4. Safkan malikanesi

1406 Words
Hatice aldığı o adresle Safkan malikânesini sonunda bulabilmişti. Geniş bir arazide yer alan dört katlı koca ev sarayları andırıyordu. Ancak içine girince sıcak bir yuva havası veriyordu. Modern bir yapım bekliyordu ancak içerisinde el işçiliği bir sürü eşyayla karşılaşınca aile de sıcak ve sevecen bireylerinin olduğunun tanısına geldi. En çok ahşap işçiliği olan bir sürü mobilya, masa, sandalye, tekçe ve çekmeceler vardı. Muhtemelen evde oymacılıkla uğraşan birileri vardı. Krem rengi duvarlar içeriye hoş, temiz bir hava katıyordu. İçeriye girmeden önce dışarıdaki demir kapının ardında yaşlı bir adamla karşılaşmıştı. Adam ağır Karadenizli şivesiyle konuşuyordu. Ona Ömer Ali'nin Tanrı misafiri olduğunu söylediğinde adam babacan bir tavırla içeriye almıştı. Malikânenin girişinde melek yüzlü bir kadınla karşılaşmıştı. Kısa boylu ve hafif balık etli kadın Ömer Ali Safkan'ın kız kardeşiymiş. Genç kızı içeriye buyur etmişti. Şimdi oturma salonlarında onu bekliyordu. Adının Melike olduğunu öğrendiği kadın elindeki tepsiyle içeriye girdi. Hazırlamış olduğu sıcak kahvesini ve de buzlu şerbetini misafirinin önündeki masaya bıraktı. "Bu gün hava epey bunaltıcı. Bu soğuk şerbet iyi gelir! Bizim özel tarifimiz! Umarım hoşuna gider!" diye karşı koltukta oturdu. Karşısındaki kız gözlerindeki güneş gözlüğü dışında hiç bir şeyi çıkarmamıştı. "Teşekkür ederim size de zahmet verdim," dedi Hatice güzel sesiyle. "Olur mu canım öyle şey! Ağabeyimin misafiri benimde misafirim!" getirmiş olduğu kahveden yudumlayarak "Nereden geldiniz bu arada sormamışım?" diye ilgiyle sordu Melike. "Buralardan değilsin galiba." "Erzurum'dan geldim." Hatice soğuk şerbeti alarak örtüsünü biraz çekerek birkaç bir yudum aldı. Hala örtüsünü ayırmıyordu. Melike birden üzülmüştü. Sanırım kızın yüzünde ağabeyi gibi bir yara izi vardı. Bu yüzden utanarak saklıyordu. Onu anlıyordu. Bu yüzden bu durumdan rahatsız olmamıştı. Zavallı kızcağız diye iç geçirdi. "Biraz uzakmış. Umarım yolda sıkıntı yaşamadınız Hatice Hanım," diye kibarca sordu. "Çok şükür Allah'a sıkıntısız geldim. Burasını bulamayınca yolda bir genç adamdan adres tarifi sordum gerçi. O da sağ olsun yardım etti bana. Sanırım ağabeyinizi o da herkes gibi tanıyordu." Melike gülümsedi "Evet muhtemelen öyledir" dedi içtenlikle "Ağabeyim sevilir sayılır buralarda. İnsanlarımız bir birine vefalıdır. Dostlukları derinden olur buranın." "Evet, fark ettim. Yardım istediğim an canı teniyle herkes bana yolu tarif etmeye çalışıyordu" Hatice yolda gelirken bir yaşlı amcadan da sormuştu yolu. O bile babacan tavırla yolu canı teniyle tarif etmişti "Hepsi de ağabeyinizi çok seviyor sanırım. Yardımsever biri olmalı." "Hem de çok!" dedi Melike gururla "Ağabeyim diye söylemiyorum yardım isteyen kimseyi bu güne kadar hiç çevirmedi. En koca yürekli adamdır o!" Hatice biraz gülümsedi. Mavi gözleri ışıldamıştı o an. Melike bundan etkilenmişti. Kızın yüzünü göremiyordu belki ama o gözler çok etkileyici bakıyordu. Sadece gözleri bile içini ısıtıyordu. "Umarım o zaman ağabeyiniz beni de geri çevirmez" diye mırıldandı genç kız. Bunu Melike duymuştu elbette ama ses etmedi. Bir sorunu vardı galiba diye düşündü. Ne kadar da gençti üstelik. Birden kıza tekrar üzüldü. Umarım ağabeyi ona yardımcı olabilirdi. Akşam hızla gelmişti. Melike'nin oğlu Mustafa ve kocası Fırat'ta gelmişti. Annesi de komşularından sonunda gelebilmişti. Gene oğlu için kız bakmaya çıkmıştı. Melike bile artık ağabeyine kız bakmaktan yorulmuştu. Hasibe hanım salona girince yüzü örtülü kızı görerek biraz şaşırdı. Kızı hemen öne atılarak onun ağabeyinin misafiri olduğunu söyleyince Hasibe hanımın gözleri ışıldamıştı. Hemen kızın yüzünü görmek istedi ancak kızı engel oldu. Onun yüzünün yaralı olabileceğini bu yüzden utanarak sakladığını söyledi. Hasibe hanımın yüzü düşmüştü. O da her bir ana gibi oğluna güzel bir gelin almak istiyordu. Kendi çocuğu çirkin ördek yavrusu bile olsa onun gözünde prensti! Ömer Ali malikaneye girdiğinde önündeki araçtanda Hasan ve karısı iniyordu. "Hoşgeldin Hasan!" dedi kardeşine bakarak "Hoşgeldin yenge!" Hasan'ın eşine yenge diye hitap ediyordu genç adam. Yaşça ondan büyük olmasına rağmen saygıda kusur etmezdi. Kadın "Hoş buldum ben eve geçiyorum Hasan," diye hemen içeriye girmişti. "Eee araziler nasılmış?" diye sordu Hasan da Ömer Ali ile beraber içeriye doğru yürürken. "İyiler şükür. Hasatlar da iyi. Yarın da doğu ana dolu ilçelerine göndermemiz gereken malları son bir kez gözden geçirerek gönderelim!" dedi içeriye girince. İlk işi öncelikle çalışma odasına girerek birkaç notu bellemekti. "Ben birazdan gelirim. Siz masaya geçin," diye odasına yöneldi. Bu gün onunla buluşmak isteyen kadını tamamen aklından çıkarmıştı. Çalışma masasında birkaç dosyaya bakarken birden kapı açıldı. Hasan'ın gözleri parlıyordu "Uşağım seni aşağıda bir kız bekler?" dedi imayla "Hayırdır da?" Ömer Ali kaşlarını çattı. Kız? Şimdi hatırlamıştı. O kadın olmalıydı. Hani şu borcunun olduğunu söyleyen. "O mu? Evet biliyorum. Ben söyledim malikanenin adresini zaten," dedi umursamazca. Önündeki bu dosya hazırdı. Sekreterine göndermesi gerekiyordu. "Nasıl yani? O kızı gördün mü daha önce?" diye Hasan hemen öndeki boş koltuğa yerleşti. Genç adam bilinçsizce başını salladı. Gözleri hala evraklarda dolaşıyordu "Evet bu gün arabaya binmek üzereyken yolda yanımda durarak adres sordu. Ömer Ali Safkan'ı arıyormuş." "Eee sonra? Niye durdun anlatsana filmim devamını!" Hasan çocuk gibi ilgiyle dinliyordu "En heyecanlı yerde duruysin sende!" Ömer Ali dışa doğru sesli bir nefes vererek arkadaşına baktı "E'si kadın beni tanımıyormuş. Bende belli etmedim. Neden aradığını sorduğumdaysa Ömer Ali'nin ona borcu olduğunu o yüzden aradığını söyledi." "Deme! Peki sonra?" "Hasan sanki pembe dizi izliyormuş gibi bu ne hal abi?" "Devamını anlatsana Ömer Ali!" Ömer Ali biraz güldü. Ah bu adam! "Sonra işte malikanenin adresini verdim. Akşama kadar beklemek zorunda kalırsın anca gelir Ömer Ali dedim. Kadın da tamam dedi gitti. Muhtemelen beni bekleyen de o." Hasan "Valla merak ettim şimdi. Kızın yüzünü de göremedim ki! Örtüyle kapanmış!" deyince Ömer Ali kaşlarını çattı "Arabadaykende örtülüydü yüzü. Hala öyle mi?" diye biraz şaşırarak sordu. Hasan başını salladı "Acaba nasıl bir borcun var valla merak ettim!" "Görelim bakalım ne yumurtlayacak!" Ömer Ali çalışma masasından kalkarak Hasan'la beraber yemek masasına gitti. Hatice bir kenarda oturmuş bekliyordu. Ömer Ali Safkan gelmişti. Ve o ilk kez bu kadar heyecanlanıyordu. Adama derdini nasıl anlatacağını bütün gün boyunca kara karar düşünerek geçirmişti. Ya reddetirse diye de bir yanı kuşkuya kapılıyordu. Sonunda içeriye