Babasının taburcu olduğu gün, ev kalabalıktı. Yardımcılar, hemşireler, aile üyeleri… Herkes bir ağızdan konuşuyor, bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Ama Mert, salondaki kalabalığın içinde boğulmuş gibiydi.
Onun aklı hâlâ başka bir yerdeydi. Ya da başka birinde.
Cebinden telefonunu çıkardı, birkaç dakika kararsızca ekranı izledi. Sonra özel kalemini aradı.
“Erhan, bugün seni bir yere göndermek istiyorum,” dedi.
“Buyurun Mert Bey.”
“Şirketin yeni AVM projesi için sağlık birimi planlaması yapılacaktı, değil mi?”
“Evet, ticari alanların yanında küçük klinikler ve sağlık ofisleri tasarlanacak. Yerel sağlık kuruluşlarıyla görüşüyoruz.”
“İyi. O görüşmelere bir isim daha eklemeni istiyorum. Müge Yalçın.”
Erhan duraksadı. “veteriner olan hanımefendi mi? Daha önce listede yoktu.”
“Şimdi var. Onun kliniğini projeye entegre etme ihtimalimizi değerlendirmek istiyoruz. Lokasyonu ve profili uygun. Hem modern, hem köklü bir yer.”
“Anladım. Teklif gibi mi sunalım, yoksa ön görüşme şeklinde mi?”
Mert gülümsedi. “Sadece tanışma niteliğinde. Yalın, resmi olmayan ama dikkatli bir davet. Onun seveceği bir dilden.”
Ertesi gün, Müge sabah hastalarına bakarken sekreteri kapıyı araladı.
“Doktor Hanım, dışarıda bir beyefendi sizi görmek istiyor. Mimar Erhan Öztürk’müş. Mert Bey’in ofisinden geldiğini söyledi.”
Müge, elindeki dosyayı kapatırken kaşlarını hafifçe çattı.
“Evet… Yeni yapılacak bir projeyle ilgili sizinle görüşmek istiyorlarmış.”
Müge, aynadaki yansımasına baktı. Saçını düzeltti. İçinde hafif bir şaşkınlık vardı ama aynı zamanda başka bir şey:
İlgiyle karışık bir sezgi.
“Alın içeri,” dedi, sesinde sakince yankılanan bir merakla.
Erhan Bey, güleryüzlü ama mesafeli bir şekilde projeyi anlattı. Planlanan sağlık birimlerinden, ticari alanların yerleşiminden, kliniğin potansiyel konumundan bahsetti. Konuşma tamamen profesyoneldi. Müge, dikkatle dinledi, notlar aldı ama zihninin bir köşesinde hep aynı düşünce vardı: Bu gerçekten sadece iş mi?