6.Bölüm

1210 Words
Zerin Bu gece babam şehir dışında olduğu için annemden Ece’lerde kalmak için zor bela izin koparmıştım. Üstelik aramızda bir sır olarak kalmasına da söz vermiştik. Artık üzerimdeki baskıdan, attığım her adımın hesabını vermekten nefes alamaz hale gelmiştim. Babamın sadece bana dayattığı o kurallar, o görünmez zincirler… hepsi beni boğuyordu. Tek istediğim okulumu bitirip kendi hayatımı kurabilmekti. Çünkü gerçekten artık tükendim. Ece, Selma ve ben o akşam çok lüks bir gece kulübüne gitmiştik. Onlar buralara alışkındı; istedikleri saatte çıkıp istedikleri gibi dolaşıyorlardı. Ben de daha önce gizli saklı bazı mekânlara gitmiştim ama burası… burası bugüne kadar adım attığım en şık, en gösterişli, en tanınmış yerdi. Avizenin altında bile hava farklı solunuyordu sanki. Kızlarla hafif içkilerimizi alıp dans etmeye başladık. Çok geçmeden Selma’nın erkek arkadaşı Buğra çıkageldi. Ama ikisi bizimle eğlenmek yerine tüm gece birbirlerine yapışmayı tercih ettiler. Bu yüzden Ece’yle ikimiz dans pistinde baş başa kaldık. Derken, gecenin hiç beklemediğim sürprizi karşımda belirdi: Cüneyit… Ve yanında da ne zaman değiştirdiğini anlamadığım yeni sevgilisi vardı; birbirlerine kenetlenmiş, sanki dünyada bir tek ikisi varmış gibi dans ediyorlardı. Onu öyle görünce içim buruk bir sızıyla kıvrıldı. Ama bu Cüneyit’ti… onun ilk sevgilisi de değildi, son da olmayacaktı. Daha çok kez böyle sahnelere tanık olacaktım, içim acıya acıya alışacaktım. Bir süre sonra bizi fark edip yanımıza geldi. Ece ondan pek hoşlanmaz; zoraki bir selamlaşıp sustular. Sonra Cüneyit gözlerini bana çevirdi. “Zerin… bu kapalı elbisenin içinde bile nasıl bu kadar harika görünmeyi başarıyorsun?” Sanki içime sıcak bir akım yürüdü. Yanaklarım utançla kızardı, sadece “Teşekkür ederim,” diyebildim. “Bu gece sizinle takılmayı isterdim ama önceden verilmiş bir sözüm var. Keşke geleceğinizi daha önce söyleseydiniz,” dedi o rahat, kendinden emin sesiyle. “Biz son anda karar verdik. Sen programını bozma, eğlenmene bak,” dedim. Gözlerimin içine eğilerek baktı. İçkiden mi, yoksa benden mi bilinmez, sesinde bir yumuşama vardı. “Zerin…” dedi, adımı uzatarak. “Tek kelimeyle harikasın. Bir gün seninle uzun uzun ilgileneceğim.” Sonra kız arkadaşının yanına dönüp elini beline sardı. O an içimde bir yer hafifçe çatladı. Cüneyit belki hislerimi sezmişti, çünkü hep bana yakın ve sıcak davranıyordu. Ama o hayatı dolu dolu yaşamayı seviyordu. Ben ise… babamın izin verdiği kısıtlı zamanlarda görüşmek zorunda kalacaktım. Böyle bir ilişkiyi hangi erkek isterdi ki? Zaten ben de içimdeki duygularla tek başıma yaşamaya alışmıştım bu tek taraflı bir sevgiydi. Ece beni dürtüp etrafa bakmamı söyledi. Başımı kaldırdığımda yüzlerce gözün üzerimde olduğunu fark ettim. Bu beni daha da gerdi. “Neden böyle bakıyorlar bize?” dedim tedirginlikle. “Bize değil, sana bakıyorlar. Aç kurtlar gibi. Çünkü hepinin aklını başından aldın,” dedi Ece kaşlarını kaldırarak. “Saçmalama Ece, ne alakası var?” “Zerin… sen gerçekten güzelliğinin farkında değilsin, değil mi? Safsın ama tatlı bir saf. Güzelliğinin kendisi yokmuş gibi davranıyorsun.” “Ece, ben diğer kızlar gibiyim. Öyle ‘vav’lık bir şeyim yok.” “Beyin nakli şart sana!” diye güldü. Dansa devam ettik. Bir süre sonra yorulunca masaya geçip etrafı izlemeye başladım. Tam kafamı VIP localara kaldırdığımda… bir çift gözle çarpıştım. Katran karası, derin, keskin bir çift göz. Locada duran uzun boylu, esmer, ciddi ifadeli bir adam beni izliyordu. Zaman bir anlığına durdu sanki. Ben bakışlarımı kaçırmayı düşünemeden onun gözlerine çakılmış halde kaldım. O da bakışlarını benden koparmıyordu. İçimde bir şey… tarif edemediğim bir şey kıpırdadı. İradem yok olmuştu; sadece o adamın gözleri vardı zihnimde. Ne kadar sürdü bilmiyorum. Belki saniyeler, belki dakikalar… Arkadaşı yanına gelip bir şey söylediğinde ancak bakışlarını benden çekti. Ben ise o anda kendime gelir gelmez Ece’yi kolundan tutup “Çıkalım,” dedim. Sesim titriyordu. Adam aklımı bedenimden söküp almış