3. BÖLÜM

1675 Words
Gün geceden sabaha döndüğünde Violet yatağından sürüne sürüne çıktı. Uyumak için kısıtlı olan zamanında bile düğünü için ayarlamalar ve düzen konusunda çalışmalar yapmıştı. Kısa olan zamanı daha da kısıtlamış şimdi ölü gibi gözlerini zor açıyordu. Elini yüzünü soğuk su ile yıkayıp ayılmaya çalıştı. Bugün restorana önemli müşteriler gelecekti. Bir hafta öncesinden rezervasyon yapılmış menü ve içkiler özel olarak hazırlanmıştı. Evden üzerine rastgele bir kot pantolon ve sade beyaz bir tişört giyerek çantasını sırtına takıp evden çıktı. Kahvaltıya vakti yoktu ki zaten sabahları hemen bir şeyler yemez öğle yemeğine yakın bir meyve ya da salamlı küçük bir sandviç ile geçiştirirdi. Adımları hızlı kafasındaki düşünce haddinden fazla doluyken arşınladı kaldırımları. Bahara merhaba diyen şehirde ılık bir meltem olsa da üşümüyordu genç kız. Ruhundaki soğukluk onu dış etkenlere karşı hazırlıyordu. Büyük restoranın arka tarafındaki personel girişinden girip kartını okuttu. Sonra da kadın personeller için olan giyinme odasına girip üniformasını giydi. Beyaz gömleği diz üstü siyah eteği yanları siyah kalanı beyaz yeleği ile hazırdı. Kızıl saçlarını güzelce topuz yapıp tel tokalar ile tutturdu. Üzerine düşebilecek saç tellerini temizledi. Siyah düztaban ayakkabılarını da giydiğinde iş saatinin geldiğini gördü.  Odadan çıkıp mutfak kısmına doğru ilerlerken karşısına çıkan ve göz deviren Larissa ile o da gözlerini devirdi. Karşısındaki kız "Günaydın Violet. Bugün tüm işin gelecek olan özel müşterilerle ilgilenmek olacak. Şef öyle söyledi" deyip yine göz devirerek yanından geçip giderken, Violet dişleri arasından "Sevimsiz kertenkele" dedi. Restoran kısmına geçip direktif vermeye hazırlanan şefin yanına doğru ilerledi. Adam biraz gergin bir tonda kızı gördüğünde "Nihayet Violet. Seni bekliyordum. Bugün gelen misafirlerle sadece sen ilgilenecek, kursa gidip kolaylıkla öğrendiğin Japoncanı konuşturacaksın. Aldığım duyuma göre uzak doğudan önemli iş adamları da bu rezervasyona katılacakmış. Sakın bir dikkatsizlik yapma. Sıfır hata istiyorum senden" dediğinde genç kız "Elbette şef, merak etme. Sıfır sorun sıfır endişe ile bitecek bu iş" dedi garanti vermek ister gibi. Şef tam arkasını dönmüş gidiyordu ki geri dönüp Violet'e yaklaşıp "Bir misafir daha var ki sana tavsiyem asla göz teması kurma. Adamın iş hayatı haricinde karanlık bir tip olduğu söyleniyor. Restoranın ve bizim kaderimiz sana bağlı" diyerek omuzlarına daha ağır bir yük yükleyip mutfağa ilerledi. Genç kız öylece arkasından bakarken "Az sonra biri gelip dünyayı sen kurtaracaksın insanlığı kaderi ellerinde dese hiç şaşırmam" diye kendi kendine mırıldanıp hazırlanacak masalara geri dönü. Her bir ayrıntıyı tek tek kontrol ede ede yerleştirdi. Peçeteler, o güne özel hoş koku dağıtması için alınan gerçek hanımeli sepetlerini, çatal bıçak dizilişi ve parlatması derken müşterilerin toplu halde geldiğini gördü. Büyük imtihan başlamıştı. Gelen topluluğu kapıda karşılayan başgarson hemen yanındaki kıza bir bakış attı. Kız saygılı bir biçimde eğilerek onları selamlayıp "Yokoso (Hoş geldiniz)" dedi. "Kotchi iku (Buyurun bu taraftan) deyip onları masaya doğru ilerletti. Birbirlerine bakıp gülümseyen adamlardan, daha şimdiden memnun oldukları kanaatine varabilirlerdi. Sonunda oturduklarında onlar için özellikle hazırlanan menüyü uzattı. Saygı içinde masadan birkaç metre uzakta, itmeli içki arabasının başında beklemeye başladı. Japonlarla sohbet eden ve genç kıza bir kez bile bakmayan koyu kahve saçlı adam elini hafifçe kaldırıp parmağını oynattı. Bu gelmesini istediğini belirtme şekliydi. Derin bir nefes alan Violet hızlı adımlarla mesafeyi kapatıp masanın yanında durunca adam "Menüleri topla. Verilen listedeki yemekleri sırası ile servis edin. İçki olarak hafif ama yemekleri yakışır seçimler istiyorum. Biraz elinizi çabuk tutun fazla zamanımız yok" dediğinde genç kız adamın sesindeki sertlik ile anlık soğuk suya girmiş gibi