Bölüm 5

1940 Words
Banyo kapısına öfkeli bir yumruk indirdim. Kapı kolunu tekrar zorlarken “Bütün bunların acısını çok pis çıkartacağım Kuzu” diye bağırdım. Banyodan gelen tek ses ise zevk dolu bir inlemeydi. Kahretsin burun deliklerimden dolan koku beni de azdırıyordu. Kuzu’nun duş jelinin yanında duyduğum onun kadınsı kokusu beni deli ediyordu. Lanet olası bir hafta hâlâ bitmemişti. Kuzu’nun içeriden gelen inlemeleri sıklaştı. Küfür edip yatağa ilerledim. Adım attıkça önümdeki fazlalık daha da ağırlaşıyordu. Çıplak bedenimi yatağın üstüne bıraktığımda son zamanlarda aletimin yakın dostu olan elim onu buldu. Gözlerimi kapatıp inledim. Fazla uğraşmama gerek yoktu. Soludukça burnuma dolan koku beni azdırmaya yetiyordu. Böyle durumlarda koku hassasiyetime bayılıyordum ama genel itibariyle değerlendirmek gerekirse berbat bir durumdu. Burnunuza dolan her kokuyu on misli kuvvetinde hissedebiliyordum. Bu yüzden sağlam bir mideye sahiptim. Hiçbir şey kolay kolay kusmama sebep olmazdı. Odağımı tekrar Kuzu’nun kokusuna yönlendirdim ve boşaldığını anladım. Gelen ekstra sesin haricinde kokusunun yoğunluğu artmıştı ki bu da benim için yeterli oldu. Orgazm olmadan önce yatağın üstündeki tişörtümü alıp aletimin üstüne kapattım. Etrafı batırırsam Kuzu’nun buna da bir ceza bulacağına emindim. Daha fazla cezayı kaldıracak hava da değildim. Ben nefes nefese yatakta yatarken banyonun kapısı açıldı. Kuzu havluyla kurulanarak dışarı çıktığında gözleri beni buldu. Kalın dudakları yukarı doğru kıvrıldığında ona öfkeyle bakarak karşılık verdim ama kısa süre de gülümsedim. Yanakları her orgazmdan sonra olduğu gibi tatlı bir pembeliğe bürünmüştü. Teni parlaktı. Bana çıplak poposunu dönüp dolaptan kıyafet aramaya koyulduğunda ayağa fırlayıp arkasına geçtim. Bir elimi karnının alt kısmına yerleştirirken diğerini göğüslerinin arasına yerleştirip onu göğsüme bastırdım. Burnumu boynuna eğip kokusunu içime çektim. Kuzu’nun kokusu çok farklıydı. Vücudunda şuan kullandığı duş jelinin ağır kokusu olsa da altında ona has olan kokuyu alabiliyordum. Teni tarçın ve karamel gibiydi. Karnının altında duran elimle tenine biraz daha baskı uyguladım. Kadınlığıyla parmaklarım arasında santimler vardı. Kuzu’nun nefes alışları değişince “Yarın son gün” diye fısıldadım. “Evet” diye inlediğinde göğsünün arasında duran elimi biraz kaydırıp bir göğsünü avuçladım. “Kurt” diye uyarsa da sesi onun da daha fazlasını istediğini ele veriyordu. Ama benim isteğim farklıydı. “Bu akşam sana ihtiyacım var Kuzu. İki açlık birden ağır geliyor” diye fısıldadığında Kuzu ani bir hareketle ellerimden kurtulup bana döndü. Gözlerinde hayal kırıklığı vardı. Ben ise ona çaresizce bakıyordum. Onun için deniyordum. Kendimle savaşıyordum ama yıllardır süre gelen bir şeyi şimdi tedavi edemiyordum. Gözleri vücudumu taradı. Kendime zarar verdiğime dair herhangi bir iz aradı. Karnımda eski yara kabukları haricinde yeni bir iz yoktu ama kolumdaki morluğu görmekte gecikmedi. Bileğimi tutup kendine çekerken “Akşam kum torbasına biraz sert vurmuşum” diye savunmaya geçtim. Gözleri tekrar beni buldu. Yalanıma inanmadığı ortadaydı. “Söz vermiştin. Artık kendine zarar vermeyecektin” sesinin titremesine dayanamadığım için ona doğru yaklaşıp elimle yüzünü kavramak istedim ama benden uzaklaştı. İki elimle kafamı kavrayıp dişlerimi sıktım. Benden uzaklaşmasından nefret ediyordum. “Kuzu yıllardır bunun böyle olduğunu biliyorsun” diye bağırdım. Yumruğu sertçe omzuma indiğinde ellerimi indirip ona baktım. Biran istediğimi yapacak diye sevinmiştim ama o daha büyük bir hayal kırıklığıyla “Lanet olsun senden sinirimi bile çıkartamıyorum. Çünkü bundan da zevk alıyorsun” diye bağırdı. Neredeyse bir kere daha vur diye yalvaracaktım. Ama bunu yaparsam benden nefret edecekti. Ona doğru yaklaşmayı denedim ama yine kaçtı. “Benden kaçma” dedim. Ona nasıl bağımlı olduğumun farkında değil miydi? Benden uzaklaşmasından nefret ediyordum. Fiziksel olarak benden uzaklaşmasını kastetmiyorum. Benden tamamen uzaklaşıyordu böyle durumlarda. “Bir gün kendini öldüreceksin” derken sesi fısıltı halindeydi. “Asla o kadar aşırıya gitmem” diye savunmaya geçtiğimde hızla bana yaklaştı. Elinin tersiyle iki ay önce karnımda oluşan yaraya vurduğunda zevk aldığımı görmemesi için gözlerimi yere indirdim. Elini enseme yerleştirip boynumu kendine çevirdi. “Seni bulduğumda kendi kanının içinde yatıyordun. Madem aşırı değildi yaptığın neden diğerlerinden sakladın. Neden acılar içinde kıvranmana rağmen işe gidip diğerlerinden gizledin. Öğrenirlerse ağzına sıçacaklarını biliyordun değil mi?” “Kuzu kolay olmadığını biliyorsun” İki elini boynuma yerleştirirken dudaklarımı öptü. Ben ona sarılmadan geri çekilmişti. “Seni seviyorum. Beni bırakıp ölmene izin veremem anladın mı?” “O zaman bana yardım et” diye inledim. Kuzu iç çektiğinde “Kendim sınırımı bilmiyorum. Bazen aşırıya kaçıyorum. O zaman bana yardım et bebeğim. Sen devral. Lütfen Kuzu” diye yalvardım. “Benden sana işkence etmemi istiyorsun.” “Bunun bana zevk verdiğini biliyorsun.” “Tamam” dediğinde ilk başta anlamayarak tekrar “Lütfen” demiştim. Daha sonra dediğini algıladığımda “Ne?” dedim. “Duydun işte tamam. Akşama yapacağız” dediğinde tüm dilekleri kabul olmuş küçük bir çocuk gibi gülümsedim. Kuzu kafasını iki yana sallayıp dolaptan kıyafet seçmeye başlarken ben banyoya koştum. Beş dakikada duşumu alıp odaya girdiğimde aceleyle üstümü giyindim. Koşarak Kuzu’nun yanına gittiğimde aşırı enerjim onu da güldürmüştü. Gözaltımı kalemle çizdiğinde eğilip dudağını öptüm. “Teşekkür ederim bebeğim” dediğimde “Sürekli devam etmeyecek Kurt, bunu belli aralıklarla yapacağız ve zamanla süreyi uzatacağız” dedi. Yutkundum. “Bebeğim” diye başladığımda parmağını dudağımın üstüne kapatıp “Bundan birlikte kurtulacağız” dedi. Cevap veremedim. Kurtulacağıma gerçekten inanıyor gibiydi ama kurtulamayacağımı biliyordum. Bunu düşünmek ise yeni bir korkuya sebep oldu. Zamanla iyileşemediğimde Kuzu beni terk ederse… kalbim korkuyla takla attı adeta. Kuzu da bunu fark ederken “Ne oldu?” dedi. Gözlerimi kırpıştırıp gülümsedim. “Yok bir şey bebeğim. Hadi gidelim” diyerek arkamı dönüp odadan çıktım. Merdivenleri hızla inip dış kapıya yönelirken Kuzu bana yetişmişti. Önüme geçip bana dönerek geri geri giderken “Sana inanmasam da inanmış gibi yapayım” diye göz kırpıp önüne döndü ve kapıyı açıp dışarı çıktı. Arkasından dışarı çıktığımda az kalsın Kuzu’ya çarpıyordum. Kapının önünde durmuş aralıksız yağan yağmura bakıyordu. Buradayken dışarıyı kontrol etmedi öğrenmemiz gerekiyordu. Kuzu ellerini beline yerleştirmiş yağmurda ıslanan motorlarımıza bakarken “Asım abinin neden motor almamızı istemediği belli oldu” dedi. “Yedek kıyafet alıp geliyorum” diyerek eve girdim. Hemen üst kata çıkıp sırt çantasına Kuzu ve kendim için kıyafet alıp aşağıya geri indiğimde Kuzu hâlâ aynı yerindeydi. Deri ceketimin önünü kapatıp yakasını kaldırırken “Hazır mısın?” dediğimde Kuzu “Kahretsin” diye bağırarak motorlara doğru koştu. Gülerek onu takip ettim. Kaskı kafama taktığımda görüş alanım kısıtlıydı. Kuzu’ya baktım. Bu halde yol almamız zor olacaktı ama geri dönecek değildik. Motorları çalıştırıp yola çıktık. Neyse ki lastikler kış lastikleriydi. Normalde gittiğimizden daha yavaş yol aldığımız için şubeye ulaşmamız bir saati bulmuştu. Motordan inip içeri girdiğimizde polisler bize şaşkınca bakıyordu. Asansöre binip üst kata çıktığımızda yeni ekibimizin de alaycı bakışlarına maruz kaldık. Bizim için ayarladıkları küçük odaya gidip üstümüzü değiştirirken telefonum çaldı. Asım abinin aradığını görünce onu sinir etmek için “Efendim moruk” diyerek telefonu açtım. Karşımdaki Kuzu da sırıtırken Asım abi sinirle “Yan komşunuz sizi şikayet etmiş” diye soludu. “Haberimiz var moruk” dediğimde Asım abinin derin nefes aldığını duyabiliyordum. “Bu mu yani? Bir açıklama yok mu?” diye bağırdı. Uzakta olduğumuz için onu öfkelendirmekten çekinmiyorduk. Ne kolaysa bize ulaşamayacak kadar uzaktaydı. “Başka ne olabilir ki moruk” dediğimde “Kurt benim sabrımı taşırma sırf kıçını tekmelemek için bile ilk uçakla oraya gelebilirim” diye kükredi. Kahkaha atarken “Tamam ya kızma hemen” dedim. Sonra ciddileşirken “Adam karısını dövüyordu. Kuzu da biraz uyarı yaptı” dedim. Kuzu konuyu anlayarak dikkatini bana verdi. Elimdeki telefonu istedi ama ona parmağımı kaldırarak bana bir dakika vermesini istedim. Asım abi “Oraya cinayetleri çözmeye gittiniz Kurt. Ahlak polisliği yapmaya değil” derken “Ne yani komşuluk görevimizi de mi yapmayalım ihtiyar, bırakalım da adam kadını dövmeye devam mı etsin?” dedim. “Adam Bakan seni aptal, oraya cinayetler için gittiniz. Eğer komşunda bir şiddete tanık oluyorsan ara şehir polisini gelip ilgilensin. Elinizdeki kimlik sizi oranın polisi yapmıyor” “Adam Bakan diye susup oturalım yani.” “Kurt beni deli etme. Siz oranın polisi değilsiniz. Bir daha bu işe karışmayacaksınız. Anladınız mı beni? Bir şikayet daha almayacağım. Bir şikayet daha alırsam cinayetleri çözseniz bile ülkeye dönmenize izin vermem” Ah moruk nereden vuracağını çok iyi biliyordu. “Tamam moruk anladık” diyerek telefonu kapattığımda Kuzu bana bakıyordu. “Yan komşumuz Bakan çıktı” dediğimde “Yani” diyerek karşılık verdi. “Evet bence de yani gereksiz bir ayrıntı ama anlaşılan Birim için öyle değil. Moruk kısaca orası onların ülkesi düzene karışamazsınız. İşinizi yapın gelin dedi” “Onlar istediğini söylesin ben bir kadının şiddet görmesine seyirci kalamam” diyen Kuzu kapıdan çıkmak için hareketlenmişti ki kolunu tutup onu durdurarak “Bebeğim eğer bir daha karışırsak ülkeye dönemeyiz. Asım abi gayet açık konuştu” dedim. Kolunu benden kurtarıp küfür ederek dışarı çıktı. Kazağımı giyip silahımı kılıfına yerleştirdikten sonra onu takip ettim. Bürodakiler her zamanki gibi çalışmaya devam ediyorlardı. Telefonlar çalıyor evrak işlerine bakanlar ellerinde dosyalarla oradan oraya koşuyordu. Bizim ekip ise toplantı odasında pinekliyor olmalıydı. Katil son cinayetini on gün önce izlemişti. Diğer cinayetlerin aralığına bakılırsa önümüzdeki bir yirmi gün daha yeni bir cinayet işlenmeyecekti. Ellerinde hiçbir şey olmadığı için de bizimkiler kendilerini uyuyarak rahatlatıyordu. İki günde bu ekipten umudu kesmiştim. Bunlardan bir halt olmazdı. Kuzu’nun ardından