İHANET +18
Altemur, bedenini saran şehvetle Feride’nin dudaklarını öperek içine girdiğinde bir terslik olduğunu anladı. Bir erkeğin bileceği şeyler vardı ve o, bu konuda tecrübeli bir genç adamdı. Yirmi yedi yılın ve sayısız kadının bilgisi vücuduna kazınmıştı. Ama yine de inanmak istemedi. Kabullenmek istemedi. Farkına vardığı gerçeği şiddetle reddetti.
Feride’nin dudaklarını öpmeyi bıraktı. Kendini geri çekip bir kez daha erkekliğini sonuna kadar kadınlığına kökledi. Bu sefer daha sert, daha kontrolsüz, daha hoyrat bir şekilde. Ama sonuç değişmedi. Ortada ne beklediği engel vardı ne de görmeği istediği o kırmızı leke.
Bedeninden kan çekilir gibi oldu. Yüzünün derin yara izini taşıyan taraf seğirdi. Göğsüne çöken ağırlıkla nefesi sıklaştı. Yıllardır hayalini kurduğu, beklediği bu gece... bir kâbusa dönüşüyordu.
Öfkesi, hayal kırıklığına karışarak damarlarına yürüdü. Gözlerini, altında yatan Feride'nin gözlerine dikti. Yıllardır neyi beklediğini, ne hayaller kurduğunu, bu gece için neleri feda ettiğini düşündü. Dudaklarını araladı, sormak istedi. Ama kelimeler diline gelmiyordu.
Son bir umutla tekrar geri çekildi. Birleştikleri noktaya baktı. Yoktu. Kan yoktu.
Feride hıçkırıklar içinde gözyaşlarıyla boğulurcasına titreyerek, “Sana söylemek istedim. Ama anlatamadım,” dedi.
Bir an için dünya sustu. Altemur’un zihninde yankılanan tek şey, Feride’nin kelimeleri oldu. “Sana söylemek istedim...” Ama o kadar fırsatı olmasına rağmen söylememişti.
O zaman anladı. Feride’nin düğün öncesi ve sırasında gözlerine yerleşen o korkuyu, kaçamak bakışlarını, titreyen ellerini... Başını önüne eğişini... Onları ilk gece korkusuna bağlamıştı. Ama yanılmıştı. Hem de fena halde.
Yataktan indi. Boğazına düğümlenen lanet kelimelerle, üstüne çektiği iç çamaşırından sonra hızla pantolonunu giydi. Gömleği elindeydi ama onu giyecek takati yoktu. Sanki tüm vücudu, uzuvları uyuşmuştu. Bir şeyler yıkılıyordu, dağılıyordu içinde. İçinde en ağır basan duygu öfke miydi, hüsran mıydı, ihanet mi, bilmiyordu.
Feride, yatağın ortasında çırılçıplak, dizlerini karnına çekmiş haldeydi. Hıçkırıkları odanın duvarlarında yankılanıyordu. Başı önünde durmaksızın ağlıyordu. Ama Altemur onun ağlamasına bile kulak kesilemedi. İçinde bir yerlere dolan o ağır boşluk, içinden çekip çıkardığı her şeyi yutuyordu.
Ellerindeki gömleği yere fırlattı. Balayı odasına bırakılan içki şişesini kavradı. Kapağı açıp titreyen elleriyle kadehi doldurdu. Bir an duraksadı, bir boşlukta savruluyordu. Eline değen ıslaklıkla irkildi. Bardak dolup taşmıştı. Aldırmadı. Döke saça ilk kadehi tek dikişte bitirdi. İkinci kadehi doldururken, eli hâlâ titriyordu. Üstelik bacakları tutmuyormuş, sanki soğuktan donmuş, hissizleşmiş gibiydi. Elindeki kadeh ve şişeyle kendini odadaki tek kişilik koltuğa bıraktı. Yoksa düşebilirdi.
Bu süreçte konuşmadı. Konuşamadı. Çünkü bazı şeyler, kelimelerle anlatılamayacak kadar ağırdı.
Onun sessizliği, gözyaşlarında boğulmakta olan Feride’nin içine işleyen bir kabusa dönüştü. Altemurun suskunluğundan ürktü. Çünkü Altemur susuyorsa, patlaması büyük olurdu. Ve Altemur’un öfkesi, kendi kendini yakma pahasına bile olsa, önüne ne çıkarsa çıksın, yakıp kül edecek kadar şiddetli olurdu Daha önce defalarca görmüştü bunu. Ailesinin gücünü, Altemur’un otoritesini, onun gözlerini bir kez bile kaçırmadan karşısındakini nasıl dize getirdiğini biliyordu. Ama şimdi… Şimdi öfkesi, kendisine yönelmişti.
Yatağın içinde küçülmek, saklanmak, görünmez olmak istedi ama yapmadı. Yapamazdı. Küçücük bir umut kırıntısından cesaret alarak yerinden kalktı. Tüm cesaretini toplayarak temkinli adımlarla genç adama doğru ilerledi ve ayaklarının önünde diz çöktü. Hıçkırıkları boğazına düğümlenirken, ellerini dizlerinin üzerinde birleştirdi. Sanki bu şekilde daha az titreyebilirmiş gibi…
“Böyle olmasını istemezdim…” dedi.
Sesi, odadaki ağır havayı delip geçecek kadar inceydi. Öylesine kırılgan ve çaresizdi ki…
Altemur, önünde diz çökmüş halde ağlayan kadına baktı ama içindeki buz kütlesi erimedi. Tam tersine daha da katılaştı. Feride’nin kelimeleri, kulaklarında yankılanıyordu ama hiçbir anlam ifade etmiyordu. Hangi söz, hangi açıklama, hangi gözyaşı, şu an yaşadığı hayal kırıklığını silebilirdi?
İkinci kadehi de tek yudumda bitirdi. Ama içindeki yangını söndürmeye yetmedi. Hiçbir şey yetmeyecekti. Daha da harlanıyordu. Hemen yanındaki sehpadan şişeyi kaptığı gibi bardağını yeniden doldurdu. İçtikçe unutmak istiyordu. İçtikçe zihnine kazınan ihaneti silmek istiyordu. Ama olmadı. Tam tersi… Her yudumda gerçek biraz daha belirginleşti. Sarhoş olmuyor aksine ayılıyordu.
Feride ise sessizce gözlerini sildi. Altemur’a bakarken boğazına düğümlenen korkuyla düğün öncesi duyduğu o sözleri hatırladı. “Sen bir kadınsın. Onu kandırabilirsin.” Ona sahip olan, bekaretini bozan adam böyle demişti. “Önce içir. İçkisine bunu kat. Sabah olduğunda hiçbir şey hatırlamaz.”
Plan buydu. Ama olmamıştı. Ne kadar ısrar ederse etsin Altemur, düğün gecesi alkol almayı reddetmişti. Feride içkisini uzattığında, ona inatla ve kesin bir kararlılıkla bakarak, “Senelerdir beklediğim bu anın her saniyesini sindire sindire yaşamak istiyorum,” demişti.
Ve şimdi… Şimdi olan buydu.
Feride, gerdek için balayı odasına girdiklerinde her şeyin planlandığı gibi gitmesini, bir mucize olmasını ummuştu. Her şeyin yoluna gireceğini, belki de bu gerçeğin sonsuza dek saklı kalacağını…
Feride birkaç gün öncesini düşünürken Altemur, elindeki kadehi öfkeyle yere fırlattı. Camla birlikte odanın sessizliği de paramparça oldu. Cam parçaları her yere saçıldı, birkaç keskin parça Feride’nin dizlerinin hemen yanına düştü. Ama Feride, yere saçılan kırıklara değil, Altemur’un gözlerine bakıyordu. Genç adamın yüzünün sol tarafındaki dikine olan kesik izi ilk defa ona her zamankinden daha korkutucu görünüyordu.
