Elif hastaneden çıktığında dünya biraz daha yavaştı. Renkler aynıydı ama anlamları değişmişti. Halide Hanım koluna girmişti, Kemal Bey birkaç adım arkalarındaydı. Kapının önünde Mert Karahan duruyordu. Onları bekliyordu.
“Araba hazır,” dedi kısa bir sesle.
“Elif şaşırdı. “Gerek yok—”
“Gerek var,” dedi Mert. Tartışmaya kapalıydı.
Yol boyunca konuşmadılar. Ama bu sessizlik önceki günlerin sert sessizliği değildi. Daha dikkatliydi. Mert direksiyona her zamankinden daha sıkı tutunuyordu. Sanki kontrolü kaybederse Elif tekrar düşecekmiş gibi.
Evin önüne geldiklerinde Mert indi. Kapıyı açtı.
“Birkaç gün izin,” dedi. “Bu bir rica.”
Elif başını kaldırdı. “İzin almak bana zor geliyor.”
“Bayılmak daha zor,” dedi Mert.
Bu söz yumuşak değildi ama içi boş da değildi.
Elif eve girdiğinde Halide Hanım kızına baktı.
“Bu adam seni ilk kez insan gibi gördü,” dedi sessizce.
Elif cevap vermedi. Ama kalbi bunu inkâr edemedi.
Üç gün sonra Elif işe döndü. Ofise adımını attığı an herkes ona baktı. Zeynep yerinden fırladı.
“İyi misin?” dedi.
“İyiyim,” dedi Elif. “Ama eskisi gibi değil.”
Mert Karahan ofisteydi. Ama kimseye sesini yükseltmiyordu. Toplantıda bir yönetici Elif’in yokluğunda alınan bir kararı savundu.
“Bu kararı Elif Hanım onayladı mı?” diye sordu Mert.
Herkes sustu.
“Hayır,” dedi yönetici.
“Öyleyse askıya alın,” dedi Mert. “Elif Hanım gelmeden ilerlemiyoruz.”
Bu cümle ofiste dalga dalga yayıldı. Zeynep Elif’e baktı. Gözlerinde şaşkınlık vardı.
Toplantı sonrası Elif Mert’in odasına girdi. Kapıyı kapatmadı. Bu bilinçliydi.
“Beni koruyorsunuz,” dedi doğrudan.
“İşimi yapıyorum,” dedi Mert.
“Elif yaklaşmadı. “Bu kadarını daha önce yapmıyordunuz.”
Mert’in çenesi gerildi.
“Yerde baygın yatarken de yapmıyordum.”
Bu cümle sertti ama itiraftı.
“Elif yavaşça konuştu. “Beni zayıf görmenizi istemiyorum.”
“Zayıf değilsiniz,” dedi Mert net bir sesle. “Ama limitsiz de değilsiniz.”
Bu, onun dilinde bir kabuldü.
Günler geçtikçe ofiste dengeler değişti. Elif artık daha az konuşuyor ama söylediği her şey daha çok dinleniyordu. Mert onu toplantılarda susturmuyor, aksine doğrudan soruyordu.
“Risk?”
“Elif cevap veriyordu. “Yönetilebilir. Ama bastırılırsa büyür.”
Mert başını sallıyordu. Onaylamak için değil, not almak için.
Bir akşam geç saate kadar ofiste kaldılar. Ofis boşalmıştı. Işıklar yarı yarıya kapalıydı.
“Elif dosyayı uzattı. “Bu son hâli.”
Mert aldı. Bir süre baktı.
“İyi iş,” dedi.
Sadece bu. Ama Elif’in kalbi hızlandı. Çünkü bu cümle onun ağzından nadiren çıkardı.
“Teşekkür ederim,” dedi Elif.
Sessizlik oldu. Rahatsız edici değildi.
“Bayıldığınız gün,” dedi Mert aniden, “kontrolü kaybettim.”
Elif ona baktı. “Ben fark ettim.”
“Bu hoşuma gitmedi,” dedi Mert. “Ama inkâr da etmiyorum.”
“Bazen kontrol kaybı,” dedi Elif, “insanı daha dikkatli yapar.”
Mert cevap vermedi. Ama bakışlarını kaçırmadı.
O akşam Elif eve gittiğinde yorgundu ama hafiflemişti. Halide Hanım kızının yüzüne baktı.
“Bir şey değişmiş,” dedi.
“Elif gülümsedi. “Evet. Ama adı yok.”
Aynı saatlerde Mert Karahan evinde tek başınaydı. Babasının sözleri aklına geldi:
“Birini korumaya başladıysan, artık tamamen sert değilsindir.”
Mert bunu kabul etmiyordu. Ama ertesi gün ofiste Elif’in masasının yanından geçerken adımlarını yavaşlatıyordu.
Bu bir aşk değildi.
Bu bir yakınlaşma bile değildi.
Ama artık savaşın tonu değişmişti.
Sertlik duruyordu.
Mesafe duruyordu.
Ama aralarındaki bağ, sessizce derinleşiyordu.
Ve bu sessizlik, ikisi için de en tehlikeli şeydi