacak, gördüğüm her şey silinip hayat eski haline dönecekti. Fakat çok ilerleyemeden daha fazla koşamayacağımı anladım ve kusmaya başladım. Midem boş olmasına rağmen yükselen safra boğazımı yaka yaka dışarı taşmıştı. Tüm gücüm kusarken tükendi ve yüzüstü yere kapaklandım. Bayılmışım. Uyandığımda, artık köyde değildim...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD