Bu sabah önemli bir toplantısı vardı Ciwan’ın. Aşağı indiğinde, çardakta oturmuş çay içen Dilda’yı fark etti. Kahvaltıda yoktu yine. “İnadını seveyim,” diye söylenerek yaklaştı karısına. Elindeki kravatı uzatıp, “Takmama yardım eder misin?” diye sordu. “Edemem,” dedi Dilda. Oysa eskiden hep o yapardı, ama eskiden…
“Git, karın bağlasın,” diye tersledi Ciwan’ı. “Karından istiyorum zaten,” dediğinde Dilda damarına basmak için konuştu: “Hani nerede karın? Göremedim ben,” dediğinde, dişlerini sıkarak konuştu Ciwan: “Sabrımı sınama istersen, ha güzelim, yoksa karımın kim olduğunu sana göstermek zorunda kalırım ki emin ol bu benim için büyük zevk olur. Şimdi uzatma, bağla şunu da gideyim, karıcım,” dediğinde Dilda oturduğu yerden kalkıp yaklaştı kocasına. Elindeki kravatı boynuna geçirip bağlarken, “Benim ahım böyle dolansın boynuna, Ciwan, benim boğazıma taktığın yağlı urgan gibi,” deyip arkasını dönüp kalktığı yere geri oturdu.
Ciwan’ın canını yakmaktan bir an olsun vazgeçmiyordu Dilda, çünkü onun da canı yanıyordu. Belli etmemeye çalışsa da her gün biraz daha ölüyordu Dilda. Sevdası sebep olmuştu resmen, her gün bir parça kopuyordu içinden…
Geçirdiği zor günün ardından sabaha karşı eve dönmüştü Ciwan. Konak sessizdi. Bir zamanlar Dilda’yla ikisinin kahkahalarının duyulduğu bu konak, şimdi bir mezar gibiydi…
Sessizce çıktı merdivenlerden. Dilda’nın odasının önünde durdu, yavaşça açtı kapıyı. Dilda, saçları yastığa dağılmış, sere serpe uyuyordu. Bu hali tebessüm ettirdi Ciwan’a. Usulca yaklaştı, saçlarının üzerine bir öpücük kondurdu, kokusunu çekti içine. Şimdi ona sarılıp uyumak için neler vermezdi Ciwan, ama Dilda uyanırsa kıyamet kopardı, biliyordu. Geldiği gibi sessizce çıkıp gitti odadan…
Sabah, ev halkı avluda kahvaltı yaparken, koşarak avluya giren adam, “Ağam, yetiş! Tarladaki işçiler kavga etmiş, yaralananlar var, birbirlerini öldürecekler!” diye konuştu telaşla. Ciwan koşarak çıktı evden. Herkesin içini bir korku sarmıştı, Dilda dahil, ama belli etmeden bir bardak çay doldurup çıktı mutfaktan, salına salına.
Saatler geçmiş, hâlâ bir haber gelmemişti Ciwan’dan. Esma Hanım avluda oturmuş, oğlu için dua ediyordu. Hepsi biliyordu ki Ciwan öfkelendi mi kimse duramazdı önünde. Bu bile ömürlerinden ömür götürmeye yetiyordu…
Berfe, gün boyu bir kez bile odasından çıkmayan Dilda’ya öfkeyle baktı. “Ne o, Dilda, Ciwan’ı mı merak ettin?” diye sordu. “Hayır, acıktım,” dedi genç kadın, büyük bir rahatlıkla. “Nasıl bir kadınsın sen? Biz sabahtan beri meraktan öldük, sen umursamadan ‘acıktım’ diyorsun,” diyen Berfe’ye yaklaştı Dilda. “Merak etme, kötüye bir şey olmaz,” dediğinde Berfe bir anda elini havaya kaldırdı. Herkes şaşkınlıkla bakarken, Berfe’nin bileğini kavradı Dilda. “Bana bak, Berfe misin, her ne dertsen, o eline sahip çık, yoksa olacaklara karışmam,” diyerek itti geri. O anda açılan kapıdan giren Ciwan’a bakıp, “Al, işte geldi kocan, koş, atla boynuna,” diyerek mutfağa yürüdü…
“Ne oluyor burada?” diyen Ciwan’a cevap veren kız kardeşi Ruken olmuştu. “Berfe, yengeme tokat atmaya kalktı, ama yengem ağzının payını verdi, abi,” diyerek Dilda’nın yanına gitti…
“Doğru mu lan bu?” diye kükredi Ciwan. “Ağam, ben sadece… Ne lan, ne? Doğru mu, değil mi? Doğru, ağam,” diye kekeledi Berfe. “Sakın bir daha, değil el kaldırmak, cevap bile vermeyeceksin, yoksa senin için hiç iyi olmaz,” diyerek misafir odasına doğru yürüdü…
Bugün bir masum, kollarında can vermişti Ciwan’ın. Şuan küçük bir çocuk gibi sığınacak bir limana ihtiyacı vardı. Duş alıp indi aşağı. Avluda oturan anasının dizine koydu başını. “İçim acıyor, ana. Ben bugün bir masumu gömdüm, bir mazlumu. Dilda’nın ahı boynuma dolandı, ana. Sevdamın ahı, nefes alamıyorum. Kurban olayım, bir yol göster bana, göster ki yolumu bulayım. Kayboldum, ana, kayboldum.
