Bölüm 1 – Hastane Kafeteryasında Bir Karşılaşma
Hastanelerin kokusu insana garip bir şey yapardı. Ne zaman bir koridor boyunca yürüse, sanki geçmişiyle yüzleşmeye zorlanırdı.
Mert, plastik sandalyelerin sıralandığı bekleme salonunda oturuyordu. Elleri titriyordu. Babasının kalp krizi geçirdiğini öğrendiğinden beri saatler ilerlemiyor gibiydi.
Kafeteryaya inmesi gerektiğini hissetti. Hava almak gibi değildi bu; daha çok kaçmak… kısa bir süreliğine bile olsa bu ağırlıktan uzaklaşmak.
Masalardan birinde oturan bir kadın dikkatini çekti. Açık kumral saçlarını ensesinde toplamıştı. Elindeki kahve kupasına boş gözlerle bakıyordu. Yüzünde hem yorgun hem de derin bir dinginlik vardı.
Göz göze geldiler. Kadın hafifçe gülümsedi.
Müge, hastane kafeteryasında eski eşine refakat etmekten dolayı yorgun düşmüştü. Biraz nefes almak istemiş, kahvesini yudumlarken düşüncelerine dalmıştı. Masadan kalkmak üzereyken, yanına yaklaşan adamın sesiyle irkildi.
“İzin verir misiniz?” dedi Mert, masasındaki boş sandalyeye işaret ederek.
Müge, etrafına kısa bir göz gezdirdi. Başka boş masa olmadığını fark etti. Hafif bir tereddütle başını salladı.
“Sanırım burada sadece ben varım,” dedi.
Adam, elinde kahvesiyle karşısına oturdu. Gözleri düşünceli, yüzü yorgundu. Yoğun bakımda yatan babası aklından çıkmıyordu. Ne diyeceğini bilemeyen bir ifadeyle sigarasını yaktı. Duman, havada sessizce süzülürken Müge konuştu:
“Zor bir gün, değil mi?”
Adam başını salladı.
“Evet. Bugün her şey daha ağır geliyor.”
Sesinde bir kırılma vardı. Sigarasından derin bir nefes çekerken eli masaya düşmüştü. Tüm bu hararetin ortasında bile, bir nebze olsun rahatlamaya çalışıyordu.
“Beni hiç anlamadığını düşündüm,” diye mırıldandı.
“Son konuşmamızda, sadece işimi ve hayatımı sorguladı. Oysa ben sadece onun benimle gurur duymasını istiyordum.”
Müge, adamın gözlerinde tanıdık bir çaresizlik gördü.
“Bazen insanlar, hissettiklerimizi anlamakta zorlanabilir,” dedi yumuşak bir sesle. “Ama senin hislerin de önemli.”
“Her şey iyi olacak,” diye ekledi cesaret vererek.
Adam başını eğdi.
“Ama ya geç kalırsam?” diye fısıldadı, gözlerinde kederle.
Müge, “Şu an burada olman önemli. Belki de ona hissettiklerini anlatma fırsatın olur,” dedi.
“İkiniz de birbirinizi anlamak için bir şans daha verebilirsiniz.”
Adam, Müge’nin sözlerini sessizce dinledi.
“Ama ya her şey için çok geç olursa?”
Müge, elini masanın üzerine koydu. Sesi sakindi ama kararlıydı:
“Geç kalmak her zaman bir seçenek değil. Şu an burada olman, onun için çok şey ifade ediyor. Belki de bu, aranızdaki bağı yeniden kurmanın ilk adımıdır.”
Adam, içindeki ağırlıkla başını salladı.
“Belki de haklısın… Ama içimdeki korku, hep benimle. Onunla yüzleşmek beni daha da korkutuyor.”
“Korkularımızla yüzleşmek zor olabilir,” dedi Müge.
“Ama yalnız değilsin. Eminim yanında seni seven insanlar vardır.”
Adam, Müge’nin desteğini hissederek derin bir nefes aldı.
“Teşekkür ederim,” dedi.
Gözlerinde beliren o küçük umut ışığı, kaybolmaya başlamış cesaretinin yeniden filizlendiğini gösteriyordu.
“Belki de bu sefer, babamla konuşmak için cesaret bulabilirim.”
Müge gülümsedi.
“İşte bu, doğru bir adım. Unutma, her şey zamanla daha iyi olacak.”
İkisi de hastane ortamının getirdiği kaygıyla başa çıkmaya çalışırken, sessizce birbirlerinin varlığında bir teselli buldular.