irkildi. Ardından "Hemen Efendim" deyip denileni yaptı. Bir saat süren yemekte kusursuz kelimesi can buldu adeta. Özenle hazırlanan servis tabakları yine özenle önlerine yerleştiriliyordu. Her daim güler yüzlü olup sorulan birkaç minik soruya cevap veriyor, iltifat eden bir Japon'u da hafif bir gülümseme ile bertaraf ediyordu. Sonunda bittiğinde ve ayaklandıklarında rahat bir nefes almayı ihmal etmedi genç kız. Başgarson son ana kadar kapıya kadar eşlik etti ve çıkan grup ile alnındaki biriken terleri cebindeki mendil sayesinde silip Violet'e baktı. Hemen kızın karşısına gelip "Aferin Violet beni hayal kırıklığına uğratmadın zira öyle bir şey olsaydı şuan kovulma konuşman yapılıyor olurdu." Dediğinde gözleri büyüdü genç kızın. "Şef ama sen bana bu ihtimali hiç söylemedin" dedin şaşkınlıkla. Adam gülümseyip "Bilsen hata yapardın. Düğün arifesinde bu istediğin bir olay değil çünkü" dedi. "Merak etme kovulma şöyle dursun hatırı sayılır bir ek ücret alacaksın. Özellikle Bay Walker istedi ve sana ödenecek ücreti bize ulaştırdı. Hadi git ve odada biraz dinlen. Mesain bitmedi daha" dediği gibi yanında ayrıldı. Şaşkın bir halde etrafına bakan kız adamın "Bay Walker" dediğini kişinin kim olduğunu merak etti ama tekrar sorup bunaltmak istemedi. Omuz silkti 'bana ne' der gibi. O alacağı paraya bakardı. Violet personel odasındaki tek pufa kendini atıp biraz olsun gözleri kapamak istediğinde yabancı bir çift yeşil göz karşısına çıktı. Hızla gözlerini açtığında bu gözlerin kime ait olduğunu düşündü. Tanrı aşkına bu da neydi böyle? Düşündükçe beyni ağrıdı. Ama en sonunda bu gözlerin ona emirler veren koyu kahve saçlı adama ait olduğunu fark etti. Soğuk mesafeli karanlık bir çift göz. Adamın yüzünden biraz da olsa ben tehlikeliyim mesajını alabiliyordu. Her daim kaşları çatılmaya müsait, gözleri karşısındakini yakmaya meyilli. Sıkıntı ile başını salladı genç kız ve neden bu kadar dikkatle o adamı incelediğine anlam veremedi. Derince oflayıp aklını sevgilisi Richard'a ve günler sonra olacak düğüne vermeye çalıştı. Tabi işin içine düğün ve koşturmaca girince de koyu kahve saçlı yeşil gözlü soğuk adam zihninin odalarından birine geri çıkmak üzere çekildi. Andrew, uyumak için odasına çıktığında hemen duşa girip soğuğa yakın su ile yıkandı. Uzun süre kaldı fıskiyenin altında. Sinirinin, karısına olan öfkesinin akıp gitmesini istedi. O kadınla evlendiği güne lanet etti. O gün aklına gelince dişlerini daha bir sıktı. Üstelik artık sakinleşip uyuması gerektiğini biliyordu. Yarın için bir restoranda yemekli toplantısı vardı ve her bir maddeyi ayrıntıyı talan eden Japonları ağırlayıp son imza işini halletmeyi umuyordu. O çekik gözlü adamları bir daha sorun çıkarırlarsa Atlanta'nın güzide ormanlarından birine gömmeyi planlıyordu. Son kez mentollü şampuanı ile koyu kahve rengi ipeksi saçlarını yıkayıp durulandı ve beline sardığı siyah havlu ile odasına girdi. Giyinme odasına girip bir yandan küçük havlu ile başını kurularken diğer yandan sağ tarafında bulunan çekmecelerden birini açıp baksırlardan birini aldı. Sol tarafındaki geniş dolaptan siyah bir eşofman altı ve yan bölmeden siyah düz bir tişört giyip ıslak havluları giyinme odasında bulunan kirli sepetine attı. Nasıl olsa yardımcısı Bayan Laura alırdı. ANDREW İN YATAK ODASI Koyu gri yuvarlak yatağı, aynı kumaştan kadife kalın yatak başlığı, odasında bulunan uzun şeritli açılır kapanır ince duvarlar ve birkaç sakin aydınlatma da gözleri gezdirdi. Sonra da yatağına girip uzadığı yerde sırt üstü dönüp yastığını kucakladı. Yanındaki küçük komodinin üzerinde olan kumandaya uzanıp ses sisteminin tuşuna bastı ve klasik hafif bir müzik kısık seste odaya yayıldı. İşte şimdi uyuya bilirdi. Kulaklık vs. şeyler tercihi değildi. O uyurken karmaşık ve zorlanan zihnine dolan müzik rahatlamasını sağlıyordu ki odanın geneli yayılan ses tercihiydi. Sabaha kadar birkaç kez irkilip uyansa da her defasında gördüğü rüya karısını öldürdüğü yönündeydi. Sinir kadın uykularında bile rahat bırakmıyordu adamı. Odaya aralık büyük pencereden dolan çam kokusu genzine dolduğunda gözleri kapalı derin bir nefes aldı. Hemen yatağından kalkıp banyoda yüzüne bir su çarpıp tamamen uykusunu açtı. Giyinme odasından koşu kıyafetlerini giyip güneşin daha yeni yeni doğduğu şehirdi evinin bulundu ormanlık alanın içindeki patika yolda yakın koruması ve sağ kolu Mike ile birlikte koşuya çıktı. Adamlar için rutin bir olay olmuştu bu. İçki içse ve yorgun olsa bile beden otomatikman uyanıyor kendine koşu için hazır olduğunun sinyallerini veriyordu. Koşudan dönüp hazırlandıklarında şirkete geçtiler. İncelediği dosyaları kapıyı çalıp yanıt bekleyen adamı sayesinde bir kenara bırakırken sert bir tonda "Gel" dedi. İçeri giren Mike yüzündeki sıkıntılı ifade ile "Efendim rahatsız ediyorum ama önemli bir konu." Dediğinde Andrew "Önemli olduğu belli Mike. Hadi söyle ne oldu, o lanet kadınla ilgili mi yine?" diye kendince tahminde bulunsa da karşısındaki adam "Şey, efendim onunla alakalı değil. Üstelik bir sonraki mahkemede boşanmanın kesin olmasını sağlayan bazı durumları farkında olmadan bir saat önce kendisi açık etti. O konuda artık düşünmenize gerek yok. Siz de geniş çaplı bir dosya hazırlayıp vereceğim. Ama şimdi ki durum silah ticaretimizde ortak olduğumuz Ruslar ile ilgili. İvan Kuslow bizim payı da kendine katarak diğer alıcılara yalnız çalıştığının haberini vermiş. Üstelik geçen ay baskın yiyen depodaki silahların da sonrasında polisin elinden rüşvet ile alınıp ülkeden çıkarılmasında da onun parmağı olduğu bilgisini aldım." Dediğinde an be an kararan yeşillerin öfke ile harlandığına şahit oldu. Dişlerini sıkan Andrew masaya yumruğunu vurduğunda "Şu Japonları bugün bir halledeyim sıra o Rus öküzüne de gelecek. Benden kaçırdığı silahların namlusunu tek tek götüne sokmak benim için zevk olacak. O daha Andrew Walker ı ya tam tanımadı ya da gözünde küçük gördü. Hemen ben toplantıya geçerken etrafta ne kadar adamı, bağlantısı olduğu kim varsa hepsini istiyorum. O piç kurusuna da haber gönder şehir dışındaki depoya gelsin ama siz yine de dikkatli olun. Bir kez ihanet eden hep eder." Dedi ve üzerinden çıkardığı takımın ceketini giyerek ayaklandı. Ona baş işareti verip onaylayan Mike odadan çıkarken Andrew de çıktı. Önce otele gidip iş yapacağı Japonları alacak sonra da rezervasyon yapılan restorana gidecekti. Nihayet restorana geldiklerinde Andrew ortalık yerde katil olmamak için dua ediyordu. Ne çok konuşuyordu bu adamlar. Sinirle yeşil gözleri parladı. Onları kapıda karşılayan biri adam diğer kadın iki kişinin yardımı ile masalarına ilerleyip oturdular. Hizmet eden garson kız Japonca biliyordu ve adamları selamlayıp menüleri uzattı. Belki hoşuna gidebilirdi sıkı bir topuz yapılmış kızıl saçlar, cam gibi görünen mavi gözler bir yanı çocuksu ama diğer yanına kadınsı hava katan kıyafet. Fazla dikkat etmedi iş haricinde bir şeye. Sürekli menüye bakıp konuşan adamları görünce bir eli masanın altındaki dizinde yumruk olurken diğeri ile biraz ileri de siparişleri bekleyen kıza işaret verdi. Yanına gelen kız saygılı bir biçimde söylediklerini dinlerken genzine tuhaf bir koku dolmaya başladı. Nefes aldıkça ciğerlerine işleyen, tatlı bir koku. Kaynağını bulmak ister gibi anlık etrafı kolaçan etse de, an be an sinirlerini yatıştıran kokunun yanındaki garson kızdan geldiğini anlayamadı. Buram buram vanilya kokan kız başucunda bilmeden ona sakin olmasını öğütler gibi saldı kokusunu. Adam etrafını çepeçevre saran hava ile nefes aldıkça rahatladı. Yemek bittiğinde işi de bağlamıştı. Restorandan ayrılırken onlarla ilgilenen garson kıza ekstradan verilmesi için zarf içinde ücreti şefine ilettirdi. Hava alanına yolcu ettiği Japonlardan sonra bedenine geri dönen sinir ile adamı Mike ı arayıp neler yaptığını öğrendi. Yüzündeki karanlık gülümseme dökeceği kanın ve vereceği cezanın bir başlangıcı gibi soğukça dudaklarına otururken depoya geçti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD