Müge, elinde kahveyle hastanenin küçük açık terasına çıktı. Yaz sonunun akşam serinliği tenine hafifçe dokundu. Güneş henüz batmış, gökyüzü turuncu ve gri arasında kararsız bir renge bürünmüştü.
Bugün hastalarını erkenden bırakmış, hastaneye dönmüştü. Kerem hâlâ halsizdi, ama biraz daha iyiydi artık. İçinde karışık bir duygu vardı; ne geçmişle ne de gelecekle ilgili tam bir şey söyleyemiyordu kendine.
Bir bank buldu. Oturdu. Kahvesinden bir yudum aldı.
Tam o sırada bir adamın sesiyle irkildi:
“İzin verir misiniz? Boş yer bulamadım.”
Müge başını kaldırdı. Gözleri tanıdık bir ifadeyle buluştu.
Mert’ti.
Kahve kupası hafifçe elinde sallandı.
“Bu hastanede fazla mı tesadüf oluyoruz?” dedi Müge, yarı şaka yarı ciddi.
Mert hafifçe gülümsedi. “Belki de ikimizin de yolları aynı yerlerde kesişiyor.”
Boş banka, Müge’nin birkaç adım yanına oturdu. Elindeki kahve bardağını tutuşu, ellerinin hâlâ tam sakinleşmediğini gösteriyordu. Ama bakışları daha sakindi bugün.
“Siz hâlâ buradasınız,” dedi Müge.
“Babam normal odaya geçti. Biraz nefes almak için çıktım.”
Müge başını salladı. “Ben de. Aslında kaçmaktan çok… alışkanlık. Doktorlar, hastaneler… hayatımın büyük bir kısmı bu duvarların içinde geçiyor.”
“Veteriner hekim değil mi?” dedi Mert. Cümle neredeyse kendiliğinden dökülmüş gibiydi ama içinde planlı bir kesinlik vardı.
Müge gözlerini kısmıştı. “Ben size ne iş yaptığımı söylememiştim.”
Mert bir saniyelik duraksamayla gözlerini kaçırdı, sonra çabucak toparladı:
“Demek ki doğru tahmin etmişim.”
Müge hafifçe güldü ama içinde bir kuşku parladı.
İçgüdüleri ona bir şeylerin fazlaca “denk” geldiğini söylüyordu. Ama ses çıkarmadı. Henüz değil.
“Sizi ilk gördüğümde...” dedi Mert, biraz yavaş konuşarak, “...kafanızda bir şeyler dönüyordu. Gözleriniz başka bir zamanın içindeydi.”
Müge bir an sustu. Rüzgâr saçlarını hafifçe yüzüne savurdu.
“Kafamın içi sessiz değildir,” dedi. “Ama bunu dışarı yansıtmamayı yıllar içinde öğrendim.”
Bir süre sessiz kaldılar. O sessizlik, rahatsız edici değil, tanıdık bir alan gibiydi.
Sonunda Müge sordu:
“Gerçekten tesadüf mü bu?”
Mert, gözlerini gökyüzüne çevirdi.
“Bazen tesadüf dediğimiz şeyler... aslında fırsatlardır. Ya da bizim öyle olmasını istediğimiz anlar.”
Müge başını eğdi.
Cevap vermedi.
Ama kalbinin derinlerinde, ilk defa uzun zaman sonra, “olabilecek bir şeyin” ihtimali filizlenmeye başlamıştı.