toplantı odasında girdiğimde Luke kâğıttan yaptığı uçağı masanın diğer tarafına fırlatıyor, Noah sandalyesini arkaya yatırmış ayaklarını da masanın tepesine koyarak uyukluyordu. Kızlar ise kıkırdayarak dedikodu peşindeydi. Sadece Ava odanın diğer tarafındaki kahve makinesinin başında dikilirken elindeki dosyayı okuyordu. Bir açık aradığı belliydi. Katili yakalamamıza yarayacak bir ipucu. Ama elimizdekilerde ipucu yoktu. Bize yeni bilgiler lazımdı. Bu yüzden masaya yumruğumu sertçe geçirdim. Noah yattığı yerde zıplarken sandalyeden düştü. Brody çözdüğü bulmacadan kafasını kaldırıp bana baktı. Kızlar fısıldamayı kesip bana döndü. Luke ise biraz ürkek görünüyordu. O kaslı vücuduna bu bakışlar yakışmıyordu. Ava ise elinde kahve fincanıyla gelip sandalyesine otururken gülümsedi. Noah düştüğü yerden kalkıp sinirle bana bakarken “Ne yaptığını sanıyorsun sen?” diye bağırdı. “Uyandırma servisi” diyerek gülümsedim. Yanımdaki sandalyeyi çekip otururken Kuzu da yanıma geçti. “Otur” diyerek Noah’a sandalyesini işaret ettim. Kollarını göğsünde bağlayıp ayakta duracağını belli etti. Omuz silktim. Kendi bilirdi. Kuzu “Daha ne kadar hiçbir şey yapmadan devam edeceksiniz?” diye konuya girdi. Juli “Ne yapabiliriz? Elimizde bir delil yok” dediğinde “Bu mu?” dedim elimi iki yana açıp “Tüm savunmanız bu mu? Elimizde beş ceset var. Beş masum kız. Buraya belli bir hayallerle gelmiş ve hayallerinin yıkıldığı yetmiyormuş gibi ölüme mahkum edilmiş beş masum kız” diye ekledim. Hepsinin gözlerindeki bakış değişti. Ne demek istediğimi anlamışlardı. “Bunu onlara yapanı bulup durdurmalıyız. Ve biz burada uyuklayarak geçirdiğimiz her dakika zaman başka bir kızın aleyhinde akmaya devam ediyor” “Ne yapmamızı bekliyorsunuz?” diyen Noah’a Kuzu öfkeyle bakıp “Hâlâ bunu soruyorsan burada olmamalısın” dedi. Noah ellerini göğsünden çözüp ona doğru hareketlendiğinde ayağa kalktım. Parmağımı ona doğru uzatırken “Senin ibneliklerine yeterince sessiz kaldım. Ya sesini çıkarmadan sana söylenenleri yerine getirir oyunda kalırsın. Ya da gidersin” son cümlemle kapıyı göstermiştim. Yüzünden ne düşündüğünü anlayabiliyordum. “Bu dava da tam yetkiye sahibiz Noah. İstediğimi oyuna dahil eder, istediğimi oyundan alırım. Karar senin.” Sandalyesini çekip yerine oturdu. Az önce oturmayı kabul etmiyorken şimdi yerine kuruldu. Ellerini masaya uzatıp birbirine geçirirken kolundaki damarla kabarmıştı. Adamın öfkesini anlayabiliyordum. Biri benim çöplüğüme gelip ötmeye başlasa bende onun gibi düşünebilirdim ama oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi mızmızlanmazdım. Bende yerime geri oturduğumda Kuzu “Juli ile Luke, sizden trafik kameralarını tekrar kontrol etmenizi istiyoruz. Her bir ayrıntının üstünden tekrar tekrar geçin” dedi. Ben Ava ile Bordy’e bakarken “Sizden otopsiyi yapan doktorla tekrar görüşmenizi istiyoruz. Otopsi raporunu tekrar gözden geçirmesini sağlayın” dedim. Kuzu Noah ile Mary’e dönüp “Kızları çalıştıran adamları tekrar sorgulayın” dedi. Hepsi onaylarcasına kafalarını salladıklarında ayağa kalktık. Kapıdan çıkmadan önce “Siz ne yapacaksınız?” sorusu yine Noah’dan gelmişti. Gülümseyerek arkama dönerken “En güzel işi, kızların çalıştığı yerleri kontrol edeceğiz” dedim. Ve böylece Kuzu ile yola çıkmıştık. Tabi şubeden ikimiz için bir araba istemiştik. Bu yağmurda motorla kadın avlamak biraz zor olurdu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD