Arzu geri döndüğünde Ali’ye, “Gidelim mi?” dedi.
Ali başıyla onaylayınca gazeteye doğru yola çıktılar. Çektikleri fotoğrafların üzerinden son kez geçip haberi yazacak kişiye teslim ettiler. Bugünlük mesaileri bitmişti yarın da açılışı olacak bir yardım kuruluşunun çekimine gideceklerdi.
Ali dolmuşla uğraşma diyerek arabasıyla evine kadar bırakmıştı. İçeri girdiğinde akşam yemeğini sessizce yiyerek erkenden yattı. Aklında bugün karşılaştığı askerin tadı vardı. Ne kadar düşünürse düşünsün o tadın ne tadı olduğunu hatırlayamıyordu.
Sabah omzundan dürten elle uyandı. ‘’Hıı!’’ diye sesler çıkararak gözlerini açtığında kardeşi yanıbaşında sessizce elindeki şekeri uzatıyordu. Arzu çocukluğundan beri mini şekerlerin böğürtlenli olanının tadına hayrandı.
Sürekli yanında taşır, aklına geldikçe ağzına alır yerdi. Ozan da bazen sabahları kahvaltı yapmadan önce konuşacaksa ablasına bu şekerden verip ağzındaki kendi tadını bastırırdı.
Arzu şekeri alıp şeffaf paketini açarak ağzına aldı. Tadı duyumsadığında, ‘’Konuş!’’ dedi.
Ozan yüzünde gülümsemeyle, ‘’Para versene.’’ dedi.
‘’Lan eşek sıpası daha dün aldın ya!’’ diye sitem etti ablası. Sitem ederken de şekerin tadını alıp kardeşinin sesinin oluşturduğu tadı bastırıyordu. Sabah sabah aç karnına mide bulantısı çekmek istemiyordu.
‘’Dün bitti işte bugün yeni bir gün.’’
‘’Ne yaptın da dün aldığını bitirdin? Az aldım deme sakın ne kadar aldığını fark ettim.’’
Ozan, ablasını kenara ittirerek yatağa yanına uzandı. ‘’Annemler duymasın öğleden sonra arkadaşlarla okulu kırıp oyun oynamaya gittik. Bütün parayı oyun salonunda yedim.’’
‘’Karnende bir tane zayıf gelsin o zaman seni babama ispiyonlarım.’’ Kardeşinin başına şaplak atıp yataktan kalkarak cüzdanından aldığı parayı verdi. ‘’Maaş günüme kadar bir daha gelme bende de bitti git babamı yol.’’
Ozan yataktan fırlarcasına çıkıp parayı havada kaptı. Ablasının yanağından öpüp odadan çıkarken, ‘’Sen var ya kesin uzaylıların kainat güzeliydin.’’ diyerek kapıyı ardından kapattı.
Giden kardeşinin ardından, ‘’Eşek!’’ derken gülüyordu. Tam bir ergen baş belasıydı kardeşi. Bir de cüzdanının en büyük düşmanıydı. Aldığı maaşın yarısını babasına vererek evin giderlerine katkıda bulunuyordu kalan yarısının çoğunu da Ozan yiyordu kendisine pek bir şey kalmıyordu.
Kolundaki saate baktığında tekrar yatmak yerine üzerini değişip kahvaltı için mutfağa geçti.
Babası Özkan Bey her zamanki gibi erkenden kalkıp çıkan sakallarını kesmiş, takım elbisesini giymiş işe gitmek için hazırdı. Devlet memuruydu ve yıllardır değişmeyen tek şey çalıştığı yeri ve giydiği takım elbiseleriydi. Onun dışında saçlarına düşen akları görebiliyordunuz.
‘’Dün ev sahibinin karısı geldi alttan alta kiraya zammı duyurdu gitti.’’ dedi Meryem Hanım.
‘’Yapacak bir şey yok ya vereceğiz ya başka ev bulacağız.’’ diyerek karşılık verdi Özkan Bey.
