1.bölüm

1609 Words
Karmaşık duygularla, yazık edilmiş bir hayatın içinde kaybolmuş bir adam… Vatanı için ortaya koyduğu can çok acı veriyordu. Ölümle burun buruna geldiği anlarda bile, bu kadar korkmamıştı Asaf. Şehadet şerbetini içme hevesiyle yaşardı oysa. Ancak yoğun bakımın camından içeri baktığında gördüğü kadın için ruhunu saran deli dehşet duyguları, içindeki fırtınayı büyütüyordu. Doktorun, “Bir hata oldu, Kayra hayatta,” demesi için neleri vermezdi? Ama bu ihtimal bile yoktu. Kayra’nın bembeyaz yüzü, morarmış dudakları bunun acı gerçekliğini gösteriyordu. Oysa Asaf, onunla geçireceği bir yaşlılığı hayal etmişti. Yaşlılıkta bile huysuzluğunu severdi. Etrafında olup bitenleri hayal meyal gören Asaf Binbaşı, kendini toparlayıp şehit haberini karargaha bildirmek üzere arkadaşlarından bilgiyi aldı. Şimdiye kadar birçok şehit vermişti, ama ilk defa boğazı bu kadar düğümlenmiş, kelimeler çıkmamak için direniyordu. Dudaklarından dökülen kelimeler, gerçekliği bir kez daha yüzüne vurmuştu. Meryem’in acı çığlıkları tüm koridoru inletiyordu. Onu ilk gördüğümde içimde bir şeyler canlanmıştı sanki. O gün benim özel göreve gideceğim gündü; kendi kurduğum kasirga Timi, Issız Timi’yle ortak göreve çıktığı gün. Evim Issız Timi’ne tahsis edilmişti. Bordo beremi evimde unuttuğumu fark edip karargâhtan çıkmış, almak üzere evime gelmiştim. Kapıyı çaldığımda, yüzünde kağıt maske, elinde limonlu su ve silah olan kadın… Kokusu bana tanıdık ama bir o kadar da yabancıydı. Beremi almak için odama gelmişti ama benim dolabıma özel eşyalarını yerleştirdiği için elime limonlu suyu da tutuşturdu. Susadığımı fark edip suyu içmiştim. Tabii ki içtiğim bir bardak su için bana meydan okuması hoşuma gitmişti. Ona Issız Timi’nin teğmeni olup olmadığını sorduğumda, yüzündeki ifadede gurur vardı. Kafasını biraz daha yukarı kaldırıp şunları söyledi: “Hayır komutanıyım, Yüzbaşı Kayra Ece Erdem.” Ona “Ece” diye seslendiğimde, sanki gözü dönmüştü. Ardından bana meydan okumasıyla beni dizlerimin üzerine çokturmuştu. Odaya Samet’in girmesiyle durum biraz karışmıştı. Samet beni kendi evimden kovarken, evimin salonuna geçmiş ve oturmuştum. Samet ve arkadaşı Kerem gelmiş, Kerem ile tanışmış ve Samet’i beni evimden kovduğu için tartaklamıştım. Sonra Kayra geldi; kılık değiştirmiş olmasına rağmen tanımıştım onu. Yıllar önce okul yıllarımda birkaç kez görmüştüm. Sonra konuşma fırsatı yakaladım. Ne demişti o gün? “Kör, sağır ve dilsiz olmak istiyorum.” Anlamamıştım ve hâlâ anlamış değilim. Sonra Samet ve Kerem’in, kızların kıyafetlerine ettikleri sözler üzerine, onun yani adını öğrendiğim güzel kız Kayra, söylediklerine hak vermiş ve iki asalağın ensesine birer tane indirip, “Kadın haklı, dangalaklar! Ne giyeceklerine size mi soracaklar?” demişti. Kayra’nın evinden ayrıldıktan sonra, Issız Timi’ne karargaha dönmeleri için izin vermiştim. Meyra ve Samet’i, Dilay ve Ahsen’i yurtlarına bırakmaları için görevlendirdim. Kızlar da bu olaydan çok etkilenmişti. Bir psikolog ile görüşmeleri iyi olacaktı. Düşünceler arasında yürürken, adımlarım beni Kayra’nın mezarının önüne kadar getirmişti. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Gözlerim bir süre mezarda gezinmiş, ardından derin bir nefes almıştım. Bankadan çıkmış belki görürüm umuduyla kara harp okulunun yakınlarındaki kafeye gderken üzerindeki üniformalari ile birine saldırmak üzere olan esmer bomba aman benden iki üç yaş büyük duran genç yumruğunu indirecekken hızlı adımlarla yumruğunu havada tuttum . Ne yapıyorsun üzerindeki formanın farkındalığını söylememe gerek olduğunu düşünmüyorum bırak gitsin demiş ve çocuğun yakasını zorlanarakta olsa bıraktırmıştım.Sonunda sakinleşen üniformalı gencin yanından geçip gidiyordum ki kolumdan beni tutmasıyla bir koluna birde gözlerine çıkarttım gözlerimi. "O elini çek kolumdan" gözlerini kısıp bana bir adım yaklaşmasıyla" ne yaparsın çekmezsem!" Bu kez ben bir adım yaklaşıp hafif bi tebessümle " seni dava ederim o üzerindeki üniformayı bir daha giyemezsin ,o yüzden çek o elini kolumdan" dememle gözlerindeki sorgulayıcı bakışı fark ettim ardından dilimden şu cümle döküldü " yaparım! hukuk okuyorum ben! sence de yapamayacağımı düşünüyor musun?" Diyince elini çekmişti yanından hızlı adımlarla uzaklaşmış kafeye geçip oturmuştum beni buraya kadar takip etmiş olan üniformalı gençte karşımda yerini almıştı ders notlarımı çıkarmış okumaya çalışırken, Notlarımı almış bir süre incelenmişti sonunda geri uzatıp demek avukat olacaksın demesiyle Notlarımı düzenleyip " buna nerden kanaat getirdin?" diye sormamla kaşlarını havaya kaldırmış eee hukuk okuyorsun ya! "diyince yüzümde bir tebessüm oluşmuştu ardından " hukuk okuyorum diye sadece avukat, hakim, savcı gibi meslekler yapmak zorunda değilim çok geniş bir yelpazede görev yapabilirim ama şunu söyleyebilirim ki ben kör sağır ve dilsiz olmak için hukuk okuyorum" bu ne demek şimdi diye sormasıyla boşver diyerek geçiştirdim onu elini uzatmış aynı zaman da ben asaf senin ismin nedir? Diye sormasıyla gözlerinin en içine diktim gözlerimi ben... “O günü hatırlıyorum! Sendin o! Beni tanımadın... Ben de sana tanımaya zaman kalmadı. Ben sana ne zaman bu kadar şey hissetmeye başladım, inan ki bilmiyorum, Ece... Eğer sana ‘Ece’ dediğimi duysaydın, beni burada boğabilirdin.” Ağzından erkeksi kahyası dökülmüş, sonra gözünden akan bir damla yaş firar ederken tüm acısı tek damlaya sığdırılmıştı. “Sizinle gelecek bile planlanmıştı. Şu an sanki bir çatışmanın ortasında üstüme atılan bomba misali bir öfke var içimde. Seni benden ayırdıkları için… Belki sana duygularımdan bahsedemedim ama yaşatmak isterdim. Mutlu bir yuvamız olsun isterdim… Çocuklarımız olurdu; belki biri kız, biri erkek. Kız sana benzeyen, güzel, cesur bir kız çocuğu; erkek olan da bana benzerdi. Sağlıklı olsunlardı da cinsiyet fark etmezdi. Ama çok erken gittin; bu hayallerin hiçbiri var olamayacak. Her neyse, benim gitmem gerekiyor artık. Yine gelirim.” demiş ve Fatiha okumuş, ardından yavaş adımlarla uzaklaşmıştı. Kayra’nın cenazesini uzaktan izlemiş ve görevimin tamamlanmasıyla içime bir huzur dolmuştu. Yılların acısını sonunda çıkarmak için kalabalığın dağılmasını beklemek zorundaydım. Sonunda dağılan kalabalığın ardından, yavaş ve temkinli adımlarla mezarın başında durdum. Gözyaşlarım, gözlerimden tek tek intihar ederken, boğazım düğümleniyor; sanki boğazıma pranga vurulmuş gibiydi. Ne yutkunabiliyor, ne de tek bir kelime dışarı çıkıyordu. Dalgın dalgın yürüyerek gelen Asaf’ı fark etmemle mezarın başından hızlıca ayrılmış, mezarın biraz gerisindeki ağacın ardına gizlenmiştim. Buradan mezarı çok net görebiliyordum. Asaf’ın mezarın başında durup konuşmaya başlamasıyla oraya dikkat kesildim. Her kurduğu cümle bomba misali düşüyordu kalbime. Gözünden akan o nefret kusan bir damla yaş beni yaktı geçti. Kurduğu her bir cümle beni daha da yerle bir etmişti. Bacaklarım beni taşıyamamış, ağacın dibine oturmuştum. Kurulan hayaller benim için öylesine ağır gelmişti ki, gözümden akan zehirli yaşlar kendini bırakmaya başlamıştı. Asaf gittikten sonra yavaş adımlarla mezarın başında yerini alan bu kez bendim. Ne kadar süre geçti bilinmez… Hava kararmış, etrafa bir sis perdesi inmişti sanki. Gözlerimin örtünmesi, duygularımın zayıflığını gizlemek ister gibiydi. Bu sis perdesinin gizliliğine güvenerek firar eden cümlelerim oldu. Sesim, ağlamaktan ve uzun süre konuşmamam sebebiyle çatallaşırken, “Hani zaman her şeyin ilacıydı? Ben buna inandım, sandım ki geçer. Geçmedi, geçmiyor. Zaman öyle bir şey ki; üstüne yıllar eklendiğinde hafifler, unuturum! Yok, fazlası var, eksiği yok! Ben seni çok özledim, Ece… Bazen diyorum ki; keşke yanına gelebilseydim ama yapamadım. Yaklaşamadım, alacağım tepkiden değil; sana bir şey olur korkusuyla yaklaşamadım sana! Doktorlar sana bir şey olur, kendini hayata kapatabilir dediği için gelemedim. Şu hayatta pişman olduğum ikinci şey de bu… Özür dilerim…” Ece, gözlerimdeki yaşlar durmaksızın mezara damlarken, toprağı gözyaşlarım suluyordu. Çalan telefonumla irkilmiştim. Telefonumu açıp dinlemeye başladım. “Evet efendim, görev bitti. Yakın zamanda tekrar görüşmek üzere.” diyip telefonu kapattım. İki insanın kaderi bağlıysa birbirine, sonunda ölüm olmadığı sürece onlar birbirine aittir. Kalpleri birbiri için çarpar. Zaman gelince kalplerinin düğümünü sadece onlar çözebilir. Bazen fırtınalar kopar, bazen zaman durmuş, dünya susmuştur. Göz göze geldiklerinde, zamanın nasıl durduğunu, dünyanın nasıl sustuğunu fark etmezler bile. Sanki evrenin tüm sırları, o bakışların derinliğinde gizlidir. Birbirlerinin aynasıdır onlar adeta, bir kalbin iki yarısı gibi... --- Aldığım nefesler adeta beni boğacak gibiydi. Bir an önce hayatıma dönsem iyi olacaktı, ancak biraz daha zamanı vardı. O kara günden beri sadece bir ay geçmişti. Ancak geçen günler bana yıllar geçiyormuş gibi hissettiriyordu. Bir nebze de olsa iyi hissediyordum. Aldığımız görevlerde bile onu yanımda istiyordum. MİT Başkanı Mustafa Aslantürk ile bizim komutanımız generalin bir toplantı yapması sonucunda; ben, Samet, Meyra, Mert ile Ankara’ya görev için bir ekip kurulacağı bilgisi üzerine seçilmiştik. Uzun bir görev olacağından valizlerimizle gitmemiz emredilmişti. Bunun altında yatan sebep neyse, Türkiye için çok önemliydi. Çünkü çok gerekli olmadıkça Mitten istihbaratcilar ortak görevde yer alacaktik ve bir ekip oluşturulmustu Buradaki lojmanda gidip, tüm ihtiyacım olacak eşyalarımı valizime yerleştirmiş, sade acı bir Türk kahvesi yapıp sigarayla birlikte içmiştim. Bizim için ayarlanmış olan uçakla beraber eski Issız Timi üyeleri ile Ankara uçuşu bizi bekliyordu. Geçen saatlere dakikalar eklenmiş, Şırnak’tan kalkan uçak sonunda Ankara’ya varmıştı. Bu bir ay içinde içimde kopan fırtınalar katlanarak çoğalıyordu. Görevlerle bir nebze de olsa rahatlayan ruhum, bu görevle içim karıncalanmaya başlamıştı. Ben çatışma, kan ve leş severim. Ve sonunda Ankara’dayım. Ülkemin her toprağı benimdir ama dağlarda it avlamak beni daha çok tatmin ediyordu. Ama görev görevdir ve kutsaldır; bu yüzden hiçbir şey diyemezdim. Sonunda Ankara’nın havası bile ona farklı geliyordu. Şu an o zamanlara, Kayra ile burada aynı havayı soluyor, aynı gökyüzüne bakıyorduk. Hayat öyle garip bir şey ki, eski zamanlar bile gözünde dün gibiydi. Ama artık Kayra yoktu. Sanki Kayra hiç var olmamış, hiç karşılaşmamış gibi yapmak zorundaydım. Çünkü böyle devam edemezdim. Kurşunun delip geçtiği çelik yelek hayatta kalmasını sağlamış ancak ruhunu kurtaramamıştı. Gözlerini aralayıp baktığında beyaz tavanla karşılaşmıştı. Kafasında dönen onlarca düşünceye rağmen odanın dışındaki adım seslerini duymuş, gözlerini kapıya çevirmişti. Odanın kapısı aniden açılmış, içeri ağır ama kendinden emin adımlarla giren Mustafa Başkan girmişti. Elindeki kırmızı kapaklı bir dosyayı yanına bırakıp sert ve otoriter sesiyle: “Eski Kardelen içindeki en güçlü parça olarak kalacak. İnsanlar değişmez, bunu unutma. Zamanı geldiğinde yeniden gün yüzüne çıkacak.” Kardelen’in ruhunda bir boşluk, bedeninde onlarca ton ağırlık varmış gibi kalbini eziyordu ama eski benliğine kavuşmak için bir nebze de umut taşıyordu. Başkan kapıdan çıkmadan hemen önce arkasına bakmadan: “İki hafta içinde göreve başlayacaksın. Oyunun kurallarını biliyorsun. Görünmez ellerimizle oyunu biz kurup ipleri biz çekiyoruz.” Kendiyle baş başa kalan Kardelen, beyaz ve soğuk duvarlarla çevrili odada bir başındaydı. Hayat devam ederken Kardelen’in dünyası değişmişti. İçinde bir yerlere saklanan eski güçlü Kardelen, sessiz bir kız çocuğu gibi köşede kendini belli ediyordu. Ayaklarını yataktan sarkıtıp ayağa kalktı. Hareketleri yavaş ama kendinden emindi. Yeni görevlere, bilinmeyen geleceğe bir adım atmak için hazır olmalı, eskisinden daha güçlü şekilde sahalara dönmeliydi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD