Oturduğum bankta gün batımını izlemek güzeldi fakat ben güneşten sonra çıkan ay ışığını daha çok seviyordum.
Benim için gün batımını izlemenin en iyi yanı, çıkacak ayı beklemekti.
Kendime kiralık bir koca bulamayacağımı anlamış, boş boş manzarayı izliyordum. Yaşadığım hayattan çok fazla beklentisi olan bir insan değildim.
Sakin ve rahat bir hayat sürüyordum. Tek istediğim Jung Hee'yi de bu hayata dahil etmekti. Onun iyi olması için birşeyler yapabilmekti.
Belki de tek düze giden bu hayatımda birine faydam olurdu.
Yanımda bir hareketlilik hissetmem ile dönüp baktım. Genç, yakışıklı, üstü başı düzgün bir adam. Yüzünün her mimiğinden canının sıkkın olduğu belli oluyordu.
Hayat işte, herkesin farklı dertleri vardı. Kim bilir onun sorunu neydi?
Elinde ki poşetten bir bira şişesi çıkarıp içmeye başlayınca bakışlarım elimde duran çikolatalı süt kutusuna kaydı.
Benim de içki içmem gerekiyordu ama ben burada oturmuş çikolatalı süt içiyordum. Derin bir iç çekip elimde ki kutuyu kenara bırakarak arkama yaslandım.
Bu hayatta becerebildiğim bir şey var mıydı acaba? Doğru düzgün üzüntümü bile yaşayamıyordum da!
Ay çoktan tepeye ulaşmıştı ve bu görüntü içimi ısıtıyordu. Tabi şu an Jung Hee yanımda olsa sımsıcak olurdum o ayrı.
Gözümün önünde sallanan şişe ile şaşkınca bakışlarımı şişeyi sallayana çevirdim.
"Alacak mısın?"
Ne kadar kibar bir ikram etme şekli. Bakışlarım sertleşirken bir elinde ki şişeye bir de yüzüne baktım. "Bana şu an bira mı ikram ediyorsun?"
Gözlerini devirip şişeyi tekrar poşetini koydu. "Oradan ne gibi duruyor?"
Ellerimi göğsümde birleştirip yandan bir bakış attım. "Daha çok sadaka verir gibi duruyor. İnsanlar genelde birşey ikram ederken içer misin falan diye sorar."
Söylediklerim hiç bir etki yaratmamıştı, bunu yüzünde ki ifadeden anlayabiliyordum. Birasından bir yudum alıp bana döndü.
"İyi, o şekilde ikram edenden alırsın."
Deli mi ne? Sanki bana bira ver diye yalvarmıştım. Bıkkın bir nefes verip önüme döndüm.
İstesem kendi içeceğim şeyi kendim alırdım zaten, sanki ona ihtiyacım vardı.
Şu an adını bile bilmediğim bir adamın tavrını düşünecek halim yoktu. Benim bir an önce kendime koca bulmam gerekiyordu.
Annem görse koca koca diye ortaklıklarda gezdiğimi, kadıncağız şoka girerdi.
Telefonumun çaldığını duymam ile çantamda hummalı bir arama çalışması başlattım. Her seferinde en derinlere nasıl iniyordu asla anlamıyordum.
Sonunda bulduğumda arayanın en yakın arkadaşım Riah olduğunu gördüm.
"Efendim."
"Ne yapıyorsun?" Telefonun ardında ki ses gayet neşeli geliyordu. Bu tuhaf bir şey değildi o hep neşeliydi. Benim aksime, elde etmek istediği şeyleri kolaylıkla elde ediyordu.
"Koca arıyorum."
Boş bulunup söylediğim şey ile gözlerim kocaman açıldı. Sorun bunu Riah ile paylaşmak değildi, yanımda ki adamın bunu duyabilecek olmasıydı.
Bakışlarımı ürkekçe yan tarafıma çevirdiğimde yanımda ki adam şaşkınlıkla bana bakıyordu. Kim bilir neler düşünmüştü.
"Yine Jung Hee mevzusu."
Mırıltı şeklinde onu onaylayıp bakışlarımı tekrar ay ışığına çevirdim. Hala neden burada oturuyordum ki? Bu rezilliğimin üzerine kalkıp gitmem gerekiyordu.
"Biliyorsun Riah bu konu benim için önemli. Onu bir an önce almam lazım, durumu iyiye gitmiyor."
Bir yandan konuşurken bir yandan çantamı toparlayıp banktan kalktım. Biraz önce telefonu ararken içindekileri birazcık döktüğüm için toplamak zaman almıştı.
Adamın yüzüne hiç bakmadan oradan uzaklaştım. Muhtemelen benim için koca meraklısı bir kadın diye düşüncelere kapılmıştı ama durum tam tersiydi. Ben erkeklerden nefret ediyordum ve asla evlenmeyi düşünmüyordum.
Erkeklerin hepsi aynı boktu, hepsi iki bacağının arasında ki sallantıyı mutlu etmek adına yaşıyordu.
"Hana?"
Düşünceler dalmış telefonun ucunda ki Riah'ı unutmuştum. "Riah sonra konuşalım, cidden şu an kafam yerinde değil."
Telefonu kapatıp gelişi güzel çantama attıktan sonra etrafıma bakındım. Ne ara bu kadar uzaklaşmıştım? Şimdi tekrar geriye yürüyüp arabama ulaşmam gerekiyordu.
Arabaya geldiğimde gördüğüm manzara ile ağlamak istedim. Hayır sorun elbette arabanın, iki arabanın arasında kalması ya da milim mesafe olmaması değildi, sadece her şey üst üste geliyordu.
Resmen evren benimle dalga geçiyordu. Bir parça şans istiyordum bu hayattan sadece.
Arkamda ki araba ben park ettiğimde buradaydı, önde ki araba sonradan gelmiş dibine kadar girmiş olmalıydı. Hangi ruh hastası ön tarafta bir dönüm yer varken arkadaki arabanın dinine girerdi ki?
Arabanın ön ve arka camlarına bakıp numara aradım, elbette yoktu. Arabanın plakasını bakıp telefonumu yine hummalı bir çalışma ile çantamdan çıkardım.
"Woo Bin, canım benim." Erkek kardeşim emniyette müdür yardımcısıydı ve arabanın sahibinin numarasını kolaylıkla bulurdu.
"Yine ne istiyorsun noona?" Sanki sadece birşey istediğimde arıyordum.
Belki, bazen.
"Arabamın önüne bir araba park etmiş ve çıkamıyorum. Arabada numara falan da yok."
"Çekici çağır o zaman. İşim var benim işim!" Telefonda duyduğum dıt sesiyle yüzüme kapandığını anladım.
Ama bunun böyle olmaması gerekiyordu, bana numarayı verecekti bende arayacaktım ve gelip arabasını çekecekti.
Kaybetmiş olduğumu kabul ederek arabanın içine girip beklemeye başladım. Sabaha kadar bile bekleyebilirdim, ne zaman geleceği belli değildi.
Yapabileceğim en iyi şeyi yapıp bir not yazıp önde ki arabanın camına yapıştırdım.
Bir taksi çevirip sıcak evime gittim. Minik kızımı han nehrinin kenarında bırakmıştım ama bir şey olacağını sanmıyordum.
Keşke notta o kadar kibar olmak yerine biraz küfür etseydim, ahmak yüzünden evime taksiyle dönmek zorunda kalmıştım.
Telefonuma gelen bildirim sesi ile elime aldım. Gerçekten harika eve gelir gelmez mesaj atmıştı.
Bilinmeyen: arabamı çıkardım, arabanızı gelip alabilirsiniz.
Sanki inadına yapıyormuş gibi. Şimdi gidip bir de arabamı almak zorunda kalacaktım. Zaten hayatımda yolunda giden hiç bir şey yoktu, bu duruma bu kadar takılmamam gerekiyordu.