Hata ettim, kendi elimle kıydım sevdiğim kadına. Pişmanım, ana, çok pişmanım,” dedi, gözünden düşen yaşlarla…
“Pişman olduğunu görüyorum, oğul, ama Dilda yaralı bir kuş artık. Onu iyi etmek senin elinde. Zordur Dilda, bilirim, ama sever seni. Zaten bu öfkesinin sebebi budur. Ne yap, et, al gönlünü. Geç olmadan sar yarasını,” dedi yaşlı kadın…
Anası doğru diyordu. Dilda seviyordu Ciwan’ı. Babası hiç evlenmesini istememişti Ciwan’la, ama dinlememiş, direnmişti Dilda, sevdası için. Ciwan bir yolunu bulmalıydı, bir şekilde gönlünü alacaktı karısının…
Şuan Dilda’ya çok ihtiyacı vardı Ciwan’ın. Eskiden olsa koşardı yanına, anlatırdı derdini. Hiç sıkılmadan dinlerdi onu genç kadın. Ama uzaklaşmıştı Dilda Ciwan’dan, yokmuş gibi davranıyor, öyle yaşıyordu artık. İzin vermeyecekti Ciwan. Bir hışım kalkıp yürüdü odaya doğru. İçeri girdi, ama yoktu Dilda. Banyodan gelen su sesiyle orada olduğunu anladı. Hemen kapıyı kitledi Ciwan, anahtarı çekmeceye koyup yürüdü.
Bu gece, ne olursa olsun affettirecekti kendini Dilda’ya…
Üzerindekileri çıkarıp bir kenara bıraktı Ciwan. Usulca araladı banyonun kapısını. Karşısında, arkası dönük yıkanan kadına baktı hayran hayran. Çok güzel görünüyordu Dilda. Nefesi kesiliyordu Ciwan’ın. “Ölüm sebebim olacaksın bir gün,” diye geçirdi içinden. Çok özlemişti karısını…
Sessiz bir şekilde ilerleyip Dilda’ya arkasından sarıldı Ciwan. Korkarak irkilen kadını iyice kendine çekip, “Şşş, sakin ol, benim güzelim,” diyen Ciwan’a, “Bırak beni,” diye tısladı Dilda. “Bırakmam, bırakamam,” diyerek çıplak omzuna bir öpücük bıraktı. “Dayanamıyorum, özledim. Elini tutmayı, tenine dokunmayı, saçlarını öpmeyi, her şeyini özledim, Dilda. İçimi yakıyor sensizlik. Tu evinamınî, Dilda,” (Sen benim sevdiğimsin).
“Tu cîhana min î, Dilda,” (Sen benim dünyamsın).
“Beni senden mahrum etme, kurban olduğum,” diyerek boynuna sayısız öpücük kondurdu genç adam. Elleri, karısının bütün vücudunu keşfe çıkmıştı resmen. Dili tutulmuştu sanki genç kadının, tepki veremiyordu. O da özlemişti kocasını, aylardır Dilda. Ama gururu izin vermiyordu bir adım atmasına. Kalbi başka, dili başka konuşuyordu…
Ciwan, Dilda’nın sırtına küçük küçük öpücükler kondurup kendini iyice bastırdı karısına. Ona olan özlemini anlasın istiyordu. Eli, karısının bacak arasına girdi usulca. Ciwan’ın tek dokunuşu titretmeye yetmişti Dilda’yı. Son bir kez, “Bırak,” diye ittirmeye çalışsa da izin vermedi Ciwan. “Yapma, kurban olayım, bırak da dinsin sana olan özlemim. Yaptığım hatanın farkındayım. Sana söz veriyorum, Dilda, seni üzecek bir şey yapmayacağım bundan sonra,” diyerek Dilda’yı kendine doğru çevirdi Ciwan. Başı önünde duran karısına, “Yüzüme bak, Dilda. Bu gözler senden başkasını görmüyor. Sen yoksan bende yokum,” deyip tuttuğu ellerini kalbinin üzerine koydu Ciwan. “Bak, burası bir tek seni görünce böyle deli gibi atıyor.
Bir şans, son bir şans ver bana, Dilda. Bir şansımız olsun, olsun ki yaptığım hatayı telafi edeyim.”
Dayanamıyordu Dilda. Gözlerinin içine bakan adama âşıktı, seviyordu genç kadın, hem de deli gibi. “Son,” dedi Dilda. “Tek bir şans. Bunu da kaybedersen, ömür boyu bana hasret kalırsın, Ciwan. Bunu böyle bil,” deyip teslim oldu kocasına.
“Sana kurban olurum, Dilda. Söz veriyorum, affettireceğim kendimi sana,” diyerek öpmeye başladı karısını Ciwan. Bir anda havalanan Dilda, bacaklarını kocasının beline doladı. Banyodan çıkardığı karısını, ıslak ıslak uzattı yatağa. Öyle güzel görünüyordu ki sabaha kadar izleyebilirdi onu. Elleriyle ayırdığı bacakların arasına gömdü başını. Dilda ne olduğunu anlamaya çalışırken, Ciwan büyük bir zevkle yapıyordu işini. “Ahhhh,” diye inleyen kadın delirtiyordu Ciwan’ı. Aniden doğrulup kendini karısına sürtmeye başladı. “Öldüm, Dilda, sensizlikten öldüm,” diyerek kendini bir anda karısının içine ittirdi Ciwan. İkisi de aynı anda inledi bu kez. Gelgitlerine devam eden adam kendini kaybetmişti artık. Altında titreyen kadının sona geldiğini anladığında iyice hızlandı. “Ahhh, gülüm,” diyerek boşaldı Ciwan. Nefes nefese uzanıp anlına bir buse kondurdu Dilda’nın. Birbirlerine sarılıp uyudu iki sevdalı bu gece. Dilda yine sevdasına yenik düşmüştü. Bu gece…