iki tane cüsseli uzun boylu adam girince hemen yerinden kalktı. Adamlardan biri bu gün gördüğü yüzünde yara izi olan adamdı. Adamın güzel çikolata rengi gözleri onu etkilemişti. Yanındaysa başka bir adam vardı. Yeşile yakın ela renkte gülen gözleri vardı. Bu o olmalıydı. Ömer Ali Safkan. Yanındaki de arkadaşıydı o zaman. Genç kız dikkatle onlara baktı. İkiside yakışıklı adamlardı. Ve de iyi adamlara benziyordu. Hatice asla insanın dış görümüne önem vermezdi. Güzelliğinden hep nefret etmişti. Normal bir güzellikte olmayı çok isterdi. Güzelliği başına bela olunca güzel insanlardan bile uzak durur olmuştu. Bu yüzden yüzü yaralı olan bu gizemli adam onun gözünde hiç çirkin değildi. Sol yanağında, gözünün altında ve elmacık kemiğinin üzerinde kırmızıya yakın bir iz vardı. İz şakaklarına kadar ilerliyor ve sol kaşının üzerinde bitiyordu. Yani neredeyse sol gözünün etrafının tamamı kırmızı renkte bir benle örtülmüş gibiydi. Çıkık elmacık kemiğinin üzerindeyse çizik gibi bir yanık izi vardı. Bu kurşunun ardında bırakabileceği bir izdi. Bunu biliyordu Hatice. Biri bu adamın beynini dağıtmak istemişti demek. Onun dışında adamın keskin düz bir burnu, koyu gür saçları ve de dolgun erkeksi dudakları vardı. O gözlerini söylemiyordu bile. Arabadayken bile hafif gülerek baktığı bu gözler onun içine işlemişti. Bir insanın bu kadar güzel ve derin bakan gözlere sahip olduğunu bilemezdi. Hatice hemen kendine gelerek boğazını temizledi. Ela gözlü adama yönelerek "İyi akşamlar Ömer Ali bey. Ben Muzaffer Solmaz'ın kızı Hatice Solmaz!" dedi elini uzatarak. O sırada genç adam şaşkınlıkla yanındaki adama baktı. Dudakları yukarıya doğru hafifçe kıvrılmıştı. Bunun nedenini pek anlayamamıştı Hatice. Adam "İyi akşamlar bacım," diye kızın elini sıkmak yerine kalbine dokunarak başıyla selam verdi "Bende Hasan Ethemoğlu. Ömer Ali'nin en yakın arkadaşı ve ortağıyım!" diyince Hatice şaşkınlıkla elini geriye çekti. Diğerlerine bakındı. Herkes şaşırmış gibiydi. Melike hemen yanına gelerek "Hatice hanım galiba bir yanlışlık oldu. Hasan ağabey aile dostumuzdur," dedi, diğer adama taraf dönerek "İşte ağabeyim Ömer Ali!" dedi. Hatice tekrar şaşırdı. Çok çok hemde çok şaşırdı. Adama baktı. Kaşlarını çattı. Bu adam onunla alay mı etmişti?! Onu bu gün görmesine rağmen Ömer Ali Safkan olduğunu dile getirmemişti. Adam istifini bozmadan "Demek siz Muzaffer beyin kızısınız?" dedi, kızın masmavi gözlerle ona öfkeyle bakması onu hafiften rahatsız mı etmişti ne? Muzaffer beyi şimdi hatırlamıştı. O adam yıllar önce hayatını kurtarmıştı. Demek kız bu yüzden onun borcu olduğunu söylemişti. Evet onun bir can borcu vardı! "Onun yetişmiş bir kızı olduğunu bilmiyordum. Geçin buyurun masaya. Önce yemeğimizi yiyelim sonra konuşuruz," dedi hemen. Ortada ciddi bir sorun olmalıydı. Muzaffer bey kızını göndermişse demek ki başı dara düşmüştü. Hatice "Mümkünse hemen konuşmak isterim Ömer Ali bey!" dedi sertçe. Hala adamın ona başta oyun oynamasına öfkeliydi. O gözlere aldanmamak gerekiyordu demek. Yemek masasındaki herkes şaşırarak bir kıza birde Ömer Ali'ye bakıyordular. "Acil bir durum!" dedi kız. Genç adam başını salladı. Kapıyı işaret ederek "Buyurun çalışma odama geçelim o zaman," dedi. Onlarla beraber Hasan da gitmişti odaya. Olaylara tanıtlık etmezse gözü açık giderdi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD