3. Bölüm: Yıkılan Hayaller
Sevim Özyurt...
Bazı yolculuklar vardır, umuda açılan bir kapı gibidir. Bir şeylerden kaçış, bir şeylerden kurtuluştur.
Benim bu yolculuğum o yolculuklardan değil. Felaketime, cehenneme giden bir yolculuk gibi hissediyorum.
Engel olabilecek miyim, bilmiyorum. Bana benden başka fayda gösterecek kimse yok. Ankara’da yaşayan küçük teyzem son umudum… Kaçıp yanına gidebilir miyim, bilmiyorum.
Yozgat nasıl bir şehir, onu da bilmiyorum. Bakalım üstesinden gelebilecek miyim tüm bunların?
Ara ara molalar vererek yolculuğumuzu tamamladık. Gürkan’ın babası hariç, annesi ve kendisi benimle gayet iyi ilgilendiler aslında.
“Acıktın mı?”, “Susadın mı?”, “Üşüdün mü?”, “Neyi seversin?”, “Sana ne alalım?”, “Hadi bir sıcak çay ya da kahve iç” gibisinden sürekli benimle konuşmaya çalıştılar.
Babası kendi halinde biriydi. Yolculuk tamamlandı ve Yozgat’a geldik. Aile apartmanında oturuyorlarmış; üç katlı bir ev. Aslında apartman bile denmez.
Gece başladığımız yolculuk, öğleden sonrayı bulmuştu tamamlandığında.
Çok coşkulu bir karşılama vardı; yemekler, ikramlıklar hazırlanmıştı. Zehra Anne bana bakıp:
“Sen bu kalabalığa hiç girme kızım. Zaten yorgunsun. Hadi gel, sana oda hazırlatmıştım. Önce bir duş al, kendine gel, sonra da yiyecek bir şeyler getiririm sana,” dedi.
İkimiz üst kata çıktık.
Zehra Anne;
“Biz yazdan yaza geldiğimizde burada kalırız. Çok değil ya, üç hafta ya da taş çatlasın bir ay. Emekli olunca artık altı ay orada, altı ay burada kalmayı düşünüyoruz. Senin durumuna bağlı. Seni orada yalnız bırakmaya içim elvermez. Gel bakalım. Bizimkilerden rica ettim, benim odamı sana hazırladılar. İçinde duşu da var, rahat edersin. Genel banyoyu biz kullanıyoruz zaten. Hadi gel,” dedi.
Çantam ve valizimle Zehra Anne’yi takip ettim. Gerçekten kendi odalarını bana ayırmışlardı.
Çift kişilik bir yatak odası takımı vardı. Diğer kapıyı gösterip:
“Orası da ebeveyn banyosu. Duşunu al, üzerine değiştir. Burada dilediğin gibi vakit geçir. Ev bizim değil, senin. Ben sana yiyecek bir şeyler bırakacağım mutfağa. Sakın çekinme, keyfine bak tamam mı?” dedi.
“Teşekkür ederim. Deneyeceğim,” dedim.
Zehra Anne sırtımı sıvazlayarak:
“Çok bocalıyorsun. Sudan çıkmış balığa döndün, biliyorum. Ama alışacaksın. Zaman her şeyin ilacı. Önce annesizliğe alışacaksın. Sonra yeni hayatına. Ve sen tüm bunlara alışırken ben hep sana elimden geldiğince destek olacağım kızım. Bana güven, lütfen,” dedi.
Gözlerim doldu;
“Aslında ben evlenmeyi hiç düşünmüyordum. Okulum çok iyi gidiyordu. Hatta geçen sene sınavlara katılıp öğretmenliği bile tutturdum. Sırf doktorluk hayalim var diye üniversiteye başlamadım. Keşke başlasaydım. Annemin hayali benim okuyup doktor olmamdı. Ben o hayalini gerçekleştirmek istiyordum. Ama şimdi sözlendim ve sözlümün ailesiyle yaşamaya başladım bile… Ne yapacağımı bilmiyorum,” dedim.
“Üniversiteye başlamadığın için sakın pişmanlık duyma. Emin ol, üniversiteye başlamış olsaydın dahi baban seni okuldan alır, yine evlendirirdi. Baban yetmiyormuş gibi bir de Elif belası var üzerinde. Senden bir an önce kurtulmak için resmen seni bize sattılar kızım. Bu çok aşağılayıcı bir durum. Sana söylemek istemiyordum ama geri dönüp gidebileceğin bir baba evi yok. Bunu bil diye söylüyorum. Emin ol, Elif senden kurtulmak için her şeyi yapar. Bizim sülalenin en belalısıdır o kadın. Kötü yola bile düşmene sebep olabilir. Aklını kullan ve benim nasihatlerime kulağını tıkama.”
“Telefonuma da el koydu babam. Kimseyle görüşemedim. Ankara’da küçük teyzem var, onu aramak istiyorum. Belki yardımcı olurdu bana.”
“Numarasını ezbere biliyor musun?”
“Evet, biliyorum.”
“Tamam, dur. Sana kendi telefonumu getireyim. Ondan ara. Telefonsuz olmaz. Gürkan’a da söyleyeyim, sana bir telefon alsın. Bekle beni kızım, hemen telefonu alıp geliyorum,” dedi.
Acaba teyzem bana yardımcı olur mu? Belki Zehra Anne de iyi bir insandır, o da bana kıyamaz, yardımcı olur ve Ankara’ya gidip okuluma devam edebilirim, diye düşündüm.
Çok geçmeden Zehra Anne elinde telefonla geldi. Bana uzatıp;
“Al kızım, ara teyzeni konuş. Ne diyecek bakalım. Senin niyetin pek evlilik değil, farkındayım. Ama başka bir çıkış yolu yok gibi geliyor. Teyzenle konuş, duruma göre hareket edelim,” dedi.
Teyzemi aradım, ağlayarak başıma gelenleri anlattım. Resmen yalvardım;
“Ne olur bana destek ol, yanına geleyim,” dedim.
“Ben babanla uğraşamam. Benim evliliğime bile sebep olur. Özür dilerim, Sevim ama yardımcı olamam. Baban öyle bir insan olmasaydı, ‘çık gel’ derdim. Ama belasının bana bulaşmasını istemiyorum. Akıllı ol kızım, aklını kullan. Almanya’ya gidiyorsun. Avrupa’nın göbeği, orada da eğitim alırsın. Güzel bir hayat seni bekliyordur belki de. Zaten ne kadar okursan oku, sonuç olarak yine evleneceksin. Önce evlenip sonra okumuş olursun. Yapabileceğim bir şey yok, özür dilerim Sevim.
Kendi başıma, hür iradem olsa, çoluğum çocuğum olmasa bir an düşünmem, ‘Hadi gel’ derim. Ama baban enişteni doldurup üzerime gönderir. Dayak yemeyi geçtim, boşanır, çocukları bile elimden alır. Nasıl insanlarla evli olduğumuzu az çok biliyorsun. Rahmetlik ablam da ben de koca konusunda şanslı çıkmadık. İnşallah sen çıkarsın,” dedi ağlayarak, vedalaşıp telefonu kapattık.
Zehra Anne de ağlıyordu. İkimiz birbirimize sarıldık. Gözyaşlarım onun omzunu ıslattı. Yine de sarılmayı bırakmadı. Sırtımı sıvazladı ve;
“Ben seni oğluma kurban etmeyeceğim. Elimden geleni yapacağım, merak etme Sevim. Ben varım. Birazcık oğlumu idare etmeyi öğren. İstediğin okumaksa bir yolunu bulup seni Almanya’da okutacağım. Yeter ki Gürkan’ı idare etmeyi bir şekilde öğren,” deyince geriye çekilip gözlerine baktım.
“Bir rahatsızlığı mı var? Neyini idare edeceğim?” diye sordum.
Derin bir nefes alıp verdi;
“Gürkan madde bağımlısı. Onu da geçtim, narsistik bir kişiliği var. Tıpkı babası gibi. Babası da narsist. Yıllardır ne çekiyorum ondan… Allah yüzüme baktı da sürekli çocuk doğurmadım. ‘Çocuğum olmuyor’ diye kandırdım onu. Zaten erkek çocuğu olunca çok da umursamadı ikincisini. Elif bizi arayıp seni teklif edince çok itiraz ettim ama dinletemedim. Almanya’daki çevremiz ve buradaki akrabalarımız Gürkan’ın durumunu bildiği için kesinlikle evlilik konusunda ona aracı olmadılar. Kimseyle de evlenemedi o yüzden Gürkan ve babası Aziz seni duyunca resmen satın aldılar Elif’ten.
O para şu an babanın hesabında. Senden habersiz sosyal medyanda ki resimlerini gönderdi. Görür görmez de çok beğendi Gürkan seni. Marketten hediyelik eşya alıyormuş gibi babasına senin fotoğrafını gösterip ‘Bu kızı bana al baba. Ben bu kızla evlenmek istiyorum,’ dedi.
Ben itiraz ettim ama Aziz, ‘Evlenince belki düzelir,’ dedi. İşte bir ‘belki’ lafına senin hayatını yaktılar. Yıllarca babasına gücüm yetmedi. Oğlumu bir şekilde idare ettim ama buraya kadar galiba. Bundan sonra ikimiz bir olup bir çözüm bulacağız,” dedi.
“Zehra Anne, bana yardım et. Gidip polise teslim olayım. Benim yaşım 18, devlete sığınırsam babam bir şey yapamaz. Teyzemin elinden beni alır ama devletin elinden alamaz. Ne olur, bana karakolun yerini söyle. Senin haberin yokmuş gibi gidip karakola sığınayım.”
“Ben buranın kurallarını bilmiyorum. Kızım, emin misin? Bak, araya bir tanıdık koyup polislerin elinden alırsa baban seni çok döver. Dövmeyi de geçtim, bizimkiler seni kabul etmez. Parayı da isterler. Bu durumda hem baban hem Elif senin üzerine gelir. Okuma aşkına diyecek tek lafım yok. Keşke zamanında ben de okuyabilseydim. Ama güzel plan yapamazsan, eninde sonunda baba ocağına dönersin, dediğim gibi o Elif seni kötü yola bile düşürür. Galiba haberin yok ama babanın kumar alışkanlığı da varmış. Yemin ediyorum, kumar borcuna karşılık seni verir adamlara. Bir kişinin kahrını çekmek yerine her gün onlarca adamın kahrını çekmek zorunda kalırsın.
Eğer polisin seni babana teslim etmeyeceğinden eminsen, kendi ellerimle götürür karakola bırakırım ben seni,” deyince omuzlarım düştü.
“İşin bu tarafını ben de bilmiyorum. Çünkü devlet bana ne kadar sahip çıkar ya da okumanın bir yolunu bulabilecek miyim, bilmiyorum. Belki de beni bir ay kadın sığınma evinde tutar, ondan sonra ‘hadi başının çaresine bak’ der. Öğrenci olarak çalışsam bile yarım gün ancak çalışabilirim. Yarım gün çalıştığımda da ev falan tutmak hikâye.” dedim.
Acı ama gerçek…
İstanbul’a dönemem. Nevşehir’de abimin yanına gitsem, kafa ayık değil. Beni yanından alıp götürseler, dünyadan haberi olmaz. Teyzem ve dayım da maalesef boş çıktı. Yapabileceğim bir şey kalmadı…
Zehra Anne sırtımı sıvazladı.
“Hadi gel, seni ben yıkayacağım,” dedi ve beni duşa soktu.
Tıpkı annem gibi o yıkadı beni. Ben sadece ağlıyordum. Zehra Anne hem yıkadı hem ağladı. Yıkarken saçımı okşayıp dua etti.
“Saçların gibi, yüzün gibi Allah bahtını da güzel etsin. Umarım oğlum kıymetini bilir. Gerekirse ikisiyle de savaşacağım. Seni canım pahasına da olsa koruyacağım. Bana güven. Benim dediklerimi yap yeter. Ben bir narsistle otuz yıldır yaşıyorum. Ağzımda dişim kalmadı kızım, hepsi takma. Ama sen benim yaşadıklarımı yaşama diye elimden geleni yapacağım. Merak etme. Annen öldü ama Allah bana Zehra Annemi nasip etti de, aklından çıkarma,” dedi.
Duştan çıktıktan sonra valizden kıyafetlerimi de çıkardı Zehra Anne ve giydirdi beni. Saçlarımı kuruttu, tarayıp ördü. Daha sonra mutfağa geçtik.
“Ben sana yemek getireyim,” dedi. O an kapı açıldı. Zehra Anne ile göz göze gelince;
“Gürkan gelmiş olabilir, seni merak etmiştir,” dedi.
Gelen gerçekten Gürkan’mış. Beni görünce;
“Sevim, yol boyunca da doğru düzgün bir şey yemedin. Acıkmadın mı güzelim?” dedi.
“Biraz acıktım.”
“Annem yemeklerden getirsin sana ama canın başka bir şey istiyorsa dışarıdan da söyleyebilirim.”
“Bir çorba içsem yeterli,” dedim.
Zehra Anne başıyla beni onaylar şekilde işaret verdi. Oğluna verdiğim cevaplardan memnun gibiydi sanırım. Gürkan;
“Duşa giriyorum. Yemeğini yedikten sonra yorgun değilsen yürüyüş yapalım. Temiz hava alırsın, iyi gelir,” dedi.
Zehra Anne’nin gözüne bakınca yine evet anlamında başını salladı. Ben de;
“Tamam, olur. Yemeğimi yiyince çıkalım,” dedim.
“Sevindim,” dedi Gürkan ve duş almak için tekrar mutfaktan çıktı. Zehra Anne;
“Birkaç gün itiraz etme. Ne diyorsa dediğini yap. Sen onun dediğini yapıp itiraz etmediğin sürece seni taparcasına sever ama bir kere itiraz edersen o seni kölesi yapar. Dengeyi bir şekilde sağlaman lazım. Ben hemen bir çorba getireyim. Duştan çıktığında yürüyelim diyecektir. Sporcu olduğu için yerinde duramaz,” dedi.
“Zehra Anne, hem spor yapıp hem nasıl madde kullanabiliyor?”
“Yüksek dozda almıyor. Maçlardan önce kesinlikle kullanmıyor. Kan tahlili yapıldığında her zaman temiz çıkıyor. Minareyi çalan kılıfını uydururmuş, o da uyduruyor. Sağlık taramalarına gireceğinde gerekirse aylarca kullanmadığı oluyor ama tamamen bırakmıyor da. İstese bence bırakır. İşte Aziz’in de 'Evlenince belki düzelir' dediği durum bu. Belki senden sonra kullanmayı tamamen bırakacaktır. Arada değişik bir sigara içtiğini görürsen sakın sorma ne olduğunu, tamam mı?”
“Tamam, sormam,” dedim.
Zehra anne tekrar aşağı indi bana yemek getirmek için. Mutfakta öylece oturup bekledim. Su sesi geliyordu banyodan. İnşallah Gürkan banyodan çıkmadan Zehra Anne gelir diye aklımdan geçirdim. Çok geçmeden Zehra Anne elinde bir tepsiyle geldi. Çorba, salata, yoğurt ve ekmek vardı tepside.
“Hadi güzel kızım, kendini zorla ve ye hepsini. Yiyip içeceksin ki sağlığın yerinde olacak, gücün kuvvetin yerinde olacak. O zaman akıllı düşünüp mantıklı hareket edersin. Hadi fıstığım, ye bakalım. Sevmezsen yürüyüşe çıktığınızda Gürkan seni restorana götürsün.”
“Yok, severim. Bunlar yeterli Zehra Anne, teşekkür ederim,” dedim.
“Ah benim nahif kızım, her fırsatta şu halinde bile teşekkür etmeyi ihmal etmiyorsun,” deyip saçlarımı okşadı.
O sırada Gürkan belinde havluyla mutfak kapısından belirdi. Çok harika bir vücudu vardı. Televizyonda gördüğümüz erkek mankenler gibiydi. Göz ucuyla baktım ve hemen başımı önümü eğdim, hızlı hızlı çorbamı içmeye başladım.
Gürkan;
“Kendini zorlama Sevim. Tadını beğenmezsen seni lokantaya da götürürüm. Hazırlanıp geliyorum,” dedi.
“Yok, sevdim, içiyorum,” dedim ama bakamadım. Bu nasıl bir vücut böyle? Gerçekten, bu yakışıklılıkla nasıl birini bulup evlenemedi diye hayret ettim. Yemeğim bittikten sonra kendime gelebilmek için tekrar elimi yüzümü yıkadım.
Bana verilen odadaydım. Kapı tıklatıldı ve Gürkan içeri girdi. Göz göze geldik.
“Sevim güzelim, şu saçlarını açar mısın? Köylü kızları gibi örgülü saç olmamış pek,” dedi.
“Açarım. Duştan sonra dolaşmasın diye örmüştü Zehra Anne. Açıyorum şimdi,” deyip elimi saçıma attım. Gürkan yanıma geldi ve elimi tuttu. Kendi açtı örgümü, omuzlarıma dağıttı. Bir tutamını alıp kokladı.
“Sevmedim bu kokuyu. Çıkınca sana güzel bir şampuan alalım. Daha seveceğim bir koku olsun.”
“Peki,” dedim.
Elimi tuttu ve çıktık. Bir alt kata indik, ailesine “Biz çıkıyoruz,” diye haber verdi. Bayanlar bana bakıp selam verir gibi el salladılar. Ben de tebessüm edip onlara el salladım. Gürkan’ın babası, “Dediklerimi unutma,” diye seslendi.
“Unutmam baba, aklımda,” dedi ve el ele merdivenlerden inip binadan çıktık. Aslında binanın önünde 3–4 tane son model araba vardı, hepsi de yabancı plakaydı. Arabalara bakınca Gürkan’a sordum:
“Bu evde oturan herkes mi yurt dışında kalıyor?”
“Arabaların ikisi bizim. İzine arabayla geldik. Babam ayrı, ben ayrı arabayla geldim. Babam araba konusunda klasikçidir, ben spor araba severim. O yüzden iki arabayla geldik. Diğer araba da en küçük amcamın. Sadece o yurt dışında. Geriye kalanlar burada, Türkiye’deler. Zamanla hepsiyle tanışırsın.”
“Biraz kalabalıksınız galiba?”
“Öyleyiz güzelim. Ama dediğim gibi, alışırsın hepsine zamanla.”
“Kaç yaşındasın Gürkan?”
“Otuz,” dedi.
Sessiz kaldım. Gerçekten yakışıklı diyebileceğim biri. Konuşması da düzgün. Bu yaşına kadar nasıl birini bulup evlenemedi? Hayret. Galiba bağımlısı olduğu o yasaklı madde yüzünden düzgün bir hayat kurmayı başaramamış. Benim sessizliğimden ne anladı bilmiyorum. Elimi hafifçe sıktı.
“Korkma Sevim. Aramızda yaş farkı çok ama bu sorun olmaz. Aksine daha iyi bir şey. Seni kendime göre yetiştirebilirim,” dedi.
Sanki ot yetiştiriyor cahil… Ben yine sessiz kaldım.
“Cevap verir misin?” deyince,
“Bilmiyorum. Evlilikle ilgili hiçbir tecrübem yok. Daha doğrusu genel anlamda erkeklerle ilgili herhangi bir tecrübem yok Gürkan. Abim ve babam dışında hayatımda tanıdığım çok bir erkek yok. O yüzden ne, nasıl olacak bilemiyorum.”
“Bu gayet iyi bir şey. Sevindim böyle olmasına. Sonuçta yıllardır okuyormuşsun. Belki de sevgilin var diye düşünüyordum.”
“Yok, sevgilim hiç olmadı. Ben doktor olmak istediğim için tek derdim okuldu. Ve derslerimdi,” dedim. “Sevgilim yok.” sustum…
Ama sevdiğim vardı, Atilla abim vardı. Uzaktan hayrandım, çok seviyordum onu. Acaba benim evlendiğimi duydu mu? Duyduysa nasıl bir tepki verdi? Ne oldu bilmiyorum ama annemin cenazesinden bir hafta sonra Atilla abi sabah erkenden gidip eve çok geç saatlerde gelmeye başlamış. Ayten teyze bu konuda dert yanıyordu; “Senem’in isteklerine yetişmek için ikinci bir işe mi girdi, ne yaptı bize de söylemiyor hiçbir şey. "Gece 2’de 3’te geliyor eve," demişti.
Herkes kendi derdindeydi, Sevim'i kim ne yapsın diye aklımdan geçirdim.
Gürkan’la biraz daha yürüdük, sonra aniden karar değiştirip alışveriş yapmaya başladı. Bana önce bir telefon ve yeni numara aldı.
"Her aradığımda bu telefona cevap verilecek. Sevim, sakın meşgule atma. En sinir olduğum şey o meşgul ses tonunu duymak, kesinlikle onu duymak istemiyorum," diye tembihledi. Ben de tamam dedim. Daha sonra bana güneş gözlüğü aldı.
Anladığım kadarıyla Gürkan dış görünüşe önem veren birisi. Birkaç parça kıyafet ve kozmetik ürünleri aldık. Ben hiç beğenmedim ama bana aldığı tüm parfüm, şampuan ve kozmetik ürünleri lavanta kokuluydu. Lavanta kokusu asla benim kokum değil. Ben daha hafif kokuları severdim. Şu an kendi kokumu seçmek bile benim için lüks.
Demek ki evlilik böyle bir şeymiş, dedim. Kocan ne derse o oluyor. Zaten annemle babamın evliliği de böyleydi; babamın sevdiği yemekler yapılır, ev babamın sevdiği düzende tutulur. Babam uyuyunca biz uyurduk, babam uyanmadan hepimiz uyanmış olurduk. Şimdi de Gürkan ne derse o olacak galiba, yapabileceğim bir şey yok.
En azından babamdan gördüğüm şiddeti Gürkan’dan görmem, diye düşündüm. Dediğini yaptığım sürece bana neden şiddet uygulasın ki, diye aklımdan geçti. Annem, babamın her dediğini yapmasına rağmen üzerine bir de bir araba yükü dayak yediği olurdu. Annem için çok zor ama benim için daha zordu. Ne elinden alıp kurtarabiliyordum, engel olabiliyordum ne de tekrar olmamasını sağlayabiliyordum.
O yüzden aslında abim böyle aklı beş karış havada, kimseye faydası olmayan biri oldu. Babamın yaptıklarını görünce tam tersini yapıp düzelip anneme sahip çıkmak yerine "Hiçbir şeyi değiştiremiyorum" bahanesine sığındı ve kolayı seçti. Ne anneme ne bana faydası yok artık, buna eminim. Şu an hayatımda tek sığınacağım kişi Zehra anne. Umarım beni kandırmıyordur diye aklımdan geçiriyorum ama yalan söyleyecek birine benzemiyordu.
Tüm alışveriş boyunca her yere yürüyerek gittik. Kaldırımda Gürkan yine hızlıca yürürken ben aniden durdum. Durunca dönüp bana baktı. Boynumu sağa doğru kırıp;
"Çok yoruldum. Sen sporcusun ama ben sana ayak uyduramıyorum, Gürkan. Resmen gücüm yetmiyor," dedim.
Yüzünde aniden samimi bir ifade oldu. Birden bana sarıldı ve;
“Unuttum bunu, özür dilerim. Hadi gel, şurada bir kahve içip dinlenelim, eve taksiyle döneriz," dedi. En yakın kafeye girdik. Türk kahvesi ve dondurma söyledi. İkisini bir arada söyleyince gözüne baktım, "Denemelisin, harika oluyor," deyince itiraz etmedim ve denedim. Gerçekten hoşuma gitti.
"Ağzının tadını biliyorsun. Gerçekten çok güzelmiş," dedim. Gülümseyip;
"Ağzımın tadını bildiğim için sana o kadar masraf yaptım," dedi. Öyle deyince yüzüne bakamadım, başımı önüme eğdim. Dondurma normalde soğuktur ama o sözden sonra resmen içimi yaktı dondurma. Yemezsem belki de sinirlenecek diye zoraki bitirmeye çalıştım.
Kahveden de son yudumu alınca Gürkan;
"Hadi dönelim, dinlen, yarın daha yorucu olacak, resmi nikah için başvuru yapacağız," dedi. "Tamam," dedim ve paketleri alıp kalktık. Taksi tuttu, eve döndük.
Bahçe kapısından içeriye girdiğimizde Zehra Anneyi bahçede bir sandalyede elinde telefonla otururken gördüm. O da bizi görünce hemen ayağa kalktı, elimizdeki paketlere bakınca yüzü güldü ve benim elimdeki paketleri de alıp Gürkan’a verdi;
“Hadi sen bunları yukarıya çıkar Gürkan. Sevim sende gel şurada otur bakalım,” dedi.
Ne olduğunu anlamadım ama gösterdiği diğer sandalyeye oturdum. Bana bakıp;
“Seni tersledi mi? Kötü bir kelime söyledi mi? Tehdit falan etti mi?,” diye peş peşe sordu.
“Yok, gayet iyi geçti. Her sorusuna bir şekilde cevap verdim ve itiraz etmedim.”
“Ohhh, çok sevindim. Nasıl içim içimi yedi anlatamam. Bu şekilde biraz daha devam ederseniz birbirinize alışıp gidersiniz. Gerçekten evlenince düzelecektir belki de. Aman kızım, şu akraba ortamında ne olur, iki kat daha fazla dikkat et hareketlerine. Almanya’ya gidince biz bize kalacağız, o zamana kadar azıcık dikkatli ve mantıklı ol kızım lütfen,” dedi.
“Tamam Zehra Anne, elimden geleni yaparım.”
“Hadi yukarıya çıkalım da sen dinlen biraz. Rengin sararmış.”
“Her yere yürüyerek gittik, çok yorucuydu,” dedim.
“Yorulmana rağmen itiraz da edemedim haliyle, ayak uydurmak zorunda kaldın. Sabırlı ol kızım, inşallah toparlayacağı, düzeleceğiz, inanıyorum. Ben umutluyum artık,” dedi.
Acaba ilk günden Gürkan’ın beni sokak ortasında dövmesini falan mı bekliyordu? Rahmetli annem hep şunu derdi: “Akıllı olun, tuzağa düşmeyin.Ben aklımı kullansam bile karşımdaki deli olduğu için dayak yiyorum. Bir kere tuzağa düştüm, kurtuluş yok. Siz dikkatli olun,” derdi. Aslında kurtuluşu vardı, boşanabilirdi annem ama ekonomik şartlar ve ülkenin durumu belli olduğu için galiba boşanmayıp çekmeyi tercih etti.
Yukarı çıktık ve bana ayrılan odada üzerimi değiştirip kendimi yatağa attım. Zehra Anne’nin dediği bir şey doğru: sağlığım yerinde olmalı, kendime iyi bakmalıyım ki mantığım her zaman devrede kalsın, aklımı kullanıp mantıklı hareket etmek zorundayım. Boş bir anımda internetten narsist insanlar hakkında araştırma yapmalıyım. Ama şöyle bir detay var; Gürkan sadece narsist değil, madde bağımlısıymış da aynı zamanda. O maddeyi alamadığında ne yapar, hırsını benden mi çıkarır bilmiyorum. Yarın resmi nikah için başvuru yapılacak denildi.
Nikah günü, “Hayır” deyip oradan kaçmayı, kendi başıma hayat sürmeyi çok istiyorum. Ancak imkânsız. Ah abi ah… Bana en çok sen sebep oldun. Anneme faydan yoktu ama keşke gelip elimden tutup beni o nikah salonundan çıkarsan, ömür boyu sana minnettar olurdum.
Bu düşüncelerle biraz uyumaya çalıştım. Yaşadıklarım, üzerine yaptığım yolculuk ve derken saatlerce yürümek, hepsi üst üste geldiği için vücudum direnmeyi bıraktı. Hemen uyumayı başarabildim.
Yarın belki de benim için bir mucize olur….
Şimdiye kadar hep yıkıldı hayallerim. Yarında yıkılacak ama umudum hep var olacak...