Kırmızı Gül, Siyah Gece

1490 Words
Soğuk bir Ekim akşamıydı. Adımlarımın sesi, ıslak kaldırımda yankılanıyordu. Yorgundum. Sadece süt ve ekmek alıp eve dönmek istiyordum. Elimde, marketin önünden alıverdiğim bir demet gülden yalnızca bir tanesi vardı. Küçük bir mutluluk… belki bir anı… belki sadece sebepsiz bir alışkanlık. Ama içimde tuhaf bir huzursuzluk vardı. O sokağa girmemeliydim. Her hücrem bağırıyordu: Dur. Ama gözlerim… sadece karanlık ve sessizlik gördü. Ta ki… o sesi duyana kadar. Bir silah sesi. Keskin. Sert. Tanıdık olmayan bir yankı. Bir anda kalbim göğsüme sığmaz oldu. Köşeyi döndüğümde, bir adam dizlerinin üstüne çökmüştü. Yalvarıyordu. “Ne olur… ailemi bağışlayın…” Karşısında üç adam vardı. Biri öne çıktı. Uzun boylu, takım elbiseli. Yağmur, saçlarını alnına yapıştırmıştı. Ama asıl korkutucu olan… bakışlarıydı. Sert. Soğuk. Ölümü içinde taşıyordu. Ve o an… Göz göze geldik. Elimdeki gül kaydı, parmaklarım arasından süzülerek yere düştü. Islak zemine çarptığında sesi çıkmadı ama bende yarattığı yankı… tarifsizdi. Nefesimi tuttum. Kımıldayamadım. O adam… Tehlikeliydi. Ama işin garibi… içimde garip bir güven hissi yükseldi. Yanlıştı. Çok yanlıştı. Ve sonra… Tetiği çekti. Adam yere yığıldı. Gözlerim büyüdü. Boğazımda bir çığlık takıldı ama çıkamadı. Bana bakıyordu. Sanki beni çoktan biliyormuş gibi. Sanki… ben orada olmalıymışım gibi. Yavaşça döndü bana doğru. Bakışları, karanlığın içinden geçip doğrudan kalbime saplandı. Adımlarım yerime çivilenmişti. “Orada biri var!” diye bağırdı içlerinden biri. Ve o an… Bacaklarım beni taşıdı. Koştum. Elimde artık gül yoktu. Sadece kalbimde… o gözlerin izi vardı. Peşimde biri var mıydı bilmiyorum ama sesleri duyuyordum. Ara sokaklara daldım, izimi kaybettirmeye çalıştım. Bir çıkmaz sokakta gölgelerin arasına saklandım. Islanmıştım. Korkmuştum. Ama yaşıyordum. O gece bedenimi kurtardım belki… Ama gözlerim gördüklerini unutamayacak. Hiçbir zaman. ------ Ne kadar süre saklandım bilmiyorum. Yağmur üzerimde, korku içimde damla damla aktı. Dizlerim titriyordu, ellerim soğuktan mı yoksa şoktan mı uyuşmuştu, ayırt edemiyordum. Ama sonunda… adımlarımı yeniden yürümeye zorladım. Sokaklar hâlâ karanlıktı. Ama ben artık başka bir karanlık taşıyordum içimde. Eve vardığımda kapıyı sessizce açtım. Zeynep uyuyordu muhtemelen. Işıkları açmadan, ayakkabılarımı sessizce çıkardım. Sanki en ufak bir sesle olanları yeniden başlatacak gibiydim. Odamın kapısını kapattım. Sırtımı duvara yasladım. Ayaklarımın altından yer çekildi. Yavaşça yere kaydım. Dizlerimi karnıma çektim. Ve sustum. Gözlerim doluyordu ama ağlamıyordum. Çünkü ağlamaya başlarsam, duramam diye korkuyordum. Bir can gitmişti gözümün önünde. Ve o adam... Bana bakmıştı. Görmüştü. Ve ben… hayattaydım hâlâ. Kapı aralandı. Zeynep’in silueti, koridordan süzüldü. Işık açılmadı, konuşmadı. Sadece battaniyesini alıp yanıma oturdu. Dizlerimin etrafına sardı. Sonra kendi omzuma başını yasladı. Hiçbir şey sormadı. Ve bu, bana o an en çok iyi gelen şeydi. Ertesi sabah Uyandığımda odanın içi griydi. Ne geceydi ne gündüz… Zaman, geceden kalma bir ağırlıkla durmuş gibiydi. Göz kapaklarım yandıkça, gece gördüğüm sahne bir kez daha gözümün önünden geçti. Adını bile bilmediğim bu adamın gözleri zihnime kazınmıştı. Korkmalıydım… ama içimde tuhaf bir merak da vardı. Neden beni susturmadı? Neden bıraktı gitmemi? Kapı hafifçe aralandı. Zeynep, elinde iki kupayla içeri girdi. Sessizce yatağımın kenarına oturdu ve kupalardan birini uzattı. “Bitki çayı. Sakinleştiriyor,” dedi. Sesi gece kadar yumuşak, sabah kadar gerçekti. Bana hiçbir şey sormadı. Ama gözlerinin içi, her şeyi anladığını söylüyordu. “Teşekkür ederim,” dedim kısık bir sesle. Kupayı ellerime aldığımda, sıcaklık parmak uçlarımdan içime aktı. Zeynep başını hafifçe yana eğdi. “Bugün işe gitmesen mi?” Başımı salladım. “Hayır. Gitmeliyim. Normal görünmeliyim.” Kelimeler ağzımdan dökülürken ne kadar yorgun olduğumu fark ettim. Normal. Artık hiçbir şey normal olmayacaktı. Zeynep, gülümsedi ama gözlerinde hafif bir endişe vardı. “Peki canım… Kendini nasıl iyi hissedeceksen, öyle yap,” dedi. Sonra sessizce kapıya yönelip odadan çıktı. Arkasında, anlayışın en derin hâlini bırakmıştı. Kupayı komodinin üzerine bırakıp banyoya yöneldim. Rutin işlerimi sessizce, düşünmeden tamamladım. Kasım ayı yaklaşırken havalar serinlemeye başlamıştı; sabahın ayazı tenime değince ürperdim. Üzerime siyah bir pantolon, siyah bir triko ve onun üstüne kot ceket giydim. Aynanın karşısına geçtiğimde yüzümde hâlâ geceden kalma yorgunluk vardı. Az bir makyajla yüzüme hafif bir renk kattım — en azından dışarıdan güçlü görünmeliydim. Saçlarımı açık bıraktım. Kendiliğinden dalgalıydı zaten, bu hâliyle bile fazlasıyla dağınık bir zarafet taşıyordu. Çantamı omzuma alıp sambalarımı geçirdim. Kapıya yönelirken, salondan hâlâ uykulu bir sessizlik yayılıyordu. “Ben çıkıyorum,” diye seslendim Zeynep’e. Cevap gelmedi ama biliyordum — duymuştu. Ve ben, yeni bir günün gölgesine doğru adım attım. Apartmandan çıktığımda yüzüme çarpan rüzgâr, geceyle arama çizgi çekti. Yağmurun izleri kaldırım taşlarında hâlâ tazeydi. Aynı şehirdeydim ama aynı ben değildim. Sokak sessizdi, içim hâlâ uyanık. Kafamda tek bir soru dönüp duruyordu: Beni gördü mü? Ve en çok da şunu: Neden korkarken bir yanım onu yine görmek istiyor? Restoranın önünde durdum. Bir nefes… sonra bir fısıltı: “Normal davran.” Kapıyı ittim. Sıcacık kahve ve taze hamur kokusu yüzüme çarptı. Ama içimde hâlâ dün gecenin soğuğu vardı. Göz altlarım mor, yüreğim yorgundu. Ama hâlâ ayaktaydım. “Günaydın!” dedi Ayşe, mutfaktan kafasını uzatarak. Ben de yarım bir gülümsemeyle karşılık verdim. “Günaydın…” Tezgâhın arkasına geçtiğimde fısıltılar dikkatimi çekti. Patron gergin görünüyordu, garsonlara kısa ve net talimatlar veriyordu. Derken Ayşe tekrar yanıma sokuldu, sesi biraz daha alçaktı bu kez: “Bugün önemli biri geliyormuş. Patron sabahtan beri hop oturup hop kalkıyor. VIP masa hazırlandı bile.” Gözlerim refleksle salonun cam kenarındaki o özel masaya kaydı. Bembeyaz örtü, kristal bardaklar, çiçekli bir vazo… Fazla özenliydi. Fazla... şık. “Kimmiş gelen?” diye sordum, önlüğümü bağlarken. Ayşe omuz silkti. “Söylemiyorlar. Sadece ‘sessiz olun, iyi servis yapın’ dedi. Sanki kral gelecek.” Kafamı eğdim ama kalbim çoktan hızlanmıştı. Saat ilerledikçe... Öğle servisi kalabalıktı. Siparişler birbiri ardına gelirken, her boş vaktimde gözüm o masaya kayıyordu. Boştu. Sanki biri gelmek üzereymiş ama fikrini değiştirmiş gibiydi. Ayşe, yanıma yaklaştığında sessizce sordu: “Fark ettin mi? O masa saatlerdir öylece duruyor.” Başımı salladım. “Evet… Belki gelmeyecekler.” Ayşe dudak büktü. “Ya da bizi izliyorlardır...” Gülmeye çalıştı ama bu cümle beni içimden üşüttü. Akşamüstü... Gün sona erdiğinde masadaki bardaklar dokunulmamıştı. Çıkışta, salonun ışıkları loşken bir an durup o masaya tekrar baktım. Bir şeylerin yaklaşmakta olduğunu hissediyordum. Gözlerim o masadan çekilirken, içimden tanıdık bir ses fısıldadı: Sakin ol, Eflin. Fırtına önce sessizliktir. Restorandan çıktım, yorgun ama bir nebze olsun hafiflemiş hissediyordum. Kulaklıklarımı taktım ve yürümeye başladım. Eve yirmi dakikalık bir mesafe vardı ama ben bu yolu yürümeyi seviyordum. Şarkılar, adımlarımı yumuşatıyor, günün ağırlığını biraz olsun üzerimden alıyordu. Hava serindi. Sokak lambaları soluk ışıklar saçıyor, kaldırımda ayak seslerim yankılanıyordu. Bir an için... sanki bir gölge peşimdeydi. Adımlarımı yavaşlattım, başımı hafifçe geriye çevirdim. Kimse yoktu. Boş bir sokak, geceye karışan rüzgâr sesi… “Saçmalama Eflin,” diye fısıldadım kendi kendime. “Kimse yok. Korkacak bir şey yok.” Yoluma devam ettim. Apartmana vardığımda derin bir nefes aldım. Kapıyı açtım, sessizce içeri girdim. Merdivenleri çıkarken her basamakta yorgunluğum biraz daha ağırlaştı. Anahtarı çıkardım ve kapıyı açtım. Ev karanlıktı. “Işıkları bile açmamış,” diye geçirdim içimden. “Kesin uyuyakaldı.” Montumu çıkartıp salona geçtim. Işığı açtığımda içimdeki sessizlik bir anda dağıldı. Zeynep, koltukta oturmuş bana bakıyordu. Yüzünde endişeyle karışık bir sessizlik vardı. Sabah hiçbir şey sormamıştı ama şimdi, sadece bakışlarıyla bile ne olduğunu merak ettiği çok belliydi. “Eflin… bana anlatır mısın ne olduğunu?” Zeynep’in sesi yumuşaktı ama endişesi yüzünden okunuyordu. Ne desem bilmiyordum. Gözümün önünde bir adamın vurulduğunu anlatsam, Zeynep kesin polise gitmemizi isterdi. Eminim. Ama ben… polise gidemem. Böyle insanlarla başa çıkılmaz. Bela alırım başıma. Gerçi… belki de almışımdır bile, kim bilir? Zeynep’e yalan söylemek zorundaydım. “Annem, babam… kardeşim. Rüyamda onları gördüm,” dedim, geçiştirerek. Zeynep bir anda yumuşadı, gözleri doldu. Yanıma gelip sıkıca sarıldı. “Canım benim… çok zor biliyorum. Ama kendini bu kadar üzme, olur mu?” dedi. Evet, ara sıra görürdüm ailemi rüyamda. Ama bu gece… bu gece bambaşkaydı. Bunun rüya olmadığını ikimiz de biliyorduk ama söyleyemezdim. Yorgun olduğumu söyledim. Zeynep başıyla onayladı ve beni daha fazla sıkmadan salona döndü. Ben ise sessizce odama geçtim. Kıyafetlerimi çıkarıp doğruca banyoya girdim. Soğuk su yüzüme çarptığında içimdeki titreme de yüzeye çıkmıştı. O adamın gözleri… hâlâ aklımdaydı. Duştan çıkıp pijamalarımı giydim. Yumuşak havluyla saçlarımı kurularken aynaya kısa bir bakış attım. Yorgunluk gözlerime çökmüştü. Hiçbir şey düşünmeden uyumak istiyordum. Gerçekten buna ihtiyacım vardı. Yatağa uzandım, gözlerimi kapadım. Önce sağa döndüm. Sonra sola. Ama olmadı. Zihnim susmuyordu. Uyumak… mümkün değildi. Yavaşça kalktım, pencereye doğru ilerledim. Camı açıp derin bir nefes çektim içime. Soğuk hava tenime çarptı ama içimdeki sıkıntıyı dindiremedi. O an gözüm sokağın başına takıldı. Orada bir araba duruyordu. Siyah, camları karartılmış… Bu mahallede daha önce hiç görmediğim türden bir araçtı. Yine mi? Yine mi her şeyi kendime bağlıyorum diye düşündüm. Ama… haksız da sayılmazdım. “Muhtemelen birine gelmiştir,” dedim kendi kendime, camı kapatıp perdeyi çektim. Yeniden yatağa uzandım. Bu kez gözlerimi kapattığımda zihnim susmuş gibiydi. Ve nihayet, huzursuz da olsa uykuya daldım. Ama kısa süre sonra, ansızın gözlerimi açtım. Oda hâlâ karanlıktı ama sabah yaklaşmıştı. İçimde tarif edemediğim bir huzursuzluk vardı. Sanki biri… beni izliyordu. Sessizce kalktım, perdeyi araladım. Sokak bomboştu. Siyah araba yoktu ama varlığı hâlâ zihnimin buğusundaydı. Camı açtım, yüzüme çarpan soğuk havayla ürperdim. Derin bir nefes aldım. Sonra cama sırtımı dönüp yatağa döndüm. Ama bu sefer… uyku, gelmedi. Sabaha kadar döndüm durdum. Aklımda yalnızca o gözler… Ve kulaklarımda yankılanan tek ses: silah sesi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD