Rüzgâr durduğunda dünya bir an sessizleşti. Gökyüzü griyle mavi arasında sıkışmıştı. Dağın tepesinde, üçümüz nefes nefese kalmıştık. Ali’nin omzundan akan kan, toprağa karışıyor, toprağın o eski kan kokusunu yeniden uyandırıyordu. Tarık biraz geride, nefesini tutmuş halde gökyüzüne bakıyordu. Helikopterler çoktan uzaklaşmıştı; sinyal sistemi devre dışı kalmış, bütün ağ çökmüştü. Sessizlik, bir savaşın son notası gibiydi. Ali yere oturdu, sırtını kayalıklara yasladı. Yüzü solgundu ama gözlerinde garip bir dinginlik vardı. Ona yaklaştım, elimi alnına koydum. Cildi ateş gibiydi ama gülümsüyordu. “Bu kez gerçekten özgürüz,” demişti. O söz, dağların yankısında hâlâ dolaşıyordu. “Ali, dayan. Henüz bitmedi.” “Bitmediğini biliyorum. Ama ilk defa hiçbir şeyden kaçmadığımı da biliyorum.” “Kaçmak