gibiydi. Ece itiraz etmedi, hemen dışarı çıktık. Eve kadar tek kelime etmedi. Selma arayıp geceyi Buğra’yla geçireceğini söyleyince Ece homurdanarak, “Tavşan gibiler, fırsat buldukça çiftleşiyorlar,” diye söylendi. Ama ben onu bile duymuyordum. Aklım hâlâ o adamdaydı. İlk defa bir adama takılıp kaldığımı fark ettim. Ama ben Cüneyit’e aşıktım… başka bir adamdan etkilenmem mümkün değildi. Böyle hissetmemem gerekiyordu. “Zerin kendine gel.” “Kendimdeyim…” dedim ama sesim çıkmıyordu. “Hayır değilsin. Aklın o locadaki adamda kaldı.” Şaşkınlıkla ona baktım. “Nasıl fark ettin?” “Kızım, ben sadece bakmam. Görürüm.” “Ece… anlamıyorum. Ben Cüneyit’i seviyorum ama…” “Ama?” dedi kaşlarını kaldırarak. “Ama ne Zerin?” “O adam… o yabancı… gözleri beni olduğum yere çiviledi. İçimden bir şey koptu. Bu hissettiklerime anlam veremiyorum.” Ece derin bir nefes aldı. “Zerin, seni üzmek istemem ama sen Cüneyit’e aşık değilsin. Belki bir beğeni… bir hoşlanma… ama aşk değil. Eğer gerçek aşk olsaydı o adam, o taş gibi adam seni böyle etkileyemezdi.” Konuyu kapatmak için başımı cama yasladım. “Boş ver… çok geç oldu,” dedim. Ece de sağ olsun daha fazla uzatmadı. Ama ben… o gece yatağa girene kadar, hatta gözlerimi kapatıp uyuyana kadar yalnızca o karanlık gözleri düşündüm. Bertan Masaya geçip oturdum ama artık ben ben değildim. Sanki yaşadığım o birkaç saniye, beni bulunduğum yerden alıp bambaşka bir dünyanın içine fırlatmıştı. Akif’in söyledikleri ise kafamın içindeki gürültüyü daha da artırmıştı. “Kazanmakla kaybetmek arasında saniyeler var,” demişti… ve ben o saniyeler içinde çoktan kaybetmiştim bile. Lanet olası o kehribar gözler aklımı başımdan almış, beni hiç hesaba katmadığım bir yerden vurmuştu. Hayatım boyunca hiçbir kadına hissetmediğim şeyleri, adını bile bilmediğim bir kadın birkaç nefeslik zaman diliminde bana hissettirmişti. Bu hislerin adı neydi, bilmiyordum. Aşk mıydı, tutku muydu, yoksa sadece çarpılmak mı? Tek bildiğim, onu bir kez daha görebilmek için şu anda pek çok şeyden vazgeçebilecek halde olduğumdu. Masadaki sohbet uğultuya dönüşmüş, ortam bana sisli bir manzara gibi gelmeye başlamıştı; ne konuşulanları duyabiliyor ne de düşüncelerimi toparlayabiliyordum. “Bertan, kendine gel,” dedi Akif kaşlarını çatarak. “Iyiyim abi, sıkıntı yok,” dedim ama sesim bile bana yabancı geldi. “Beni mi, kendini mi kandırıyorsun şu anda?” diye sordu ciddi bir ifadeyle. Başımı iki yana sallayıp derin bir nefes aldım. “Akif, anlamıyorum… O kız sanki çarptı beni.” Akif hafifçe gülümsedi, bakışlarında geçmişten kalan bir sıcaklık vardı. “Bilirim o duyguyu,” dedi sakince. “Güneş de beni ilk görüşte çarpmıştı. Aptala çevirmişti hatta. Onun sevgisini, güvenini, kalbini kazanmak için çok emek verdim. Şimdi olsa bin katını yaparım. Yine onu hayatımın baş köşesine oturturum.” Onun bu içten sözleri içimi ısıtsa da kendi duygularımın o kadar derin olup olmadığını bilmiyordum. “Benimki öyle bir şey değil,” dedim başımı eğerek. “Belki sadece bir beğeni…” “Kesin öyledir,” dedi alayla. “Şu an kendi yüzüne bir baksan yeter.” Gözlerimi kaçırdım. “Akif, ben…” dedim ama kelimeler ağzımda düğümlendi. Akif beni konuşturmadan anlayan adamlardandı. Bu yüzden sadece omzuma hafifçe dokunarak, “Hadi gençler,” diye seslendi masaya. “Biz Bertan’la kalkıyoruz. Birimizin eşi, diğerimizin işi var,” dedi Fikret’e dönerek. Çağlarla vedalaşıp masadan ayrıldık. Arabaya doğru birlikte yürürken hava gecenin serinliğini hissettiriyordu. Fakat içimde hâlâ o kehribarın sıcaklığı çınlıyordu. Akif arabaya binmeden önce bana dönüp, “Dikkat et kendine,” dedi. “Konuşmak istersen ara, Bertan ağam.” “Eyvallah Akif,” dedim minnet dolu bir ifadeyle. Tek isteğim bir an önce eve varmak, soğuk bir duşun ayıl­tıcı etkisine sığınıp kendime gelmekti. Bu gördüğüm rüya gibi anın etkisinden çıkmalıydım. O gözleri… o kehribarları aklımdan silmeliydim. Belki de yapmam gereken tek şey buydu. Ama içten içe biliyordum ki hiçbir şey bu kadar kolay olmayacaktı…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD