5. Bölüm – “Yeniden Geldim”
Sevim Özyurt…
7 Yıl Sonra…
Oğlumun sesiyle gözlerimi açtım:
“Anneee, uyaaannn… Çok acıktım.”
“Günaydın oğlum, hemen kalkıyorum.”
Dediğimi yaptım ve hemen kalktım. Varım yoğum, bir tanecik servetim, canım oğlum…
Batuhan’ım…
Yine Yozgat’tayız ve yine bir cenazemiz var. Yedi senedir bana annelik yapan Zehra annem maalesef vefat etti. Onun cenazesini getirdik. Yedi yıldır hiç gelmemiştim, ne Yozgat’a ne kendi vatanıma. Getirmediler…
Her izin zamanı bir bahane buldu Gürkan ve beni getirmedi. Kendisi yılda üç defa, ikişer haftalığına izne geldi ama biz gelmedik. Oğlumla orada kaldım. “Kime gideceksin Türkiye’de? Baban seni istemiyor, Elif desen seni bana sattı. Kimin var ki, kime gideceksin?” dediğinde, ikinci bir defa ben de Türkiye’ye gelmek istiyorum diyemedim.
Zaten gelsem de beni İstanbul’a değil, Yozgat’a götürecekti. Yozgat’ta da kimsem olmadığı için gelmedim. İşkenceyle dolu yedi senem oldu. Zehra annem verdiği tüm sözleri tuttu. Zor oldu ama orada okuyabildim. Tabii ki doktorluk olmadı; gizli saklı okuyabildiğim tek bölüm okul öncesi öğretmenliği oldu.
“Sevim’i işe soktum. Herkesin gelini çalışıyor, bizim gelinimiz de çalışsın. Hem dil öğrenir, hem de Almanya’yı öğrenir. Her zaman ben başında olamam. Yarın bir gün bana bir şey olursa buraları öğrenmiş olsun. Yoksa sizin işleriniz aksar,” deyince kabul ettiler.
Zafer kayınbabamın bam teli olan o sözü kullandı; ‘işleriniz aksar…’
İşi bu dünyada en önem verdiği şey, işi aksamasın. Adına, işine ve itibarına laf söz gelmesin. Kime ne oluyorsa olsun…
Ben işe değil, okula gittim. Zehra annem gitti çalıştı; iki saatlik, üç saatlik büro temizliklerine gitti gizli, saklı… Ve o parayı, benim maaşımmış gibi her ay Gürkan’ın avucuna saydık. Öz annem olsa bu kadar yapardı.
Almanya’ya gittiğimizde Gürkan, ailesinden uzakta ev tutmak istedi ama Zehra annem izin vermedi:
“Çocuğunuz olursa sıkıntı olur. En azından hemen bana bırakırsınız, ben bakarım. Benim yakınımda olun,” dedi. Bu da mantıklı geldi evin sözde erkeklerine ve Zehra annemgilin çok yakınında bir ev bulduk.
Merkezde değiliz; köy ya da kasaba gibi bir yerdeydik. Bitişik nizam denilen, villa tarzı yan yana evlerde kalıyorduk aynı mahallede. Gürkan, özellikle merkez ve apartman istemedi. Neden istemediğini ilk başlarda anlamadım. Kendime ait müstakil bir ev olsun diye sürekli ısrar etmişti.
İlk üç ay ev çıkana kadar, biz Zehra annemle bir arada kaldık. Herhangi bir sıkıntı yoktu. Gürkan işten gelir, yemeğini yer, odamıza geçer; canı istiyorsa benimle birlikte olur, istemiyorsa uyurdu. Robot gibi bir hayatı var. Almanya’daki insanların geneli robot gibi… Gürkan da burada doğup büyüdüğü için Alman disiplinini benimsemiş…
Babasının iş yerinde çalışmıyordu çünkü hem anlaşamıyorlardı hem de işçi gibi değil, patron gibi davranıyormuş. “Bir iş yerine iki patron fazla,” deyip kayınbabam onu fabrikaya sokmuş zamanında. Hammadde fabrikası olduğu için eve geldiğinde üzerinde ağır bir plastik kokusu olurdu. İş yerinden çıkmadan duş alır, eve geldiğinde de ilk işi yine duşa girmek olurdu. Neden ağır parfüm kullandığını şimdi anlıyorum. Sürekli o ağır hammadde kokusunu çektiği için burnu hafif kokuları benimsemiyor, ağır kokuya alışmış.
