Yavuz'un en son mesajının üzerine tam tamına 3 ay geçmişti. Evet üç ayı açacak olursa 90 gün kadar ondan hiç haber alamıyordum. En son mesajının üzerine günler ne ki günler günleri ay ayı kovalamıştı. Sonuç olarak söylediği zaman diliminden gelişi daha uzamıştı.
Ben onun bana yolladığı en son mesajını defalarca kez okuyup ve onu özlediğimi hissederken cevabımı onu bekledikçe çoktan vermiştim. Paspasın altında ki evin anahtarı orada değildi. Her hafta sonu evi temizlerken onunda evine el atıyordum. Onun evine çıkıyordum. İlk günler bu isteğime karşı çıksam da 1 ay sonra duygularıma yenilerek orada yatmaya bile başlamıştım. Kendi evim hiç kullanılmasa da Yavuz'un evi kullanılıyordu. İlk temizlik bahanesi ile çıkmıştım. Sonra bu da bir yerden bir yere değişmişti. Yavuz aklımda olsun kalbimde de acımasızca yer edinmişti. Acaba demekten kendimi alıkoyamıyordum. Onun gidişi, gelişi gibi çok ani olmuştu. Nerdeydi? İyi miydi? Başına bir şey mi geldi? gibi sorulardan kendimi alıkoyamazken kaldığım evi beni teselli ediyordu. Burada onu beklemek bu umut etmemi sağlıyordu. Askerin yolunu beklemek çok zordu.
Annem babamın yolunu beklerken onunla evlenmeye iyi cesaret etmişti. 3 ay oturup fazlaca düşünmeye vaktim olduğundan Yavuz'un ne demek istediğini daha iyi anlıyordum. Neden benimle olmak istemediğini hepsini kabul ediyordum. Ne yazık ki bunun için artık gerçekten de çok geçti. Ben evine gelmiş ve kanepesinde uzanmış bugünde gelmeyecek diye onu beklerken bırakıp gitmek çok zordu. Artık ayrılık gibi bir husus bu benim için en azından çok zordu. İlk kez gördüğüm adam, Yavuz'u ben 3 aydır evine gelmesi için bekliyordum. Masasının üzerinde duran begonya bile onu beklerken solmuştu. Oysa ben gelsin ve çiçeğini aynısı gibi bulsun diye çok uğraş vermiştim. Çiçeğini hayatta tutmak adına çaba gösteriyordum. Artık son çare begonyası ölürse yenisini alıp ona da ölmedi deyip yuttururdum. Bunun olması için ise onun gelmesi gerekiyordu. Begonya benden umutsuzdu. Onun için gerçekten de üzgündüm. Sanırım ben sevmek nasıl olur bilmiyordum. Öğrendiğim vakit ise hem benim için hem begonya için geçti. Bugün öldüğünü söylemeliyim. Onu çöpe atmak yerine yaşlı bir ağacın gölgesinde kurur ve toprağına karışsın diye onu orada bırakıp gelmiştim. Yarın da yenisini alacaktım. Yavuz buraları nasıl bıraktıysa aynı halde bulmasını istiyordum.
Evin kapısının vurulması ile yüzüm aydınlandı. Olabilir miydi? Yavuz gelmiş olabilir miydi? Sevinçle kapıya koştum. Öyle heyecanlıydım ki acaba o mu geldi diye koşarak evinin kapısını açtım. Karşımda Yavuz'un her sabah ve akşam saatleri iyi olduğumu öğrenmek için gönderdiği askeri karşımda buldum. Yüzüm düştü. Gözlerim dolu dolu olurken ağlamamak için yumruklarımı sıktım.
Gözlerimde hayal kırıklığını gören asker bu duruma son zamanlarda alışmıştı. "Efnan hocam, sizi kendi dairenizde bulamayınca bende bir bu kata bakayım istedim. Bir isteğiniz var mı?" yoktu.
Yavuz gelsin istiyordum. Başka hiçbir istediğim yoktu. Beni hava alanından gelmeye gelen adam ve gecenin bir yarısına kadar onun yanında kalmam için direten o adamın bende tez vakitte bana geri dönmesini ve de sağ salim evine dönmesini istiyordum. İşte bu üç ay ben tarafından böyle sonuç bulmuştu. Nerdesin ve ne zaman döneceksin?
Hiçbir şey istemediğimi söyleyip askerin gidişini izledim. O gidince de bende kapıyı kapattım.
Bugün televizyon kanalında güzel bir film istesem bile ne yazık ki yoktu. En iyisi bilgisayardan film izlemekti ki aşağı inip bilgisayarı almayı da şuan gözüm kesmiyordu. Burayı benimsemiştim. Kendi evime son günlerde gitmek bile içimden gelmiyordu.
Havalar soğumaya başladığı için üşüyordum. Bende birde kansızlık olduğundan diğer insanlara göre çok fazla üşürdüm. Sıcak polar battaniyemin altına ısınmak için girdiğimde yere düşen telefonum gözüme çarpttı. Uzanıp onu yerden aldım. Ekranda gördüğüm üst üstüne iki arama ile yutkundum. Hatta ağlamaklı olan gözlerim doldu ve yer yer buğulandı. Demek her gün tek bir kez yoklayan asker bugün ikinci kez kapıya gelmesinin sebebi Yavuz'du. Onu eve gönderen kişi, arayıp bana ulaşamayan Yavuz'du.
0532..................... 56 yazıyor
-Hayattasın...
Ellerim titrese de ona yazıp gönderdim. Çok şükür 3 ay sonra bir yaşam belirtisi vermişti. Allah'ım şükürler olsun ona bir şey olmamış ve hayattaydı. Başına bir şey gelmemişti. Öyle olmalı ki aramıştı.
05............... 82 yazıyor
-Sesini duysam çok daha iyi olurdum
-Sen telefonunu açmayınca nöbet bekleyen askeri eve gönderdim. Yokmuşsun.
-Bir sıkıntı yok, değil mi?
Onunla konuşmayı bile özlemiştim. İçimden bir ses ise onunla çok fazla konuşamayacağımızı söylüyordu. 3 aydır beni bir kez olsun arayıp sormaması biliyorum bu onun elinde değildi. Kaldı ki bende telefonu sessize alan kişi kesinlikle değildim. Kilitlerken filan kendisi almış olmalıydı.
0532........................ 56 yazıyor
-İyiyim Teğmen
-Bende sesini duysam çok daha iyi olurdu da nasip değilmiş. telefonum maalesef ki sessiz de kalmış. Aradığını duymadım.
-Yaralanmadın değil mi? Siz iyisiniz
Artık gece gündüz gözlerim haber kanallarında oluyordu. Polat'ı çok tanımasam da onun adını bile haberlerde takip ediyordum. İnsan şehit haberleri olunca çok üzülüyordu da şehit düşen kişinin yakını olması hatta oradan gece gündüz demeden haber var mı diye beklemek bile insanı yiyip bitiriyordu. Zordu sizin anlayacağınız. Hem de çok zordu.
05....................... 82 yazıyor
-Hepimiz iyiyiz:) Asker kızı:)))
-Sana bunu en başından söyledim
-Bir yüreğe, 2 asker fazla gelir
-Neden en başından beri vatanım sen gibi geliyorsun, ha Efnan
-Vatanımı senden sonra her zamankinden bile daha çok sevmeye başladım
-İçinde bir sen varsın
-Vatanımı bana bir kez daha sevdirdin, Hoca
Bu kitap romantik kategorisinde olmayı hak etmiyor mu ama:D)))?