Birkaç kez ev almaya niyetlenmişlerdi ama olmamıştı. Arzu reçel sürdüğü ekmeği ağzına attı. ‘’Bu evi seviyorum her yere ulaşımı çok kolay.’’
‘’Ev taşımakta para demek, istenilen zam çok değilse veririz.’’ Babası çayının son yudumunu içip masadan kalkınca yolcu etmek için Meryem Hanım da onunla beraber kalktı.
Her gün aynıydı hiç değişmezdi. Meryem Hanım kapı önünde kocasının ceketini giymesi için tutarak, “Hayırlı işler hayatım.” derdi Özkan Bey de ceketini giydikten sonra, ‘’Akşam görüşürüz hayatım.’’ diyerek karısının alnından öpüp evden çıkardı.
‘’Allah’ım bunların her sabahki veda seramonisi gençliğimi benden alıyor.’’ Ozan gülerek oturduğu sandalyeye yayılırken ablasının şaplağı ensesine indi.
‘’Ne güzel birbirlerini seven annen baban var nankör evlat.’’
‘’Alından öpmek mi kaldı abla?’’ diye geri cevap verdi Ozan. ‘’Seviyorsan öpeceksin dudağından.’’
‘’Sus bacaksız.’’ Arzu bu defa kardeşinin dudaklarını tutup sıktı. ‘’Yaşına bakmadan ne biçim konuşuyorsun? Daha dün pipin ortada koşuyordun bu evin içinde bugün çişini yapmaktan başka işe yaradığını mı öğrendin?’’
Ozan konuşmaya çalıştı ama dudaklarını sıkan elden dolayı laflar ağzından mırıltı şeklinde yükseldi. El geri çekildiğinde de, ‘’Uyuzsun abla.’’ dedi. ‘’Bizleri leyleklerin getirmediğini bilecek yaştayım.’’
‘’Ama hâlâ çocuksun, liseli ergen seni.’’
‘’Didişmeyin.’’ diyen anneleri mutfağa geri dönmüştü. ‘’Hadi oyalanmayın geç kalacaksınız.’’
Ozan gelen okul servisine binmek için çantasını alıp evden çıktığında Arzu da açılış törenine gitmek için ayakkabılarını giyiyordu. ‘’Görüşürüz ballı sütüm.’’ dedi annesine.
‘’Görüşürüz Arzu’m kızım.’’ diye tebessümle cevap verdi annesi.
Yardım kuruluşunun açılışında birçok fotoğraf çektikten sonra gazeteye dönüp işlerin geri kalanını halletti.
Geçen saatler sonunda mesaisi bitince eve dönmek için sıkış tepiş olan otobüste kendini sığdıracağı kadar küçük bir yer bulabilmişti. Yaz sıcağı arasında buram buram ter kokusuyla ayakta durmaya çalışıyordu.
Düşmekten korkusu yoktu çünkü o kadar sıkışıktı ki etrafı kale gibi etten duvarla örülü durumdaydı.
Nefes almakta zorlandığı bir anda, ‘’Şoför Bey bu aracın havalandırması yok mu bu ter denizinde biraz daha gidersem çocuğumu düşüreceğim?’’ dedi bağırarak.
‘’Abla gel şöyle otur.’’ diyen genç bir erkek oturduğu koltuktan kalkıp Arzu’ya yer verdi. ‘Çocuğumu düşüreceğim’ diye tamamen kinaye yapmıştı ama yolcular ciddiye almıştı. Doğruyu söyleyip ayakta gitmektense sessizce verilen yere oturmak daha kolay geldi.
Koltuğa oturduğunda içinden ‘Allah’ım sen affet.’ derken yer verene, ‘’Teşekkür ederim.’’ dedi.
Evinin olduğu mahallenin yakınındaki durağa kadar rahat rahat oturarak gelmişti sonrasında inip kalan yolu dolmuş girmediği için yürümesi gerekmişti. Eve geldiğinde annesinin yaptığı yemeklerin kokusu etrafı sarmıştı.
‘’Selam millet.’’ dedi bağırarak.
Salondan, ‘’Aleykümselam.’’ diyen babasının sesi geldi. ‘’Gençlere bir selamünaleyküm demeyi öğretemedik. Selam demek neden? Konuşacakken ağzınızın mürekkebi mi bitiyor da tamamlayamıyorsunuz?’’
‘’Selam verdiğine pişman oldun mu?’’ diyen Ozan odasından çıktı.
‘’Her gün aynı şeyi söylüyor alıştım artık.’’ diyen Arzu gülmüştü. Odasına girdiğinde üzerini değişip rahat edebilmek için kumaş pantolon ve sıfır kol giyip annesine yardım etmek için mutfağa geçti.
‘’Off!’’ diyerek tencerenin kapağını açıp yaprak sarmaya baktı. Sıcak sıcak bir tane alıp ağzına attı. Onu yutmadan bir tane daha yedi.
‘’Kızım ayıp sofrayı bekle hem içeride misafirimiz var hoş geldin dedin mi?’’
‘’Ne, kim, üzerimi değiştikten sonra neden söylüyorsun?’’ dedi sitemle. Ağzındaki yaprak sarmaya ballı süt tadı karışmıştı ve bütün iştahı gitmişti.
Meryem Hanım, ‘’Kurabiyen geldi.’’ diyerek gülünce Arzu tencerenin kapağını geri kapatıp salona koştu.
‘’Babaanne.’’ diyerek koltukta oturan yaşlı kadının yanına zıpladı.
‘’Güzel torunum.’’ Raziye Hanım, torununun yanağını okşadı. Yaşlılık belini bükmüştü ama yüzündeki o sevgi dolu gülümsemesi hiç değişmemişti.
‘’Kızım önce elini öp.’’ dedi Özkan Bey.
‘’Onu da öperim.’’ diyerek Arzu kırışmış eli tutup öptü sonra yanağından öptü. Babasının annesi olan babaannesi de hayattaydı ama köydeydi çok nadir görürlerdi Raziye babaannesi ise babasının teyzesiydi ama öz babaannesinden daha çok gördükleri için daha yakınlardı.
Raziye Hanım’ın da çocuğu olmadığı için yeğenini evladı kabul ederdi çocuklarını da torunları.
‘’Bana da bırak tontonumu.’’ diyen Ozan içeri girdiğinde babaannesinin diğer tarafına oturdu.
Arzu, babaannesinin kulağına doğru fısıldadı. ‘’Onu az sev, beni daha çok sev.’’
Raziye Hanım, ‘’İkinizi de aynı seviyorum.’’ derken gülerek aynı anda hem Arzu’nun hem Ozan’ın yanağını okşadı.
‘’Hadi yemek hazır.’’ Meryem Hanım'ın sesiyle hep beraber mutfağa gidip masanın etrafında toplandılar.
Arzu tabağına doldurulan sarmadan bir tane ağzına aldı ama herkes konuşup sohbet ediyordu ve şu an masada üç kişinin sesinden tat alıyordu. Aynı anda; ballı süt, ekşi sakız ve kurabiye tadı alırken bir yandan da yemeye çalıştığı sarmanın tuzlu tadı vardı.
Meryem Hanım, kızının değişen yüz ifadesinden anlamış olacak ki mutfaktan gitti ve otuz saniye içinde elindeki kulak tıkacıyla geri geldi.
‘’Bir tanesin ballı sütüm.’’ diyen Arzu uzaktan öpücük atarak kulak tıkacını taktı. Kimin ne konuştuğunu duyamadığı için söylenenleri anlayamıyordu ama artık ağız tadıyla sarmalarını yiyebilirdi.
~~~~
“Börekten de ye oğlum.” Selim, annesinin tabağına doldurduğu yiyeceklerle iç çekti.
“Ellerine, emeğine sağlık annem ama sen beni böyle yedirmeye devam edersen kilo alacağım sonra işten kovulacağım.”
Saadet Hanım elini salladı. “İş diye bir gidiyorsun aylarca dönmüyorsun oğlum. Ben anlamadım bu nasıl askerlik Hacer teyzenin damadı da asker ama akşam oldu mu evinde oluyor.”
Selim börekten aldığı lokmayı yuttu. “Görev ne derse o annem herkese verilen görev farklı bak bir haftadır evdeyim Hacer teyzenin damadı bu kadar uzun kalıyor mudur evde?”
Bordo bereli olduğunu ekip arkadaşları ve üstleri dışında kimse bilmiyordu. Bu dile gelmeyecek bir sırdı. Ailesi için normal bir askerdi.
“Oğlum.” diyen Saadet Hanım’ın ses tonu işveliydi.
Selim bu konuşmanın ardından bir istek geleceğini biliyordu. “Söyle Saadet’im sultanım.”
“Kaç yaşına geldin bir mürüvvetini görseydim.”
“Evlenme ağabey sen evlenirsen bu konuşmalar bu defa bana yönelir.” dedi Burcu gülerek.
Selim, kardeşini duymazdan gelerek annesine baktı. “Annem askeriyede kız vardı da ben mi evlenmedim? İnşallah bir yirmi otuz yıla evlenirim.”
Babası Halil Bey konuşmaya dahil oldu. “Bak oğlun korktuğun gibi evlenmem demiyor nasipse yirmi otuz yıla evlenecekmiş. O zamana askerliği de biter isteyeceğimiz kızın babası askerliğini yapmayana kız vermem diyemez.”
Selim, babasının söylediğine gülerken Saadet Hanım isteğinde ısrarcıydı. “Raziye teyzenin torunu arada geliyor evini bir güzel temizliyor, yemeğini yapıyor gidiyor. Parmağında yüzükte görmedim. Raziye teyze de babası da bildiğimiz insanlar. Kendiside güzel kız oğlum bir görsen olmaz mı?”
“Senin bildiğini ben bilmiyorum annem istemem.” diye karşı çıktı Selim.
“Bilirsin oğlum.” diye devam etti Saadet Hanım. “Daha çocuktunuz bir gece mahallede kaybolmuştu da burada senin yanında bulmuştuk.”
Selim, annesinin anlattığı geceyi hatırlıyordu biraz garip biri olduğunu düşünmüştü ama sonrasında o kıza ne olduğunu bilmiyordu. “Hatırlamıyorum.” dedi ama annesi vazgeçmedi.
“Bir kez görsen oğlum benim hatırım için.”
Halil Bey, oğlunun yerine cevap verdi. “O kızın hastalığı var. Özkan bir ara bizim çay bahçesine uğradığında anlatmıştı. O gece bayılmıştı sonra hastanede ortaya çıkmış arada aklımı karışıyormuş ne öyle bir şey işte.”
Selim, babasının söylediğini fırsat bildi. “Gördün ya annem aklı karışıyormuş bugün evlenirim der yarın istemem der.”
“Kaç kez gördüm kızı hiç öyle hastalıklı durmuyor. Zorla nikah masasına oturun demiyorum oğlum kız da isterse bir kez oturun konuşun anlaşırsanız adı konulur anlaşamazsanız valla bir daha lafını etmem.”
“Yapma anne.” Selim evde kaldığı her gün evlilik muhabbeti dinlemekten sıkılmıştı.
“Bir kez gör oğlum analık hakkım için.”
Saadet Hanım durmadan bir kez gör diyordu Selim olmaz diyordu ama baskın gelen Saadet Hanım oldu.
Selim ısrardan bunalmış halde, “İyi bir kez konuşurum ama istemem dersem zorlamayacaksın.” dedi. Kızla bir kez konuşup sonra istemiyorum diyerek işin içinden sıyrılmayı düşünüyordu ya da annesi ayarlayana kadar yeni bir görev çıkardı ve giderdi.