Duş almak dışında herhangi bir temizlikten haberi yoktu. Aşırı dağınıktı, bazen madde kullandığı olurdu. Onun da kokusu çok ağırdı. Nefesi pis kokardı. Dişlerini fırçalamaz, kişisel bakımını yapmazdı. Tek bildiği duş almaktı, onu da zamanında Zehra annem alıştırdığı için galiba… Çünkü Zehra annem çok titiz bir kadındı. Zamanla ben de onun gibi oldum. Hatta onu o kadar çok sevdim ki tıpkı onun gibi tesettüre girdim. “Kapanmak istiyorum,” dediğimde ağlayarak secdeye kapanmıştı, çok sevinmişti:
“Sen çok temiz kalpli birisin. Çok istiyordum gelinim kapalı olsun, abdestsiz gezmesin, namazla olsun… Ettiğin bir dua kabul olur da belki şu oğlum yola gelir, sana eziyet etmez,” demişti. Oğlumu doğurduktan bir sene sonra kapandım ve namaza başladım.
Hamilelik, doğum derken haliyle eğitimime ara vermiştim. Daha sonra Zehra annemle türlü araştırmalar yapıp yeniden başlayabildim, kaldığım yerden okumaya devam ettim. Almanya sosyal devlet olduğu için işim kolay oldu bu anlamda. Bu ülkede ya okuyacaksın ya çalışacaksın, diğer türlü sana yardım etmez. Ama “Ben okumak istiyorum” veya “çalışmak istiyorum” dersen, devlet tüm imkânlarını seferber ediyor. Boş duranı sevmiyor bu ülke; boş durmak istemeyeni de destekliyor.
Zehra annem Batuhan’a hem annelik hem babaannelik yaptı. Batuhan’ı dedesinden de babasından da korudu. Beni de korumak için çok çabaladı ama maalesef Gürkan'la geceleri yalnız kalan bendim. Değişik fantezilerini geçtim işkence bile ediyordu bana. O yüzden apartman dairesi istememiş. Çığlıklarımı biri duyup da polisi arar diye...
Zehra annemlerin yanındaki ev boştu ama biz iki ev aşağısındaki müstakil eve yerleştik. Neden yakın dururken uzak olanı seçtin diye sorduğumda, “Bir arada olmayalım annemle. Şimdi iyisin ama kötü olduğunda görmek istemezsen arada mesafe olması daha iyidir,” demişti. Onun için değilmiş… Benimle dilediği gibi oynayabilmek içinmiş.
Yasaklı madde kullandığında Batuhan’ı odasına kilitliyordum, görmesin diye. Yoksa o da babasından nasibini alıyordu. Batuhan, babasını da dedesini de hiç sevmiyor. Altı yaşında şu an ama çok olgun bir çocuk… Çok da zeki. Öyle olmak zorunda kaldı. Arkadaşları dedesiyle parka gider ama Batuhan, dedeyi görünce benim arkama saklanıyor.
Gürkan da küçükken çok dayak yemiş babasından. Zafer babanın eğitim tarzı bu: bir kere bir şey söyler, o çocuk onu yapmazsa hemen tokatlar. Gürkan’ın tuhafına gitmiyor, kendi de öyle olduğu için. Zehra anneyle ben, gücümüz yettiğince koruduk. Zehra annem çok dayak yedi. Hem benim yüzümden hem Batuhan yüzünden…
Zafer babanın tek bildiği şey, sinirlenince tüm gücüyle karşısındaki insana saldırmak. Kadın ya da erkek fark etmiyor. “Bir gün bir polise saldırsa da hapse atılsa,” diye dua ederdi Zehra annem. O kadar bıkmıştı…
Bu süreçte, Gürkan ne futboldan vazgeçti ne de o yasaklı maddeyi kullanmaktan… Halbuki gerçekten güzel oynuyormuş futbolu bir üst lige yükselmek üzereydi. Yorum yapmama izin vermezdi. Ama bir gün, sadece şöyle dedim:
“Bir üst lige yükseliyorsun. Bence kullanma, ortaya çıkarsa bütün emeklerin çöp olur, kariyerin biter. Zaten yaşın da biraz fazla, bence bırak.”
Bu sözlerimin devamı, dayak ve sabaha kadar tek ayak üstünde dikilmek oldu. Ayağımı değiştirmeme bile izin vermedi. Aynı ayağımın üzerinde sabit dikti beni. İtiraz edersem Batuhan'ıma saldıracak, o yüzden itiraz edemedim. Canı isteyince sabaha kadar uyanık kalabiliyor, gözünü dahi kırpmıyor. Beni çırılçıplak soydu ve tek ayak üstünde bekletti. Batuhan ağladığında, “Kes sesini!” diye ona bağırınca çocuk korkudan bir daha ağlayamadı bile… Aç uyudu o gece yavrum. Sabaha karşı galiba yorgunluktan ve o psikolojik baskıdan bayılmışım. Beni suyun altına sokup buz gibi suyla ıslattıktan sonra tekrar tek ayağımın üzerinde bekletti. Giyinmeme izin vermedi.
Ertesi gün, maddenin etkisi geçince ayaklarıma kapanıp özür diledi. “Bir daha yapmam,” dedi. Üç gün sonra, o maddeyi kullandığında daha fecilerini yaptı. Hep bu döngüde ilerledik. Maddenin etkisiyle kötü davranır, etkisi geçince ağlayarak özür diler… Onun bu dengesizliği, hem benim hem oğlumun tüm dengesini altüst etti.
Dile kolay… Yedi yıldır iki narsist arasında ezilerek yaşadık. Zehra annem benim yıkılmaz kalemdi. Yıkıldı. Gözü açık gitti kendi annem gibi... Galiba onun da gözü benim yüzümden açık gitti.
“Bana bir şey olursa, seni bunların elinden kim kurtaracak?” demişti.
“Baş edemezsen çocuğunu da al polise sığın. Ne pahasına olursa olsun ülkene dön,” demişti.
Şimdi Yozgat’tayız. Bugün cenazesi kaldırılacak Zehra annemin.
Ben de baba evine dönmek zorundayım. Buradan tekrar Almanya’ya gidersem, benim de artık cenazem gelir ülkeye. Belki getirmezler bile, oraya gömerler.
“Sana çok masraf yaptım,” deyip durur yedi yıldır Gürkan… Artık başlık parası adı altında kaç bin euro verdiyse, yedi senedir ödeyemedim onu. Tüm işkencelerine, dayaklarına mâruz kaldım yinede bedelini ödeyemedim.
İlk bir sene ben galiba herkesin evliliği böyle diye düşündüm. Türkiye’den buraya gelen herkes aynı sıkıntıyı yaşıyor sanmıştım. Genelde duyduklarım da böyleydi; kaynanasından eziyet görenler, kocasından ilgi görmeyenler, eziyet görenler çoktu… Bir sene sonra bu iş bana normal gelmeye başladı. Herkes böyle, annemde böyle bir evliliğin içindeydi. Demek ki evlilik böyle bir şey dedim.
Ama değilmiş. Yaşayarak öğrendim.
Hamile kaldığımda artık işkence yapmayı bırakmıştı, çocuğa bir şey olur diye. Hele ki çocuğun cinsiyetinin erkek olduğunu öğrenince… İlk evlendiğimiz de ki Yozgat’taki Gürkan oldu. Çok ilgili biriydi. Zehra annem, “En azından babası gibi hamile kadına eziyet etmiyor, bu da iyi bir şey, bari bugünlerin tadını çıkarmaya bak,” demişti. Çünkü doğumdan sonra eski Gürkan’a döneceğine emindik.
Tedavi olmayı, doktora gitmeyi asla kabul etmiyor. Çünkü o hasta değil! Arada bir, zevkine madde kullanıyor… Kendini bağımlı olarak bile görmüyor. O yüzden yapabileceğimiz bir şey yoktu. Zaten olsaydı, Zehra annem yapardı. Eminim.
Batuhan’a yedi aylık hamileydim. Arkadaşları çaya davet etti, akşam oturmasına gittik. Fabrikadan samimi olduğu iki arkadaşı vardı. Onlar da evliydi.
“Hep birlikte Ahmetlerin evinde toplanıyoruz, hadi siz de gelin,” dediler. Biz de gittik.
Ahmet denilen kişi ve bizi arayan arkadaşı, eşlerine çok güzel davranıyorlardı. Onların yanında Gürkan da bana iyi davranıyordu. Ama ben perde arkasını biliyordum Gürkan’ın. Erkek çocuğuna hamile olduğum için böyleydi bana. O iki kadının konuşmasını, muhabbetini, gülüşünü görünce benim evliliğim normal değil diye sorgulamaya başladım.
Oğlum doğduktan sonra, Gürkan eski haline döndü. Maalesef stresten sütüm çekildi. Bu durumu Gürkan’a söyledim.
“Bizim evliliğimiz normal değil. Senin arkadaşların eşlerine böyle davranmıyor. Gözümle gördüm,” dedim.
Ve bunu dedikten sonra bir daha hiçbir arkadaş ortamına beni götürmedi. Kendisi tek başına gitti. Herkese aynı bahaneyi söyledi, Sevim hasta, Batuhan hasta size de bulaşmasın diye getirmedim.
Umurumda da değil zaten. Normal evlilikleri görünce daha çok üzülüyorum. Gitmediğim daha iyi oldu. Zehra Annem de benim gibiydi…
“Ölüp gideceğim. Normal bir evlilik, normal bir koca nedir görmeden gideceğim. İnşallah mükafatını Rabbim ahiretimde verir bana,” diye dua ediyordu.
Ben Zehra annem gibi olmak istemiyorum.
Gürkan’ın elinde ölmek istemiyorum.
Son iki aydır Zehra annemin sürekli “Çarpıntım var,” deyip eli kalbine gitmeye başlamıştı.
“Doktora götüreyim seni, babama bir bahane uyduralım da seni doktora götürelim,” dedim. Ama dinlemedi.
Uykusunda kalp krizi geçirip vefat etmiş.
Sabah Zafer baba arayıp haber verdi.
Zehra annen öldü…
Dünya ikinci defa başıma yıkıldı.
Aynı uçakta geldik…
Ama onun tabutu uçağın kargo bölümündeydi.
Tüm yolculuk boyunca ağladım.
Ben ağladıkça oğlum da üzülüyor. Üzmek istemiyorum Batuhan’ımı.
Şu yaşında bile çok şeye şahit olup üzüldü zaten…Bir de buna üzülsün istemiyorum.
Ama elimde değil. Batuhan’ın hem karnını doyuruyor hem de içimde, bu yedi yılın muhasebesini yapıyordum. Haliyle yine ağlıyordum. Batuhan, eliyle yanağımı okşadı ve;
“Anne, şimdi benim babaannem melek mi oldu? Cennete mi gitti?” diye sordu.
“Evet oğlum, öyle oldu. Kesin cennete gitmiştir. O, melek gibi bir insandı,” dedim.
“O zaman dedem ya da babam sinirlendiğinde beni kim koruyacak? Çünkü sen bir şey dediğinde seni de dövüyorlar. Kendimize yeni bir babaanne alalım mı? Bizi korusun onlardan,” dedi.
Alnını öptüm. İki gözümden de hızlıca yaş indi.
“Ah benim canım oğlum… Sen parkta oyun oynamayı hayal etmeliydin. Yiyemediğin dondurmaya üzülmeliydin. Bunları mı sıkıntı ediyorsun kendine?” dedim.
“Ben büyük değilim ama kocaman olup büyüyeceğim. Babamdan da büyük olacağım. Dedem ya da babam sana bir şey yaparsa, karşılarına geçip seni ben koruyacağım, anne. Babaanne bulamazsak, o zamana kadar benim büyümemi beklemek zorundasın,” dedi.
Oğluma sıkıca sarıldım. Cenazeden sonra bir yolunu bulup İstanbul’a gitmek zorundayım. Buradan Almanya’ya gidersem, bir iki yıl içinde kendi cenazem gelir. Gürkan’ı ya da Zafer babamı durduracak bir Zehra annem artık yok çünkü. Bu yüzden, oğlumla birlikte Yozgat’tan kaçmam gerek.
Batuhan’ın karnını doyurdum. Yeme içme alt katta, tüm aileyle birlikte yapılıyormuş, o yüzden yukarıda kahvaltı hazırlamadım. Abdestimi aldım. Siyah pantolon üzerine siyah tuniğimi giydim. Saçımı toplayıp bonemi taktım. Siyah örtümü genişçe omuzlarımdan bırakarak başımı örttüm.
Ahhh Zehra annem ahhh. İçim yanıyor sana, yaşadıklarımıza ve yaşayamadıklarımıza. Gerçekten bana ikinci bir anne oldu. Kale gibiydi. Bir gün acı bir sözünü duymadım. Benim de ona hiçbir saygısızlığım olmadı. Herkes şaşırırdı. Zaten bizi tanıyan üç-beş aile vardı. Öyle günlere gitmek, komşuculuk oynamak yoktu. Zafer babamla Gürkan sevmezmiş. Onlar neyi sevmiyorsa biz de sevmemek zorundaydık. Ama onlar bir şey ya da birini sevdiyse, biz de mecburen sevmek zorundaydık.
İşte o daracık çevremiz… Üç-beş kişilik bir hayat. Ama bizi takdir ederlerdi:
“Gelin-kaynana değil de, anne-kız gibisiniz,” derlerdi.
Öz annem beni doğurup büyüttü, ama Zehra annem beni yetiştirdi hayata tutunmayı öğretti.
İkisine de çok şey borçluyum.
Helalleşmek nasip olmadı Zehra annemle. İnşallah bana hakkını helal etmiştir.
Benim onda bir hakkım yok. Varsa da yerden göğe kadar, iki cihanda da helal olsun.
Gürkan’ın kalkmasını beklemeden aşağı indim. Bu kat Ayça’nın anne ve babasına ait.
Ayçaaa ahhh Ayçaaa.. Ömrümü yedin Ayça. Bekarken Gürkan’ın yüzüne bakmayan Ayça, benimle evlendikten sonra nedense Gürkan birden kıymete bindi. Sürekli karşımıza çıkıyordu. Almanya’da Gürkan’ın maçlarına bile gitti. Neden bilmiyorum, evlenmedi. Benimle yaşıt ama hâlâ bekar.
Hissediyorum, Ayça ve Gürkan orada birliktelik yaşıyor ama ispat edemiyorum.
Gürkan sporcu olduğu için yaşını göstermiyor. Fiziği yerinde. Adamda dert yok, tasa yok. Tüm kahrı, yükü biz çekiyoruz. Sürekli spor yaptığı için fiziği bozulmuyor. Saçı bile dökülmedi gamsız adamın. Gürkan’ın gözünde ben sadece olayları abartan biriyim. Tedaviye ihtiyacım varmış. Doktora gitmem gerekiyormuş. Sanki o hasta değilmiş gibi, asıl hasta olan benmişim gibi benimle uğraşmaya devam ediyor.
Ayça’nın annesi, Zeynep yenge ile kahvaltı hazırladık. Böyle bir kadından öyle bir kız nasıl dünyaya gelmiş, hayret ediyorum.
Gerçi, Zehra annem gibi melek bir insandan Gürkan gibi bir canavar çıkmış. O yüzden çok da şaşırmamak lazım.
Kahvaltıyı ettik. Başsağlığı için gelen giden oldu. Cenazeyi duyan yakın akraba ve komşular başsağlığına geliyordu. Yedi yıl önceki Sevim aklıma geldi. 18 yaşında tattığım bu acıyı, 25 yaşında yeniden yaşıyorum.
İki annemin acısı da çok ağır geliyor…
Çekmekten başka çaremiz yok.
Namaz saati yaklaşınca mahallenin camisine gidildi. İkinci annemle de cami avlusunda vedalaşıp sonsuza dek ayrılacağız. Tutamıyorum kendimi…
Oğlumun üzülmesini istemiyorum ama olmuyor. Tutamıyorum. Sürekli ağlıyorum.
İnsanlar hayret ediyor bana:
“Bir gelin kaynanasının arkasından neden bu kadar ağlar?”
Ama o kaynana, benim cehennemimdeki tek tutunduğum daldı. Bilemezler..
Aslında biraz da kendime ağlıyorum.
Onsuz bu cehennemden nasıl kurtulurum, bilmiyorum. Oğlumu bu iki canavardan nasıl korurum, onu da bilmiyorum. Tek bildiğim, Zehra anneme son görevimi yerine getirmem gerektiği.
Son yolculuğuna uğurladıktan sonra, ne pahasına olursa olsun o uçağa binip Almanya’ya gitmemem gerek.
Tıpkı öz annemin cenazesinde olduğu gibi oldu. Cenaze namazı kılındı, cemaatten helallik istendi. “Sonuna kadar helal olsun tüm haklarım,” dedim içimden. Sonra kabristana geçildi. Defin işlemleri yapıldı.
Tüm bu cenaze boyunca ne Gürkan ne de Zafer baba bir damla gözyaşı dökmedi.
Böyle bir kadın hayatlarından geçti ama kıymetini bilemediler. Gereksiz yere ona yaptığımız eziyetler oldu deyip vicdan azabı çekeceklerine, taş gibi durdular.
Hayret ediyorum onların bu katı kalpliliğine.
Herkes dağıldıktan sonra Zehra annemin mezarının başında durduk oğlumla. Ayak ucundaydık. Oğlum, kendince babaannesiyle ikinci annesiyle vedalaştı:
“Babaannem, seni unutmayacağım. Okuldan geldiğimde beni kim karşılayacak şimdi?” dedi.
Aslında biliyorum, Batuhan’ın tek derdi bu değildi. Söylemek istediği, beni kim koruyacak babaanne? Dedemden ve babamdan demekti ama söyleyemiyordu. Hissediyorum. Anneyim ben…
Daha fazla dayanamadım. Duamı edip mezarının toprağını okşayarak,
“Karınca kadar da olsa hakkım geçtiyse, yerden göğe kadar helal olsun. Yaptığın hiçbir iyiliği unutmayacağım. İnşallah ahirette seninle yine buluşuruz,” dedim ve kalktım.
Eve döndük. Zehra annemin arkasından kimse kötü konuşsun istemiyorum. O yüzden gelen her misafirle tek tek ilgilendim. “Son görevim, son görevim,” diyerek yapılması gereken ne varsa hepsini yaptım.
& &. &. &. &. &. &. &
Bir hafta geçti. Zafer Baba artık Almanya’ya dönelim dedi.
“Zaten burada çok çevremiz yok. Başsağlığı dilemek isteyenler geldi, başsağlığını diledi. Biletlere bakın da artık gidelim.” dedi.
Beklediğim gün geldi. Çok zengin bunlar ama varyemez cinsinden. Bilet parası ödedikten sonra ne olursa olsun bilet yanmasın diye o uçağa binip giderler. Kurduğum planı devreye sokma vakti geldi. Artık benim de kaçma zamanım…
Her şeyi ayarlamıştım. O kalabalıkta Gürkan fark etmedi. Rahmetli Zehra annemin ölüsü bile benim işime yaradı. Uzunca bir mektup yazdım Gürkan’a… Hepsini okur mu bilmiyorum ama can alıcı kısmını okursa engel olamaz, zorluk çıkarmaz;
# Zehra annemin olmadığı bir yerde ben seninle baş edemem. Zorla beni götürür ya da çocuğumu elimden almaya kalkarsan, madde bağımlısı olduğunu ve bana yaptığın işkenceleri polise bildiririm. Elimde üç ayrı darp rapor var. Hem Türkiye'de hem Almanya’da seni polise şikâyet ederim. Vücudumda hâlâ işkence izlerin duruyor. Beni geçtim, oğluma da şiddet uyguladığın. O anları videoya çektim. Gerekirse o videoyu sosyal medyada paylaşır, teknik direktörüne izletirim. Madde bağımlısı olduğunu tüm Almanya'ya ve spor camiasına duyururum. Kariyerini bitiririm. Senden bir beklentim yok, sadece zorluk çıkarmadan beni boşa. Oğluma dokunma! Benimle kalacak Batuhan. #
Aslında hepsi yalandı… Bu dediklerimin hiçbirini yapamamıştım. Zehra annemle çok uğraştık ama ne rapor alabildim ne de telefona çekebildim. Oğlum dayak yerken kendimi önüne siper ettim hep. O dayağı kaydetmeye yüreğim yetmedi. Bunları Gürkan bilmese de olur. Ayça ve onun önü açıldı. Zaten yazdıklarımın gerçekliğini sorgulayacak bir kafada değildi. Bu mektubu yazdıktan sonra köşe bucak sakladım. Bulur da müdahale ederse kaçamam diye. Artık mektubun gün yüzüne çıkma vakti geldi.
Gece herkes yattı.
Gürkan;
“Yarın gece bu saatlerde uçaktayız, iyi dinlenin,” dedi ve hemen uyudu.
Mektubu Gürkan’ın görebileceği bir yere bıraktım. Oğlumu uykudan uyandırdım, giydirdim.
“Batuhan’ım, biliyor musun? Kovalamaca ve saklambaç oynuyoruz. Babamızdan kaçacağız. Onlar bizi bulamayacak, saklanacağız. Anlatmıştım sana bu oyunu. Şimdi oynama zamanı geldi.” dedim.
“Tamam annem. Ama çok sessiz olalım. Görürlerse bizi döverler,” dedi.
Oğlumu giydirdim. Valizlerimizi de aldım. Sessizce ayağa kalktım. Ev çok kalabalıktı. Bu saatte kim uyuyor, kim uyanık bilemiyorum. Tek hedefim, kimseye yakalanmadan çıkmak. Nefes sesimizi bile duymasınlar diye adeta nefesimizi tuttuk. O derece sessiz hareket edip çıktık aile apartmanından. Önce binadan sonra bahçesinden çıkmayı başardık.
Sokağın başına geldiğimizde telefondan en yakın taksi durağını arayıp taksi çağırdım.
“Otobüs terminaline gitmek istiyoruz,” dedim.
Taksici bizi terminale bıraktı. Oradan İstanbul’a giden ilk otobüse, oğlum ve kendim için bilet aldım. Zaten otobüs saatlerine hep internetten bakmıştım. Bu yüzden özellikle gece kaçmayı planladım ki hem oğlum yol boyunca uyusun, hem de diğerleri uykudayken hedefime ulaşabileyim.
Tahmin ettiğim gibi oldu. Kimsenin ruhu bile duymadı. Çünkü kimse, benim böyle bir şeye cesaret edebileceğimi düşünmüyordu. Çocuk da var nasıl olsa, ömür boyu Zehra gibi o da bize bağımlı diye düşündüler.
Ama öyle değildi.
Zaman ve teknoloji ilerledi. Ben Zehra annem gibi bu iki narsistin elinde ömrümü ve oğlumu heba etmeyecektim.
Gece başlayan yolculuğum sabah İstanbul’da son buldu.
İstanbul… Herkese memleket, bana şiir olan şehir.
Yeniden sana geldim.
Ama bu defa tek gelmedim. Yanımda gözümün nuru, ciğerim, bir tanecik oğlumla geldim.
Bizi barındır bu defa lütfen…
Elif ve babama karşı da elim boş gelmedim. Yedi senenin intikamını alacağım sizlerden. Annemin katili sizsiniz. Benimde hayallerimin ve gençlik yıllarımın katilsiniz.
Bu defa karşınızda 18 yaşında ki tecrübesiz Sevim yok. Güçlü bir kadın, güçlü bir anne var. Evladı için dünyayı ateşe verecek kadar güçlü bir anne…