“Bu masa... beni bekliyordu, öyle mi?” dedim, hafifçe kaşlarımı çatarak.
“Peki ya siz? Siz kimsiniz?”
O adamdı. O gözler…
Unutmam mümkün değildi.
Gözlerini benden ayırmadan, ortadaki gülü tekrar eline aldı.
“Sorulması gereken soruların zamanı gelecektir,” dedi.
Ama bu cevap, içimdeki huzursuzluğu bastırmaya yetmedi.
Bir adım geri çekildim. “Beni günlerce izlediniz. Çalıştığım yeri öğrendiniz. Onlarca masa, onlarca insan varken sadece ben... Neden?”
Sustu. Sessizlik fondaki müziği bile gölgeledi.
“Cevap bekliyorsunuz ama güven vermiyorsunuz,” diye sürdürdüm daha net bir sesle.
“Bir yabancının masasında duruyorum şu an. Üzerimde onun seçtiği bir elbise var. Ve siz… hâlâ adınızı bile söylemediniz.”
Gül dudaklarına çok hafif bir tebessüm getirdi.
“Çağan,” dedi. “Çağan Bozbeyli.”
İsmi… içimde bir yerleri sızlattı.
Bir yerlerden tanıdık gelen, kulağımda yankı yapan o soyad…
Soykan’ların adını duyunca içimi nasıl bir dalga kaplıyorsa, bu isimde de aynı tedirginlik vardı.
“Ne istiyorsunuz benden?” diye sordum. Bu kez sesim yavaş ama kararlıydı.
Çağan gülü tekrar tabağa bıraktı. Gözlerini yüzümde gezdirirken, sanki kelimeleri dikkatle seçiyordu.
“Senden bir şey istemiyorum,” dedi.
“En azından şimdilik. Ama bazı cevaplara ihtiyacım var. Ve o cevaplar... senin bakışlarında saklı.”
O an fark ettim; bu masa sadece beni değil, belki de çok daha fazlasını taşıyordu.
Sessizce içime işleyen bir başlangıçtı bu.
Ve ne o masa, ne de o bakışlar… tesadüf değildi.
“Yabancıyım, evet,” dedi, sesi sakin ama içinde tanımlayamadığım bir ağırlık vardı.
“Ama o gece oradaydın,” dedim, ses tonum farkında olmadan sertleşmişti. “Tetiği çektin… ve beni gördün.” diyerek sözünü tamamladım.
Gözlerini kaçırmadı. Elindeki gülü parmaklarının arasında yavaşça döndürdü.
“Görmem gerekiyordu,” dedi sadece.
Bu cümlenin içinde bir şey saklıydı ama ne olduğunu çıkaramıyordum.
“Bana bir açıklama borçlusun,” dedim, bakışlarımı ondan ayırmadan.
Başını hafifçe eğdi, sonra gözlerini tekrar bana çevirdi.
“Sana bir açıklama değil, gerçeği borçluyum,” dedi. “Ama o gerçeğin zamanı… bana ait.”
İç sesim:
Ne cüret…
Bir adamı gözümün önünde öldürdü.
Ve şimdi, karşıma geçmiş, neredeyse bir şey olmamış gibi konuşuyor.
Ama o geceden beri gözlerini unutmamıştım.
Çünkü… bir katilin gözlerinde merhamet aramıştım ben.
Ve şimdi o merhamet hâlâ oradaydı. Bu daha da korkutucuydu.
“Peki… o gece neden bana zarar vermedin?” diye sordum, bu kez daha yumuşak bir sesle.
Bir an sustu.
Bakışları sabitlendi.
Sonra:
“Çünkü seni fark ettiğim an… başka hiçbir şeyin önemi kalmadı,” dedi.
İç sesim:
Bu… bir cevap mıydı?
Bir tehdit mi, yoksa… bir itiraf mı?
Her ne olursa olsun, Eflin…
Bu adamın karanlığına adım attın bir kere.
Ve artık geri dönüşün yok gibi.
Kaşlarımı hafifçe çattım, bakışlarımı ondan çekmeden konuştum:
“Ne gerçeğinden bahsediyorsunuz?” dedim. “Benim bilmediğim, ama sizin karar verdiğiniz ne olabilir?”
Sustum. O ise cevap vermedi.
Yüzünde, duvar gibi örülmüş bir ifade vardı.
Ne geri adım atıyor, ne de yaklaşıyordu.
Ama gözleri...
Gözleri bir şeyler söylüyordu.
Benim anlayamayacağım bir acıyı ya da geçmişi...
İçimdeki düğüm büyüdü.
Bu masa, bu gece, bu sessizlik…
Hepsi beni boğuyordu.
Sandalyeyi sessizce geriye ittim. Ayağa kalkarken bakışlarını üzerimde hissettim.
“Üzgünüm,” dedim yavaşça. “Ben bu oyunun parçası değilim. Olmak da istemiyorum.”
Oturduğu yerden kıpırdamadı.
Bir şey demedi.
Ayaklarım beni hızla kapıya götürürken, içimde bir şey kırılıyordu sanki.
Elbiseyi bile üzerimden çıkarmak istiyordum.
Onun seçtiği, onun gönderdiği hiçbir şeyi üzerimde taşımak istemiyordum.
Ama tam kapıya vardığımda…
Adımlarını duydum.
“Eflin,” dedi arkamdan.
Sesi, ilk kez o an gerçekten insanca geldi.
Sertlik yoktu. Emir yoktu.
Sadece… bir istek.
Belki de bir yalvarış.
Ama durmadım.
Kapıyı açtım ve dışarıya adım attım.
Hava soğuktu.
Ama içimdeki karmaşa daha serindi.
Arkamdan gelen sessizlikte, onun hâlâ orada durduğunu biliyordum.
Gözlerini sırtıma diktiğini…
Ve belki de ilk defa, kendi kararından şüphe ettiğini…
Arkamı döndüm ve yürümeye başladım. Kalbim göğsümden çıkacak gibiydi ama adımlarımı bastırmaya çalıştım. Bu geceyi, o adamı ve masadaki o kırmızı gülü geride bırakmak istedim.
Ama...
“Sakın o geceyi unutma.”
Ses, arkadan değil — tam yanımdan geldi.
Donakaldım.
Adımlarımı durdurdum ama arkamı dönmedim. Sadece gözlerimi kapattım.
Nefesim, boğazıma takıldı.
Çağan yanıma yaklaşmıştı.
Sokak lambasının altına geçtiğinde gölgesi önüme düştü.
“Sana her şeyi anlatacağım,” dedi fısıltıyla.
“Ama kaçmana izin veremem.”
İç sesim çığlık atıyordu:
Kaç, Eflin. Şimdi. Onunla yürüme.
Ama bacaklarım hareketsizdi.
Ve o adım attı.
Yanıma.
Çok yakınıma.
Göz göze geldiğimizde içimde bir şey kırıldı.
Korku muydu, merak mı, yoksa kaderin kendisi mi…
Bilmiyordum.
Sadece bildiğim bir şey vardı:
Bu gece bittiğinde hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
🌑 Karanlığın içinden gelen bir adam ve geçmişinden kaçamayan bir kız…
🕯 Takipte kalın… sırlar yakında açığa çıkacak.