Ve o gözler… Uzun gür kirpikleriyle çevreli olan, bal rengine çalan gözlerini hiç böylesine kırmızı görmemişti. İçindeki alev o kadar büyük, o kadar yok ediciydi ki… Artık Altemur’un sarhoş olmadığını, tam tersine içtikçe daha da ayıldığını fark etti.
Genç adam, ağır bir nefes aldı. Öyle bir nefes ki, odayı dolduran havayı bile değiştirdi. Sonra yavaşça eğildi, bakışlarını Feride’nin gözlerine sabitledi.
Sesi, tok ve ölümcül bir fısıltı gibi döküldü dudaklarından. “Kim?”
Feride donup kaldı.
“Kendini kime bozdurdun? Söyle!” diye bağırdı Altemur.
Bu sözler, korkuyla yerinde sıçrayan Feride’nin içine kör bir bıçak gibi saplandı. Merhamet dilenircesine başını iyice önüne eğdi. Küçüldü. Daha da küçüldü. Sanki Altemur’un karşısında, koskoca bir boşlukta kaybolmuş gibiydi. Gözlerinde kara bir delik varmış da onu her an yutabilirmiş gibi yüzüne bakamıyordu artık.
Başını iki yana salladı. Ağlayarak “Bunu sana söyleyemem.” dedi.
Genç adam, Feride’nin üzerine atıldı. Saçlarını bir pençe gibi kavradığında içindeki öfkenin damarlarına yayılan bir zehir gibi aktığını hissetti. Kadını kendine doğru çektiğinde gözlerini kapattı, bir an duraksadı. Ama bu, ne sakinleşmek ne de affetmek içindi. Sadece anın gerçekliğini zihnine kazımak istiyordu. Şu an yaşadıklarını, duyduklarını ve içinde kopan fırtınayı asla unutmayacaktı.
Feride, onun dişlerini sıktığını duyduğunda tüm vücudu korkuyla titredi. Çenesini öyle kasıyordu ki, sanki dişleri çatırdayarak kırılacak gibiydi. Altemur’un elinin kuvveti, Feride’nin saçlarını derisinden kopartıyordu ama korkusu öyle büyüktü ki, acıyı hissedemiyordu bile.
Ve sonra…
Altemur, aniden yerinden fırladı. Bir gölge gibi hızla ilerledi, yatağın hemen yanındaki komodine yöneldi. Feride, dehşet içinde onu izledi. Altemur’un, çekmeceyi açışını, odaya girdiklerinde oraya bıraktığı şeyi eline aldığını gördü: Tabancasını.
Genç adam, ağır adımlarla geri döndü, silahı kaldırdı ve namluyu Feride’nin alnına dayadı.
“Konuş!” diye bağırdı. Sesi odanın dört bir yanına çarptı. Bir kırbaç gibi havayı yardı.
Feride soluğunu tuttu. Gözleri fal taşı misali kocaman açılmıştı. Namlunun soğuk metali, cildine dokunduğunda ölümün gerçekliği tüm vücuduna yayıldı. Yolun sonun geldiğini anladığında yalvardı. “Kurban olayım yapma!” dedi.
“Ağlamayı kes!” diye tekrar bağırdı Altemur. “Yaparken korkmadın da kim olduğunu söylemekten mi korkuyorsun?!”
Feride’nin gözyaşları artık istem dışı akıyordu. Tüm bedeni titriyordu, dili boğazına düğümlenmiş gibiydi. Ama bunu saklamanın bir anlamı yoktu. Hakikat, kaçınılmaz bir şekilde kanlı bir bıçak gibi aralarına girmişti.
İncecik, boğuk bir sesle, neredeyse son nefesini verir gibi fısıldadı
“Bedirhan Ağa…”
Bu ismi duyduğunda Altemur’un kaşları çatıldı. Zihni kelimeyi algılayamadı. Sanki duyduklarını idrak etmek için birkaç saniyeye ihtiyacı vardı. İsim benzerliği olduğuna inanmayı seçti. Ama Feride’nin dudakları tekrar aralandığında, içinde yaşadığı dünyası paramparça oldu.
“Babandı…”
Ve işte o an, zaman durdu.